Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya bölümü öğretim görevlisi Mahmut Çınar’ın editörlüğünü yaptığı Medya ve Nefret Söylemi kitabı Hrant Dink Vakfı’ndan çıktı.
Prof. Dr. Fuat Keyman’ın sunuşunu yaptığı kitapta Ege Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Melek Göregenli’nin, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu’nun, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ulaş Karan’ın, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Prof. Dr. Arus Yumul’un, Çınar’ın, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Ülkü Doğanay’ın, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Tuğrul Çamu ile Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Mutlu Binark’ın ve iletişimci Prof. Dr. Sevda Alankuş’un nefret söylemi üzerine makaleleri yer alıyor.
Hrant Dink Vakfı’nın Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi projesinin devamı olarak üniversiteler için nefret söylemi müfredatı projesi kapsamında üretilen içeriklerden oluşan kitap bu projenin de ders kitabı niteliğinde.
Biz de kitabın editörü Çınar ile proje ve nefret söylemi üzerine konuştuk.
Medya ve Nefret Söylemi
Kitap nasıl oluştu?
Vakfın üniversitelerde nefret söylemi müfredatı projesi kapsamında hocalardan metinler isteyelim, hem nefret söylemi konusunda giriş niteliğinde bu dersin kitabı olsun hem de son zamanlarda çok konuşulan biraz da ne olduğu tam anlaşılamayan bir kavram üzerine çalışma olsun istedik.
Sağ olsunlar, başvurduğumuz kimse de bizi geri çevirmedi, herkes çok heyecanlandı. Herkes çok yoğundu ama ona rağmen tamamen gönüllülük ilkesiyle bu kitabı hazırladık.
Makalelerin hepsi Türkiyeli akademisyenlerden.
Evet makalelerin hepsi Türkiye’den. Örneklerin de çoğu Türkiye’den olmakla birlikte dünyadan da örnekler var
Zaten halihazırda bu konuyu çalışan, bu konuyla ilgili daha önce de yazıp çizmiş, konuşmuş, çalışmalar ve araştırmalar yürütmüş olan isimleri bulduk ve uzmanlık alanlarına göre metinler istedik.
Kitapta zaten bununla ilgili ama hem Demokratikleşme Paketi vesilesi hem de Hrant Dink Vakfı’nın hazırladığı raporlarla nefret söylemini tartışıyoruz. Peki nefret söylemi nedir, nasıl oluşur?
Nefret söylemi muktedir olanın, hegemonik olanın kendi iktidarını muhafaza etme yollarından bir tanesi. Bana sorarsanız hiçbir zaman gerçek bir mutlak iktidardan bahsedemezsiniz. Her iktidar kendisini tanımlayabilmek için kendi söylemini üretir ve bu söylem yine kendini, tanımlayabilmek için kendisi gibi olmayanları vurgulayarak kendisini öne çıkarır. Ayrımcılığın da nefret söyleminin de temelinde bu var.
"Kimlik probleminiz ne kadar büyükse..."
Türkiye’de nefret söyleminin kökleşmiş bir geçmişi var. Bunun en büyük faili, nefret söyleminin en büyük üreticisi de bizzat devletin kendisidir. Sadece bu iktidardan bahsetmiyorum, iktidarlardan bahsediyorum. Devlet/iktidar olmaktan, siyasi/politik iktidar olma kavramından bahsediyorum.
Çünkü aslında çökmüş bir imparatorluğun mirası üzerinde kendi kimliğinizi yeniden tanımlama süreçlerine giriyorsunuz. Bu yeniden tanımlama, ‘Ben kimim?’ sorusuna sert katı ve betonmuşçasına sert cevaplar verme çabası, aslında sizin gibi olmayanı öne çıkararak, onu vurgulayarak ‘Bakın ben aslında buyum ama bu da değilim’ süreçlerini gerektiriyor.
Milliyetçiliğin de, ulus inşa sürecinin, dinin temellerinde bu vardır. Kendini tanımlarken öncelikle senin gibi olmayanları tanımlarsın. Yoksa senin özgün bir kimlik olarak orada durmanın bir anlamı olmaz.
‘Ben çağlara yayıldım, ben güçlüyüm’, bunları söylemek bir ‘güçlü’ bir ‘güçsüz’ gerektirir, bir ‘misafirperver’, bir ‘misafirperver’ olmayan gerektirir yani değil mi?
