İşte size bir mektup:
"Resimleri ve bilgileri gönderiyorum. Şemdinli'de çıkan çatışmada yaşamını yitiren gerillalara ait. Şemdinli Belediyesine bu halde teslim edildi ve halk nehirde cenazeleri yıkıyor. "
Gönderilen fotoğraflara bakamadım. Yanmış ve parçalanmış genç vücutlar. Zaten birkaç gündür Günlük gazetesi de bu resimleri yayınlıyor.
Bir başka mektupta ise Günlük gazetesinde yayınlanmış bir makale gönderilmiş, aynı konuya değiniliyor:
"...Kameramanın çektiği görüntüler son derece ayrıntılı. Gerillaların cansız bedenlerini baştan sonuna kadar, en ince ayrıntılarına kadar izleyen ve görüntüleyen kameramanların tarihe büyük izler bıraktıkları kesin. Daha doğrusu çekimleri yapan kameramanlar bir vahşeti, 21. yüzyılda Türk devletinin Kürtlere, Kürtlerin ölülerine, cansız bedenlerine uyguladıkları vahşeti tarihe kaydediyorlar... Bakamıyorum, gözlerimi kapatıp açmak zorunda kalıyorum bir an. Evet, insanlığın bittiği bir yerdeyiz... 21. yüzyılda, insanlığın ulaştığı bu çağda bir vahşet, düpedüz yaşanan bir vahşet fışkırıyor karşımdaki ekrandan. Amaçları Kürt halkının iradesini kırmak, Kürt kadın ve gençlerinin gözlerini korkutmaktır."
Günlerdir Hakkâri, Şemdinli, Diyarbakır, Van gibi birçok Güneydoğu il ve ilçesinde öldürülen PKK'lılar için törenler düzenleniyor. Cenazeleri karşılamaya giden topluluklar, 'Şehidimiz hoş geldin' pankartları açıyor. Öldürülen PKK'lıların ailelerine verilmeyip, çatışma yerinde gömüldükleri gerekçesiyle büyük gösteriler yapılıyor, polisle çatışmalar çıkıyor.
Kürt kimliğini savunan siyasi akımın etkili olduğu yörelerde öldürülen PKK'lılar 'terörist' diye değil 'şehit' diye karşılanıyor ve öyle muamele görüyorlar.
Güneydoğu'nun son günlerdeki manzarası bu...
Bir diğer ifade ile söylemek gerekirse: Orada tamamen farklı bir psikoloji ve tamamen farklı bir kamuoyu oluşmuş durumda...
***
Türkiye'nin batısında PKK saldırılarında yaşamlarını yitiren askerlerin cenazeleri kaldırılıyor. TV kanalları, gazeteler, cenaze törenlerini, asker ailelerinin acılarını kamuoyuna yansıtıyorlar. Cenaze törenlerinde 'Şehitler ölmez vatan bölünmez. Kahrolsun PKK' sloganları atılıyor.
Batı'daki kamuoyu öldürülen PKK'lıların sayılarını, nerede öldürüldüklerini TV'lerden öğreniyor. Onların isimlerini bilmiyor, kim olduğuna pek de aldırmıyor. İşin o boyutu, egemen kamuoyu için fazla bir anlam ifade etmiyor. Batıdaki kamuoyu için, öldürülen PKK'lılar, bir istatistikten öte bir anlam taşımıyor.
İki yakayı da imkanları el verdiği oranda anlamaya çalışan biri olarak, ülkemizde iki farklı kamuoyunun ve iki farklı duyarlılığın oluşmakta olduğunu endişe ile gözlemliyorum. Gerçekten de psikolojik olarak iki taraf birbirinden kopuyor.
Elbette ki, hem Batı'daki kamuoyunda hem Güneydoğu'daki kamuoyunda, bu 'genel psikoloji'den farklılık gösteren sesler var. Her iki tarafta da karşı tarafın acısını algılayabilen, karşı tarafla empati kurabilen insanların olduğunu görüyoruz. Bu insanların ortak bir kamuoyu oluşturma potansiyelleri de var.
Ama, 'bu savaş bir an önce bitsin, soruna çözüm bulunsun' diye düşünebilen ve empati kurabilen bu tür insanların sayısındaki artış, sürecin genel akışını çok etkileyecek güçte görünmüyor. Özellikle de Güneydoğu bölgesinde, bizim TV'lerde izlediğimiz, gazetelerde okuduğumuzdan çok farklı bir ruh hali derinlik kazanmaya devam ediyor.
***
Güneydoğu'da farklı bir siyasi kültür, farklı bir toplumsal algı oluşuyor.
Burada oluşan yeni psikolojiyi ve yeni siyasal kültürü algılamayan veya ona aldırmayan, konuyu 'dağlarda çözülmesi gereken askeri bir sorun' olarak görmekte ısrar eden anlayış devam ettiği sürece, Güneydoğu'daki ruhsal kopuş devam edecek.
Bu sorunu kendi gerçekliğinden koparıp bir 'askeri sorun'a, bir 'terör sorunu'na indirgeyen anlayışın, bu mantıkla yeni bir çözüm yolu üretmesi mümkün görünmüyor.
Kürt sorunu, son derece büyük toplumsal, kültürel ve psikolojik derinliği olan bir sorun. Çözümü de siyasetten, uzlaşmadan, diyalogdan geçiyor.
Siyasetin, bir an önce, bu konunun asıl sahibi olarak sahneye çıkması, Meclis'in devreye girmesi gerekiyor. Siperlerde fotoğraf çektirme yarışıyla bir yere varılamayacağı artık anlaşılmalı.
Tren kaçmadan, uçurum daha da büyümeden... (OÇ/TK)