Görsel: Kaos GL
Nefret söylemi ile simbiyotik bir ilişki içerisinde olan hakikat sonrası dönem, insanların önyargılarını destekleyip pekiştirdiği gibi yanlış bilgileri kabul etmeye ve yaymaya daha eğilimli olması nedeniyle, nefret söyleminin yaygınlaşması için oldukça verimli bir ortam sağlıyor.
Gerçekler yerine duygulara vurgunun yapıldığı, insanların fikirlerini oluştururken gerçeklere dayalı kanıtları dikkate almak yerine duygularına ve kişisel inançlarına daha fazla güvenme eğilimi gösterdikleri hakikat sonrası dönemde, insanlar mevcut inançlarını doğrulayan benzer düşünen bireyler ve bilgi kaynakları ararlar, böylelikle ortak bir zemin aramaktan ziyade daha fazla kutuplaşma eğilimi taşırlar.
Bu da uzmanların ve geleneksel enformasyon kaynaklarının otoritesinin sorgulandığı veya belirli bir bakış açısını destekleyenlerin lehine reddedildiği bir süreçtir.
Hakikat sonrası çağda, genellikle "sahte haber" olarak bilinen kasıtlı olarak yanıltıcı ve yanlış bilgiler sosyal medyada ve diğer platformlarda geniş çapta yayılıyor.
Yankı odaları
Sosyal medyanın ve kişiselleştirilmiş haber akışlarının yükselişiyle birlikte bireylerin yalnızca mevcut inançlarını pekiştiren fikir ve bilgilere maruz kaldıkları kendi yankı odalarında var olmaları doğal olarak çok daha kolaydır.
Hakikat sonrası dönemin bu özellikleri, hem bireysel inançları ve toplumsal karar alma süreçlerini etkilediği gibi, hem de nefret söyleminin üretiminde önemli rol oynar. Aslında toplumsal kökenli bir ideoloji olan söylemin her şeyden önemli olarak algılandığı, bir başka deyişle iktidarlaşan ve hatta zaman zaman yanlış algılanan bir söylemden bahsetmek mümkün.
Şöyle ki önyargılar, düşünceler ve inançların onaylandığı nefret söylemleri son derece haklı ve meşru gibi algılanabilir.
Nefret söyleminin yükselişi, filtre baloncukları ve yankı odalarının kutuplaştırıcı etkileriyle yakından bağlantılı.
Özellikle etnik azınlık gruplarını hedef alan ve siber ırkçılık olarak da bilinen ırkçı nefret söylemi, son yıllarda "alternatif sağ ın” yükselişiyle giderek daha koordineli hale gelmiştir.
Düşmanlık körükleniyor
Cinsiyete dayalı nefret söylemi LGBTI+ topluluğu ve kadınları hedef alır, özellikle kadın düşmanı doğasıyla karakterize edilir. Genellikle kamunun gözündeki kadınlara – örneğin kadın gazetecilere veya etkili pozisyonlarda bulunanlara- yaptıkları işten ziyade toplumsal cinsiyet özellikleri nedeniyle nefret söylemi yöneltirler.
Bunun doğal sonucu olarak, kamusal alanın genişletilmesine yönelik çabalar üzerinde olumsuz bir etki oluşması zira kadınlar tartışmalı olduğunu düşündükleri hikayeleri yazmaktan caydırılmaktalar.
Nefret söylemi yaygınlaştıkça demokratik katılıma engel olunuyor, rasyonel tartışmalar özendirilmek yerine, düşmanlık körükleniyor.
Algoritmaların etkin kullanıldığı platformlarda filtre baloncukları bilgi akış sürecinde ve toplumsal gruplar arasında bilgi boşlukları yaratılıyor, bireylerin düşüncelerini ifade etme ve bilgi alma sınırlarını çizmede etkin bir rol oynuyor.
Son araştırmalar, çevrimiçi nefret söyleminin bolluğunun, çevrimiçi filtre baloncuklarını güçlendiren algoritmalarla bir ilgisi olabileceğini ortaya koyuyor.
Partizan bilgi kaynakları, benzer düşünen sosyal medya kullanıcılarından oluşan çevrimiçi ağlarda güçleniyor herhangi bir karşıt görüşteki gönderiyi filtreliyor.
Önyargının tetikleyicileri olan bu filtre baloncukları yelpazenin her iki tarafındaki aşırı bakış açılarını pekiştirirler.
Hrant Dink Vakfı Raporu
Hrant Dink Vakfı’nın 14 Mayıs’ta yapılan Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinin ardından twitter’da yürütülen tartışmalarda nefret söyleminin nasıl üretildiğini konu alan çalışmasında, 15, 16 ve 17 Mayıs’ta twitter’da, Türkiye’de hakkında en çok konuşulan konu başlıklarından kimliklere dair başlıkları tarandı. 14 Mayıs ile Cumhurbaşkanı seçimi ikinci tur oylamasının yapılacağı 28 Mayıs tarihleri arasında sıkça gündeme getirilen bazı kimlik gruplarıyla ilişkilendirilen kelimeler anahtar kelime olarak belirlenerek yapılan analizde şu sonuçlara ulaşıldı:
-LGBTİ+’lara yönelik nefret söyleminin üretiminde sıkça kullanılan ‘sapık’ ve ‘sapkın’ kelimelerinin hem LGBTİ+’lara, hem mültecilere yönelik nefret söyleminin üretiminde kullanıldı. Ayrıca LGBTİ+’lar, yazılı basında da sıkça gördüğümüz, ‘aile kurumuna zarar vermek’, ‘neslin ahlakını bozmak’ gibi ifadelerle hedef gösterildi.