Kimlik kompleksiniz ne kadar büyükse nefret söyleminiz, kendinizi başkalarını kötüleyerek tanımlama isteğiniz de o kadar büyük olur.
"Türkiye'de İslamofobi olduğuna inanmak akılcı değil"
Nefret söylemi tartışmalarında siyasi iktidar ve ona yakın çevreler özellikle İslamofobi’nin altını çiziyor. Muktedirlikten bahsettiniz, ancak Türkiye ‘çoğunluğu Müslüman ülke’ imajına sahip. O zaman İslamiyet, Müslümanlık bu ülkede muktedir bir kavram değil mi? Türkiye’de İslamofobi mümkün mü?
Eğer hem ayrımcı söylemi, hem de ayrımcı söylemin bir adım ötesi olan nefret söylemini bir tür iktidar muhafaza etme aracı olarak algılarsak, o zaman Türkiye’de İslamofobi olduğuna inanmak çok da akılcı gelmiyor.
Türkiye’de belli bir dönemde dindar insanlar üzerinde baskı hissetmişlerdir. Bunun iktidar tarafından geldiğini hissetmişlerdir. Ama yine de Türkiye’de resmi söylem hiçbir zaman Sünni İslam’ın dışına çıkmamıştır.
Türkiye’de siyasi olarak dindarların belli bir dönemde acı çektiğini söylemek başka bir şey, resmi söylemin İslamofobik olduğunu söylemek başka bir şey.
Seküler, laik, hatta laisist değerlere sahip çıkan iktidarlar da dahil olmak üzere söylemlerinden Sünni İslam’ı hiçbir zaman çıkarmamışlardır. Bunun da tabii ki stratejik nedenleri vardır. Çünkü Türkiye’nin çoğunluğu dindar insanlardır.
"Medya devletin sözcüsü olarak çalışıyor"
Peki nefret söylemi nasıl üretiliyor?
Nefret söyleminin en büyük faili devlet ve iktidar söylemi. Bu ülkenin kurucu, yürütücü ve iktidar iradeleri tarafından yayılan ve toplumsal olarak üretilen bir söylem. Bunu en önemli aracı da medya.
Çünkü ne yazık ki Türkiye’de medya, kuruluşu itibariyle, devlete göbek bağıyla bağlıdır. Gazeteler bizzat devlet tarafından çıkarılmıştır. Devlet tarafından çıkarılmayan ilk gazeteler sivilleşmeye başladığı anda devletin gazabına uğramıştır.
Cumhuriyet kurulurken zaten çok güçlü ve büyük bir destek bulma arayışında olan iktidar kendi medyasını yaratmıştır ya da kendisi gibi olmayan medyayı İstiklal Mahkemeleri'nde bir şekilde sindirmiştir, her şekilde kendine bağlamıştır.
Bunu bütün iktidarlar yapmıştır. Demokrat Parti iktidarı bunun en sert yaşandığı zamanlardandır. Bu sebeple de merkez medya bir şekilde kendisini devletin sözcüsü, devlet adına iş yapan, devletin çıkarlarını her zaman kollayan bir yerde görmüştür. Böyle olunca da, iktidar tarafından yaratılan bu söylem medyaya çok kolay nüfuz etmiştir.
"Makbul yurttaş olmak için nefret söylemi üretiliyor"
Nefret söylemi stratejik ve politik olarak yayılmaz. Nefret söylemi doğduğunuzdan itibaren ailenizde, okulunuzda, çevrenizde, kahvede, sokakta karşılaştığınız çok genel ve çok ana akım olan bir söylemin yan ürünleridir. Dolayısıyla siz doğduğunuz andan itibaren ‘Vatan millet Sakarya’ demenin çok önemli olduğunu düşünür, bunun nedenini sorgulamazsınız. Sanki böyle doğmuşsunuz gibidir. Bu yüzden nefret söylemi sizin benim gibi insanlar tarafından, çoğu zaman da farkında olmadan yayılır.
Ama nefret söyleminin yaratılma süreçleri çok politiktir. İnsanları birbirine düşürmenin yolunu bulursunuz. Kendi kimliğinizi çok yukarda tanımlayıp onun dışındaki kimliklerin çok önemli olmadığını öne sürersiniz ve bunu ders kitaplarına sokarsınız.
