Krize Açık Davet
Ama, Türkiye bütünüyle çok şey kaybetti. Kriz birçok soruyu kafaların çengeline takarken, tartışmaları da yoğunlaştırdı.
Tartışılan iki önemli sorudan biri, yeni bir sıcak para kaçışı karşısında ne yapılacak? Sıcak para kaçışını eninde sonunda kaçınılmaz kılan, dövize çıpa uygulaması ne kadar doğru?
22 Kasım krizi geçiştirildi, IMF 'nin ek rezerv kolaylığı ile darboğaz aşıldı sanılıyor ama, kazın ayağı öyle değil.
Kim ne derse desin, yılda 200 milyar dolar gelir üreten, dünyanın 20. büyük ekonomisi Türkiye'nin bir sıkımlık canı var. O bir sıkımlık can, bir anda kanatlanıp uçabilecek 6-7 milyar dolarlık sıcak paradır.
O kaçışın önünde ne bir engel vardır, ne de bu kaçıştan sonra, kanayacak yarayı kapatacak, kan kaybını önleyecek bir tampon. Üstelik, Türkiye, bu açık yarayla yaşamayı göze alacak kadar da çaresizdir.
Bu acizliğin belgesi, ekonominin gerçek dümencisi Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel'in birazdan aktaracağım 22 Ekim 2000 tarihli Montreal konuşmasıdır.
Sıcak para oynar...
Üretime yönelik yatırım yapmaya gelen doğrudan yabancı sermaye ile para karşılığı para kazanmak için gelen yabancı kaynaklar çok farklı.
Ülkeye sırf para ile para kazanmak için gelen yabancı kaynaklara, kısa vadeli sermaye hareketleri, halk dilinde ise 'sıcak para' deniliyor.
'Sıcak para' artan ithalatı destekler. Ülke ürettiğinden daha fazlasını hovardaca tüketir. Ama, 'sıcak para' ürküp veya ürkütülüp, aniden ülkeden kaçmaya kalktığında ülkeyi kasıp kavurur, tahrip eder.
Son birkaç yılı hatırlayın. Asya, Rusya ve Latin Amerika krizlerinde bu böyle olmuştur. Yabancı sermaye yatırımlarını teşvik eden bazı ülkeler, 'sıcak para' akımlarını kontrol altında tutar. Örneğin, Çin yabancı sermaye yatırımlarından en çok yarar gören ülkelerdendir, fakat Çin'de kısa vadeli sermaye hareketleri kontrol altındadır. Bizde ise, 1989'daki finansal liberalleşme ile her türlü kontrol kaldırılmıştır.
Kısa vadeli sermaye hareketlerinin kontrolsüzlükten kaynaklanan tahrip gücü herkesçe bilinir. Kapalı kapılar ardında, çözüm üretmek için toplantılar yapılır. Ancak, bu tahripkâr güç başkaca emeller için de kullanılabildiğinden, güçlü ülkeler; bu gücü kullanmayı da sever.
Egemen ülkeler, topa tüfeğe gerek duymadan, sadece bu oynak parayı uzaktan kumanda ederek de bir ülkeye istediklerini yaptırabilirler.
Sıcak para bir ülkeye yüksek kazanç elde etmek için gelir. Yüksek kazanç elde etmek için ya ülkede faizlerin yüksek, ya da kur artışlarının yavaş olması gerekir. İşte 'kur çıpası' burada devreye girer.
Kur çıpası, kurların yavaş artırılmasıdır. Kurlar yavaş arttığında, sıcak para ülkeye gelir. Gelen sıcak para, kur artışlarının daha da düşük tutulmasına yardım eder, yani ülke parası aşırı değerlenir: İthalat artar ihracat yavaşlar.
Gelen 'sıcak para' dış ticaret açığını finanse eder. Bu sürdürülemeyecek bir kısırdöngüdür.
Devalüasyon 'sıcak para'nın kaybetmesi demektir. Bu nedenle 'sıcak para' devalüasyon söylentilerinden tedirgin olur olmaz ülkeyi terke hazırlanır ve kriz doğar.
Erçel'in ifşaatı...
Türkiye'nin de aralarında olduğu orta gelirli ülkeler kronik enflasyonla mücadele programlarını uygularken, ihtiyaç duydukları bu 'sıcak para'nın kaçıp gitmesinden kaynaklanan krizlerin önüne geçmenin önlemlerini de bulmaya, bunları uluslararası platformlara getirip çözüm aramaya çalışıyorlar.
İşte, 22 Kasım krizi yaşanmadan bir ay önce, Montreal'de yapılan, (ama nedense necip medyamızın ıskaladığı), bir toplantıda Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, sanki başımıza gelecek olanı hissederek bu noktaya parmak basıyor ve "Krizlerin Önlenmesinde Yabancı Yatırımcıların Rolü" başlıklı konuşmasında şöyle diyordu:
"Özel sermaye hareketleri, ekonomik büyümenin finansmanı için önemli bir kaynak teşkil etmekle birlikte, derin mali krizlerin nedenlerinden biri de olabilmektedir. Sermaye hareketlerinin artması, ödemeler dengesinin sermaye hesabından kaynaklanan bir krizin çıkma olasılığını da o ölçüde arttırmaktadır.
