Sevgili bianet okurları;
Size bu satırları İzmir Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi’nden Sol B-7 koğuşunun çiçek yerine beton ve demir “ekilmiş” bahçesinden yazıyorum.
Daha önce mültecilerle ilgili bir yazı yazdığım, birkaç haberinde video fotoğraf desteği sağladığım (ne garip bu haberler basın özgürlüğü ile ilgiliydi), yıllardır "Barış Gazeteciliği" kavramının medyamızda yer etmesi için ısrarlı ve istikrarlı bir şekilde çalışan bianet'te, öznesinin "ben" olduğu bir yazı yazmak ve bunu da bir cezaevinden yapmak oldukça trajikomik.
Yaklaşık on yıl önce fotoğraf çekerek başladım “bu iş”e... 1 Mayıslar, 1 Eylüller, 21 Martlar, 6 Mayıslar…
İlk videomu ise Gezi’den önceki 1 Mayıs'ta, Okmeydanı'nda çekmiştim. Gezi direnişi ile ağırlıklı olarak eylem videoları çekmeye başladım, eylem videoları yerini video röportajlara, sonra da belgesellere bıraktı. Her ne kadar belgesel ağırlıklı çalışmalar yapsam da “sokak”la bağım hiç kopmadı.
Önceden belirlenmiş özel günlerin dışında kürtaj, internet eylemleri, Vanlı depremzedelerin ve Yırca köylülerinin direnişleri, Soma'daki maden, Hopa'daki sel felaketleri, Cizre ve Sur’daki yıkımlar, İzmir, Suruç ve İsviçre'deki mülteciler, Kazova, Greif ve İZBAN direnişleri, İstanbul'da Paris'te feminist ve LGBTİ yürüyüşleri… Protestolar, anmalar, direnişler, eylemler, grevler ve ne yazık ki cenazeler, cenazeler, cenazeler…
Yüzlerce video, binlerce fotoğraf, on binlerce kelime…
Zamanlar, mekanlar ve özneler farklı olsa da yaptığım tüm çalışmaların tek ortak noktası vardı: “Hak odaklı” olması.
Her ne kadar ikinci kelimesi bana soğuk içi boşaltılmış gelse de yaptığım şeyin literatürdeki karşılığı “video aktivizmi”. Mekandaki fiziki varlığımın yanında, bulunmamın başat amacı “kaydetmek ve aktarmak”. Yani gösteren olmak… Önceleri görünen/gösteren/gören arasındaki sınırlar oldukça kes(k)in çizgilerle ayrılmışken, şu anda bu sınırlar oldukça flulaşmış durumda. Bu kavramlar arasındaki geçiş bazen o kadar hızlı ve ani oluyor ki haber peşinde koşan elinde kalemi kamerası veya fotoğraf makinesi olan bir gazeteci, fotoğrafçı, video aktivist veya yurttaş habercisi bir anda kendisine o haberin öznesi olarak bulabiliyor.
Bu sınır benim için 17 Nisan günü İzmir Bornova'da bir kez daha ortadan kalktı. Üniversite öğrencilerinin referandumdaki şaibelere karşı yaptığı protestoda video çekerken gözaltına alındım. Boynumda TGS ve IFJ'nin basın kartı olmasına ve “ben basınım” dememe rağmen kendimi önce Emniyet Müdürlüğü'nde, beş günlük gözaltı süreci sonrasında savcılıkta, ardından tutuklanma talebiyle hakimin karşısında, derken üç günlük tecrit ve son olarak Menemen T tipi Cezaevinin Sol B-7 koğuşunda buldum. Kısa bir müddet düşünerek tek cümleye sığdırdığım bu 14 günlük süre için bunu ilk kez tecrübe eden biri için ne denli zor bir durum olduğunu anlatmama gerek yok sanırım.
Yaşadıklarımın en trajik tarafı ise belki de şu:
Gözaltı sonrası götürüldüm emniyette bana yöneltilen suçlama “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet” idi. Sonrasında götürüldüğüm adliyede ifademi bile almaya gerek görmeyen savcılık tarafından “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlaması ve tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildim. Oysa olay süresince kurduğum tek cümle polisin sert bir şekilde gözaltına aldığı an kurduğum “ben basınım” cümlesiydi.
Emniyetten mahkemeye çıkarılana kadar geçen birkaç saatlik süre içinde bana bu “suç(!)” uygun görüldü sanırım. Normal şartlar altında hukuk literatüründe “ADLİ HATA” olarak tanımlanan bu durumun kasıtlı olmadığını düşünmek aşırı bir iyimserlik olsa gerek.
Şimdi mi?
Şimdi kapasitesi ilk başta 10, sonra ek ranzalarla 14 kişiye çıkarılan koğuşta 20 kişi kalıyoruz. Nezarethaneden cezaevine, sürekli direktif uyarı ve tacizlerle başlayan psikolojik şiddet ve baskı yerini zorlu fiziki koşulları bırakmış durumda. Protesto esnasında gözaltına alındığım öğrenci arkadaşlarla birlikte yerde yatıyoruz. Yeterli havalandırma ve hijyen koşulları mevcut değil. Yemekler insanın beslenebilmesi için oldukça yetersiz. Sıcak su eksikliği, acil durumlarda bile revire gidememe, 25 metrekarelik iki katlı bir mekanda 20 kişinin yaşaması ilk göze çarpan zorluklar. Fiziki şartlar psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor doğal olarak.
Psikolojik ve fiziki koşullar zor olsa da koğuşta beraber kaldığımız tutuklu ve mahkumlar (başta koğuş mesulümüz Yılmaz abi olmak üzere) bizden maddi ve manevi desteklerini esirgemiyorlar.
Bugünlerde mahkemeye yaptığımız itirazların sonucunu beklerken bir yandan da cezaevine alışmaya çalışıyorum. En büyük moral kaynağımız ise “dışarıdaki”leri bizleri yalnız olmadığımızı gösteren mesajları bunun için herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
En kısa zamanda kamerama ve sokaklara kavuşmak dileğiyle herkese kucak dolusu selamlar, sevgiler.
Yaşasın halkın haber alma özgürlüğü! Yaşasın video aktivizmi’
* Olur da mektup göndermek isterseniz (ki ben çok isterim) adresim: Kazım Kızıl İzmir Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi Sol B 7 Koğuşu. (KK/EA)