Türkiye’de ‘meşru’ ve ‘istenen’, ‘makbul’ yurttaş olmak isteyen herkes de sizin söyleminizi belirlemek zorundadır yoksa makbul yurttaş olamazsınız. Adınız bölücüye, teröriste, irticacıya, komüniste çıkar.
Bu makbuliyetin bir neticesi, olarak da hepimiz bir şekilde bu sessizlik sarmalının içine gireriz. Normların dışında bir şey söylemezsiniz. Çünkü medyada da böyle bir şey göremezsiniz. Dolayısıyla söylemi bir şekilde içselleştirir ve gündelik dilde kullanırsınız.
Ama Türkiye’de en çok duyduğumuz sözlerden biri de ‘Türkler ırkçı değildir’dir.
Bütün güzel şeyleri kendi kimliğinizde görmek isterseniz hepsini kendi kimliğinize aldığında ırkçı olursunuz. Ama ırkçı demezsiniz çünkü o da kötü bir şeydir. Bu durum paradoksaldır, çelişkilerle doludur. Saçmalıktır zaten. Neden Türk, Kürt’ten daha misafirperver olsun? Buna yaratılmış mit denir.
Nefret söylemi özünde barış olmayan, milliyetçilik ve ondan doğan ırkçılık söylemidir. Ve bu söylemle günlük dile ve medya diline yerleşir.
"Devlet krizlerinde nefret söylemi artar"
Peki bu kadar çalışma sonucunda , ki kavramın kendisi dahi artık dilimize yerleşti, bir ilerleme var mı?
Türkiye’de nefret söylemi genelde iktidar, hegemonya, kimlik krizlerinin güçlendiği dönemde artar. Bir tür muhafaza etme aracıdır. Söyleminizi ne kadar muhafaza edilmeye muhtaç bulursanız ona yöneldiğini düşündüğünüz tüm tehlikelere karşı da saldırgan olursunuz.
Eğer ülkenizdeki muhalefet odaklarının güçlendiğini sezersiniz korumak için kimliğinizi kurarken yaptığınızın daha sert halidir. Devlet krizlerinin güçlendiği dönemde nefret söyleminin arttığını, nispeten barış dönemlerinde azaldığını ama hiç yok olmadığını görüyoruz.
Hrant Dink’in hedef gösterilmedi de o politik süreçlerin bir parçasıydı. Emredilmişti, medyaya ‘Bu adamı hedef göstereceksiniz’, ‘Bu adam sizin ağır söyleminizin hedefi olacak’ denmişti.
Neyse ki sonraki yıllarda, ki bence Kürt hareketi bunda önemli rol oynadı, insanlar nefret söyleminin üretilmesinde çekingen hale gelmeye başladılar. Bu yapılan çalışmalar sayesinde Sivil Toplum Örgütlerinin ayrımcılık ve nefret söylemi üzerine çalışması sayesinde az da olsa medyan kendisini tarttı ve bu lafı kullanmalıyız.
Nefret söylemi bitmedi, artmayacağını da söyleyemeyiz. Yeni bir kriz durumunda yine artacak. 2015 yaklaştıkça hazırlıklar başladı, aşırı sağcı gazetelerde köşeler yazmaya başladı. Bu krize kendilerince önlem almaya çalışıyorlar. Bunu da nefret söylemiyle yapıyorlar.
"Nefret söylemi ve nefret suçu farklı kavramlar"
Nefret söylemini ya da nefret suçunu engellemek için nasıl yasal düzenlemeler yapılabilir? Demokratikleşme Paketi açıklandığında nefret söyleminin yasalarca cezalandırılmasının ifade özgürlüğüne aykırı olduğu tartışılmıştı. Bu tartışmalar çerçevesinde ne yapılmalı?
Dünyada nefret söyleminin ve buna bağlı olarak nefret suçlarının ağır cezalandırıldığı ülkeler var. Ancak nefret söylemi ile nefret suçlarını birbirinden ayırmak gerekiyor. Suçun doğru biçimde yasalarda yeri olmalı ama Türkiye’de iktidar tarafından konuşulduğu hali ile değil.
