Fotoğraf: Ekin Karaca/ bianet
Son günlerde en çok gündeme gelen konulardan biri, korku ve paniğin virüsün kendisinden daha bulaşıcı olabileceği.COVID-19 yüzünden dünyada 350 bine yakın insan öldü, ülkelerin sağlık sistemleri çöktü, birçok gelişmiş ülke gerek ekipman gerek sağlık çalışan kapasitesi açısından iyi sınav veremedi.
Kuşkusuz “korku” silahının büyük bir psikolojik gücü var. Süper güçlerin ve küresel medyanın “Pandemi” ile tahakküm kurarak, bireylerin direncini psikolojik olarak zayıflatmak için kullandıkları korkutma taktikleri ürkütücü boyuta varabiliyor.
Bu yaratılan korkunun neden olduğu eylemlere örnek olarak, çevrimiçi / çevrimdışı yalan, yanlış haber, spekülasyon, komplo teorilerini dolaşıma sokmayı, yüz maskeleri, dezenfektanları, yiyecekleri istiflemeyi veya salgın için belirli grupları günah keçisi ilan etmeyi vs. sayabiliriz.
COVID-19’un bilinmez, belirsiz ve öngörülemez olma özelliklerinden ötürü aşırı korku ürettiği de bir gerçek. Bu konuda Fox News'a konuşan New York Sağlık ve Hastane (City Health and Hospital) yöneticisi Syra Madad’ın sözlerine kulak verelim; “Açıkçası bu kadar çok korku ve endişe olmasının nedenlerinden biri, virüsün yeni, yani bilinmeyen olması ve kimsenin de bilinmeyeni sevmemesi.”
Medyada korku
Medyada küresel salgını tanımlamak için kullanılan dil şüphesiz hastalıkla ilgili kitlesel histeriye katkı sunmakta. Örneğin sıklıkla kullanılan, "Gizli virüs taşıyıcıları", "Virüs patlaması”, “Ölümcül virüs”, “halk sağlığı acil durumu” gibi korku dolu ifadeler paniğe yol açıyor.
Cardiff Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyelerinden Karin Wahl-Jorgensen’in, salgının başlangıç dönemi olan 12 Ocak-13 Şubat tarihleri arasında LexisNexis İngiltere veri tabanını kullanarak sürdürdüğü araştırmaya göz atmak lazım.
Araştırmada; sayıları 100’e yakın yüksek tirajlı İngilizce dilinde yayımlanan uluslararası gazetede yer alan salgınla ilgili 9.387 haber incelendi, 1.066’sında “korku” ile ilgili kelimenin yer aldığı, 50 makalede ise “katil virüs” ifadesinin kullanıldığı saptandı.
Telegraph gazetesindeki bir makalede, kaynak olarak sosyal medyada Wuhan’dan paylaşılan sahnelere şu şekilde yer verildi; “Sokakta baygın yatan maskeli hastalar…
Yüzlerce korkulu vatandaş, acı içinde kıvranan doktorlar tarafından tedavi edilmeyi beklerken, dar hastane koridorlarında birbirlerine virüsü bulaştırma riskiyle karşı karşıyalar”.
The Sun ve The Daily Mail gibi tabloid gazetelerin, sansasyonalizm rehavetine kapılarak, korku uyandırıcı dil kullanmaları şaşırtıcı değil. The Sun virüse “ölümcül bir hastalık” olarak atıfta bulunurken, Manchester Evening News, “Koronavirüs korkusu Çinlilere ait işletmelere büyük darbe vuruyor, bazıları ise salgından bu yana yüzde 50 oranında düşüş bildirdi” haberi ile salgına yerel etki payı katmış oldu.
Daha önceki salgın hastalıkların içeriği üzerine yapılan araştırmalar da korkuya benzer bir vurgunun yapıldığı üzerinde durmaktalar. Örneğin; 2003 yılında baş gösteren SARS salgınında, tarihçi Patrick Wallis ve dilbilimci tarafından yapılan bir araştırma; “kullanılan ana kavramsal metaforun “katil SARS” olduğunu, Hollanda'daki H1N1 salgını ile ilgili olarak da medya uzmanları Peter Vasterman ve Nel Ruigrok, “endişe, kaygı verici” tonda haberler yapıldığını ortaya koyuyor. Genel anlamda, korona virüsü gibi, bu salgınlar da belirsizlik, yayılma korkusu ve panik ile karakterize edilmişlerdi.