"Ayrıca, kısa vadeli fonların toplam sermaye hareketleri içindeki payı da hızla büyümüştür. Kısa vadeli sermaye hareketleri tutarının yüksek düzeylere ulaşmasıyla birlikte, uluslararası özel yatırımcıların davranışları daha da önem kazanmıştır.
"Meksika, Güney-Doğu Asya, Rusya ve Brezilya'da yaşanan mali krizlerden aldığımız derslerden biri, uluslararası özel yatırımcıların rasyonel ya da irrasyonel davranışlarının krizlere neden olabileceği ve dünyadaki tüm mali piyasalara sirayet edebileceği gerçeğidir.
"Örneğin, akılcı bir davranış olmasına rağmen, özel yatırımcıların ortak hareket etmesi beklenmedik olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.
"Bir kriz ortamında, likidite ihtiyacı ve krizin diğer gelişen ülkelere de sıçraması olasılığı uluslararası yatırımcıları bu ülkelerde sahip oldukları portföy yatırımlarını elden çıkarmaya yöneltmektedir. Bu durum bireysel anlamda rasyonel bir davranış gibi görünse de, uluslararası özel yatırımcıların ortak hareket etmesi sonucunda mali krizler oluşabilmektedir.
"Öte yandan, özel yatırımcıların asimetrik bilgi akışı yüzünden aldıkları akılcılıktan uzak kararlar krizlerin gelişimini hızlandırabilmektedir."
Neler yapılabilir?
Gazi Erçel, 'sıcak para'nın kaçışıyla yaşanabilecek sorunlar karşısında özel yatırımcıların mali krizlere karşı destekleri konusunda neler yapılabileceğini şu cümlelerle ifade ediyordu:
"Bu gerçeği dikkate alan uluslararası topluluk, bir kriz anında yatırımcı kaçışlarını azaltmak ve dışsal taleplerin yeniden yapılandırılmasını sağlamak amacıyla, özel yatırımcıların mali krizlerle mücadeleye destek olmasına imkan verecek tedbirler alınmasını kararlaştırmıştır.
1994 yılında yaşanan Tekila krizinden sonra, krizlerin önlenmesinde ve çözümlenmesinde özel yabancı yatırımcıların ne gibi katkıları olabileceği konusu gündeme gelmiştir. Ancak bu konunun yeterince tartışılmadığı gözlenmektedir.
Hatırlanacağı gibi, bu konu 1999 yılında G-7'lerin Köln Ekonomik Zirvesi'nde gündeme getirilmiş, daha sonra hem G-7'lerin maliye bakanları, hem de G-20'lerin temsilcileri, uluslararası yabancı yatırımcıların krizlerin önlenmesinde ve çözümlenmesindeki rolleri konusunda raporlar hazırlamışlardır. Ancak bu konuda henüz somut bir ilerleme kaydedilememiştir."
Bile Bile Lades
Size tuhaf gelmiyor mu? Bir tercih yapıyorsunuz. Yüksek faiz ve düşük kur ile sıcak para davet ediyor ve tüm dengenizi neredeyse bu sıcak para girişine terkediyorsunuz. Ama bu sıcak paranın sizi parmağında oynatabileceğini, bir anda kanatlanıp giderek altınızdan sandalyeyi çekeceğini de biliyorsunuz. Buna karşılık da hiçbir önleminiz yok. Ama siz yine de bu oyunu oynamaya devam ediyorsunuz. Tek güvenceniz, IMF'nin şefkatli kolları...
Evet, Türkiye tam da bu şekilde ifade edilecek, acınası bir konumdadır. Bağışıklığı iyice zayıflamış, her küçük mikroptan etkilenebilecek bir hasta görünümündedir Türkiye ekonomisi.
22 Kasım ve sonrası Türkiye'de olanları, 'sıcak para' optiğinden hatırlayalım:
Enflasyonla mücadelede 'kur çıpası' kullanıldığından, TL 2000'de yüzde 15 dolaylarında aşırı değer kazanmıştır. Bu durum ithalatı kamçılamış, ihracatı cezalandırmış ve eylül sonu itibarıyla dış ticaretin 19 milyar dolar gibi bir açık vermesine neden olmuştur.
Bu durum Türkiye'deki sıcak parayı tedirgin etmiştir. Sıcak para aniden ürkütüldüğü için Türkiye'den 6-7 milyar dolar para dışarı kaçmış, faizler coşmuş, çok pahalı bir kriz yaşanmıştır. Bundan da önemlisi, Türkiye inanılmaz boyutlarda ekonomik ve politik taviz vermek zorunda kalmıştır:
AB ile KOB, önemli bir değişiklik olmamasına rağmen hemen kabul edilmiş, stratejik önemi olan Telekom, THY , Eti Bor gibi , önemli tesislerin hemen özelleştirilmesi sözü verilmiş, tüm faturanın dar gelirliye çıkartılması karara bağlanmıştır. Ama, krizi doğuran nedenlerin düzeltilmesi yolunda bir strateji değişikliğine gidilmemiştir.
Görünen odur ki, hâlâ çıpa kullanılacak, sıcak paranın yurda girmesi teşvik edilecek, gerektiğinde her an 'ürkütülebilecek' bir kriz ortamı daha yaratılacaktır.
Özet: Krizden hiçbir ders alınmamıştır, sıcak para her an Türkiye'yi vurabilir...