Ama nefret söylemi ile ilgili yasal çözüm önermek benim içime sinmiyor. İfade özgürlüğünün önünde engel oluşturabilir ve bunun işe yarar olduğunu da düşünmüyorum. Sırf ceza alırım diye içinizden bir Ermeni’yi suçlamak geliyor ama suçlamıyorsanız burada başka bir gerilim ortaya çıkıyor.
Bunun yolu eğitimden duyarlılıktan medyadan bu konularda söz söyleyenlerin daha fazla yer almasından geçiyor. Çünkü ben ayrımcılıkla mücadelenin ilk olarak bireysel bir mücadele olduğunu düşünüyorum.
"İktidarın lugatından sözcük çalmak önemli"
Gezi direnişinde “orospu çocuğu” dendiğinde direnişteki seks işçileri ‘Orospular da burada direniyor’ diyordu. Bu söylemi tersine çevirme yöntemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
BİA’nin Okuldan Haber Odasına eğitiminde de bunu konuştuk. Kuramsal ve pratik olarak söylem mücadele alanıdır. Eğer söylem iktidar mücadelesinin aracıysa iktidara karşı mücadelenin de aracıdır. Özellikle Gezi’de iktidarın ayrımcı olsun diye kullandığı sözcüklerin, kimliklerin sahipleri tarafından sahiplenilip iktidara çevrilmesini çok anlamlı buldum.
İktidar söylemi aslında lugatı çok geniş bir söylem değil. Bu durumda ‘Siz küfür olarak algılamadığımız bir şeyi söylüyorsunuz’ deyip sinir bozuyorsunuz. Diğer yandan bu kısıtlı lugattan birkaç kelimeyi çalmış oluyorsunuz ve söyleyecek laf bırakmıyorsunuz.
"Sosyal medya gerçek resmi ortaya koyuyor"
Gezi direnişiyle sosyal medya da ön plana çıktı. Burada da nefret söylemi üretildi. Sosyal medyayla nefret söyleminde bir artış olduğunu düşünüyor musunuz?
Nefret söylemi değil, nefret söylemi üreten insan sayısı artıyor. Anonimlik insanlara böyle bir özgüven veriyor. Dolayısıyla sosyal medyada daha saldırgan bir hale geliyorsunuz ki orada da ciddi bir söylem mücadelesi var. Söylem, argüman ve siyaseti dile getirme biçimiyle var oluyorsunuz.
Ben anlamlı buluyorum çünkü bize resmin kendisini gösteriyor. Neyle mücadele edeceğimizi görüyoruz. Herkesin sustuğu bir yerde kim ayrımcıdır, kim kendisine benzemeyenlerin yaşama hakkı olmadığını düşünür anlayamazdık. Sosyal medya sayesinde bunu anladık. Ne yazık ki nefret söyleminin yeniden üretim aracı olarak da güçlü bir mecra. Ama biz de karşısında güçlü bir şekilde var olabiliriz.
Bu üretimi tersine çevirmek mümkün mü?
Ana akım medya konusunda çok umutlu değilim. İktidara göbek bağıyla bağlı sermaye gruplarının ellerinde bu medya. Bu nedenle iktidar söyleminin dışına çıkacaklarını düşünmek akılcı olmazAma biz medyanın ekonomi politiğinin özgürleştirilmesi dışındaki seçenekleri de aramak zorundayız.
Bence tüm sermaye gruplarının ve medya gruplarının bu konuda duyarlılık göstermesi lazım. Bu da toplumun, baskı gruplarının, STÖ’ler olarak zorlamasıyla olur.
"Din adamları, kanı önderleri eğitilmeli"
Peki ya eğitim?
İlkokul kitaplarından başlayarak, öğretmenlerin eğitilmesinden başlayarak çok etkili olabilirsiniz. Önce eğitimcilere, eğitimciler yoluyla öğrencilere ulaşılarak nefret söylemiyle mücadele yolunda önemli tohumlar atılır. Belki din adamları, kanı önderleri eğitilebilir, üniversitelerde dersler verilebilir. Ama en önemlisi medyanın değişmesi. Biz her şeyi medyadan öğreniyoruz. Bu yüzden de bu kitabın ismi Medya ve Nefret Söylemi. (EA)