Sahte haberler ve sağlık iletişimi konusunda araştırmalar yapan Khudejah Ali, sağlık habercilerinin küresel salgın döneminde kamuoyuna verilen sağlık riski ile ilgili mesajlarda yer alan, “orta düzeyde korku uyandıran sansasyonalizm” in, insanların kendilerini korumalarına veya semptomları teşhis etmelerine yardımcı olduğunu, ama bu dozajın iyi ayarlanması gerektiğini vurguluyor.
Kâr amacı gütmeyen bir gazetecilik okulu ve araştırma kuruluşu olan Poynter Medya Çalışmaları Enstitüsü koronavirüse "ölümcül virüs" demenin yanıltıcı olabileceğini, zira virüsün çoğu insan için (nüfusun %80’inin) ölümcül olmadığının altına çiziyor.
Burada gazetecinin kilit görevlerinden biri, halkın ihtiyaç duyduğu gerçeklere odaklanarak, geleceğe dair senaryolar sunmaksızın olgusal bilgiye yer vererek, daha fazla korkuya neden olabilecek spekülasyonların kullanımından kaçınmak.
Sosyal medyada korku
Uzmanlar, sosyal medyanın aslında toplumun COVID-19 küresel salgınını algılama ve tepki verme şeklini değiştirdiğine vurgu yapmaktalar.
Northumbria Üniversitesi sağlık ve risk iletişimi araştırmacısı Santosh Vijaykumar, insanların, sosyal medyada panik havasını sezinlediklerinde, kendilerindeki panik dozajının da arttığını söylüyor. “Korku ve endişe ile tetiklenen belirli davranışların (tuvalet kağıtlarını veya el dezenfektanlarını satın alma) normalleştiği ve daha da yaygınlaştığı için endişe düzeyinin artması da kaçınılmaz”.
UC Berkeley Halk Sağlığı Okulu Enfeksiyon Hastalıkları ve Aşılama Bölümü Başkanı Dr. Lee Riley, günlük enfeksiyon sayısının (kısmen dünyadaki daha hızlı, daha ucuz test protokolleri nedeniyle) de korkutucu bir boyut kattığını söylüyor. Riley, COVID-19'u geçmiş salgınlarla karşılaştırarak “Bu virüsü farklı kılan, sahip olduğumuz enformasyon teknolojisi” diyor.
Enformasyon teknolojisi hepimizi aşırı bir bilgi bombardımanına maruz bıraktığı için COVID-19 salgını sürecinde seçici dikkat ve filtreleme sürecini her zamankinden çok işletmemiz gerekti. Medya, koronavirüs salgınına çok fazla zaman ve yer ayırdığı için, bulaşma korkusu olanların salgının tehdit edici yönlerine odaklanma şansı yüksek.
Özellikle de kaygı bozukluğu ile Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu olanlarda bu süreç korku ve endişeyi iyice tetikliyor. Koronavirüs haberlerine maruz kalmayı sınırlayarak, salgın haberlerini takip etmek için harcanan zamanı kısıtlamak en iyi yöntem. Ancak kaynakların güvenilir olduğundan emin olmak, korkunun günlük yaşamımızı yönetmesine izin vermeden, korkularımızı kontrol altında tutmaya çalışmak da başka bir yöntem.
Koronavirüs tehditi bir türlü geçip gidecek ama çoğumuz halen burada olacağız, korkunun bizleri dehşete düşürmesine izin vermemeliyiz. Tabii ki temkinli olup kendimizi koruyalım ama sağ duyumuzu kaybetmeden, dehşet içine düşmeden, terörize olmadan ve terörize etmeden önlemlerimizi alalım.
Virüs için aşı bulunur veya virüs mutasyona uğrar, bu küreyi terk eder veya başka bir virüs gelir ama sonuçta biz bu “korku” virüsünün kurbanları olur, sağduyumuzu kaybederiz.
Sürekli korku içinde yaşamak, buna zamanla alışmak, bir başka deyişle bu korkuyu kanıksamak, içselleştirmek ve hatta ortada korkacak bir şey kalmadığında da, boşluğa düşüp dehşete kapılmak herkes için en büyük tehdit olsa gerek… (YGİ/APA/DB)