-İncelenen tweetlerin yüzde 46,9 unda nefret söylemi ve ayrımcı söylemlerin -Ermeni ve Alevi kimliklerinin karşılaştırıldığı, birbiriyle ilişkilendirildiği, zaman zaman bir tutulduğu ve Alevilerin aslında gizli Ermeni oldukları iddiasıyla, Ermeni kimliğinin Alevi kimliğine olumsuz anlam yükleyen bir hakaret olarak-kullanıldığı tespit edildi. Bazı tweet’lerde, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ermeni olduğu ve bu nedenle seçmenler tarafından desteklenmediği yönünde iddialar ön plana çıktı.
Söz konusu tweet’lerde kimlik ifadesi, küfür ve hakaret ögesi olarak kullanılırken, Ermeni olmaya olumsuz anlam yüklenerek, simgeleştirme yoluyla nefret söylemi üretildi. Ayrıca, ‘Ermeni tohumu’, ‘Ermeni artığı’, ‘Ermeni dölü’ gibi ifadelerle, küfür, hakaret ve aşağılama yoluyla Ermeni kimliği hedef gösterildi.
Tweet’lerde Afganistanlı ve Suriyeli kimlikleri birlikte kullanılarak, bu kimliklere mensup kişilerin seçimlerde oy kullandığı iddiası dile getirildi. Çarpıtma ve abartma yoluyla ifade edilen bu iddia mültecilere yönelik önyargıları körüklerken, olumsuz bir propaganda aracı olarak kullanıldı. Tweet’lerde mültecilerin sayısının Türkiye vatandaşlarının sayısını geçeceği iddia edilerek, mültecilerin Türkiye’nin bağımsızlığı için tehlike oluşturduğu fikri yinelenerek ve mülteciler tehdit olarak işaret edilerek savaş ve düşmanlık söylemi üretildi.
Tespit edilen ayrımcı söylem ve nefret söylemi içeriklerinin yüzde 30’u ulusal gazetelerde yer alırken bu oran yerel gazetelerde yüzde 70’i buldu. Yerel gazetelerde çıkan haber ve köşe yazıları okuyucularına doğrudan temas ettiği için bu gazetelerdeki nefret söylemi içerikleri okuyucuların gündelik hayatlarında daha etkili olabiliyor. Siyasilerin göçmen ve mülteciler hakkındaki demeçleri ile ilgili haberlerde tırnak işareti kullanılmadan aktarılan demeçler yoluyla nefret söylemi içeren ifadeler yeniden üretildi. Kaçak olarak nitelendirilen Afgan kimliğinin potansiyel bir tehdit olduğu, onların Türkiye’ye düzensiz yollarla geçiş algısı yaratılarak, ‘tacizci’, ‘tecavüzcü’ ve ‘sapık’ gibi olumsuz sıfat kullanımı yoluyla Afganlara yönelik nefret söylemi üretildi ve mevcut önyargılar pekiştirildi.
TIKLAYIN - Raporun tamamını okuyun
Depremde sosyal medya
6 Şubat depremi ertesi deprem bölgesindeki seçim sonuçları açıklandıktan sonra “o depremzedelere gönderdiğim bağışlar haram olsun….” tarzı tweetlerin yanı sıra, seçmenler için, “köylü, çıkarcı, yoksul, varoş, gerici, bilinçsiz” “Bizim tuzumuz kuru oy veren açlar düşünsün….” “Bu cahil halktan başka ne bekliyordun” “Size her şey müstahak cahil amipler…..” tarzı ifadeler kullanıldı. Aslında geçmişte yaşanan (2011) Van Depremi sonrası sosyal medyada sıklıkla okuduğumuz “ eden bulur”, “Allah’ın sopası yok, şehitlerin ahı tuttu” vs. gibi tweetler hatırlanacak olursa aynı “biz ve onlar” konumlandırması içinde ayrımcı ve ötekileştirici söylemler aracılığıyla ötekine karşı nefret kusulduğu akıllardadır.
Hakikat ötesi dönem ve nefret söyleminin birbirine geçtiği ortak temel noktanın, doğru olmadığı bilinen şeyi karşı tarafı ikna etmek veya inandırmak için manipülasyona, dezenformasyona, kara propagandaya başvurmak olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Burada belki de sormamız gereken şu; bizler, vatandaşlar bu gerçeği bile bile neden kandırılmaya karşı gönüllü olarak ses çıkarmıyoruz?
Bu kabulleniş hangi yoksunluğumuza iyi geliyor? Veya geldiğini sanıyoruz?
Hakikat sonrası söylem içimizdeki nefret, öfkenin dışa vurumu için elimizdeki bir silah mı? Bu kutuplaşmadan beslenmek işimize mi geliyor? Evet ise neden?...
(YGİ/EMK)