Çocukluğumun hayal bebekleriydi onlar. Henüz alışveriş merkezleri yoktu. Büyük oyuncakçıların sayısı da bir elin parmaklarını geçmiyordu. Ablamla bebeklik çağını çoktan geride bırakmış kendimizi evciliğin sihirli dünyasına kaptırmıştık.
En favori oyunumuz "sirkçilik"ti. Yataklarımızın birer karavan olduğunu ve sirkimizle dünyayı gezdiğimizi hayal ediyorduk. Karavanlarımızın, annemin koltuk takımının minderlerinen oluşan basamaklarında yol alıyor, hayali köpeğimiz, fillerimiz, akrobasi hareketlerimizle pek eğleniyorduk.
Sonra bir gün "Barbie"ler girdi hayatımıza. O güne dek sahip olmayı düşlediğimiz, boyu boyumuza yaklaşan, şarkı söyleyip dans da edebilen bebeklerin sanki ters kopyasıydı.
Boyu avuç içine yakındı. Şarkı söylemiyor, dans edemiyordu ama bambaşka bir büyüsü vardı. Alıştığımız bebeklerden farklıydı. Ne koca kafalı, ne yamuk yumuk elli...
İki çeşidi revaçtaydı: Şimdiki incecik "Barbie"ler ve hafif kilolu "Sindy"ler. Aylarca hayallerimizi süslediler. "Barbie" mi "Sindy" mi alınacağı konusunda ablamla tarihimizin önemli tartışmalarını yaşadık. Ben hep Sindy'lerden istedim -o zamandan belliymiş kilolarla barışıklığım... Sonra bir "Sindy"miz oldu. Birkaç gün oynadıktan sonra hiçbir işe yaramadığına hükmedip macera dolu sirk hayatımıza geri döndük.
"Rüya kadın" geri döndü
Ancak avuç içi büyüklüğündeki "rüya kadın"lar, geçtiğimiz yıl yeniden hayatıma girdi. Bu kez önce kızımın düşlerine oradan da evimin başköşesine... Yıllar içinde artan kilolarıma inat o zayıflamış, yüzü ve saçları da değişmişti sanki. Üstelik artık daha donanımlıydı. Doktor Barbie, hamile Barbie, dansçı Barbie, Barbie üç silahşörler, Barbie evi, arabası, günlüğü, kuaförü, dans aksesuarları ve daha neler neler...
Kızlar için makyaj malzemeleri, parfümler, ojeler, barbie desenli giysiler, tokalar, çanta ve aksesuarlar, nevresim takımları, çoraplar, defterler, kalemler ve daha bir sürü şey... Engellemek, yok saymak neredeyse imkânsız.
Bitmek bilmeyen talepleriyle başedemeyince çözümü, kızıma "sınır getirmekte" buldum. Buna göre, kızımın dört haftada bir oyuncak günü oluyor. O gün, birlikte oyuncakçıya gidiyor akıl- izan sınırları dahilinde istediği bir oyuncağı almaya çalışıyoruz.
O da aradaki süreyi yeni alacağı oyuncağın hayalini kurarak geçiriyor. Evet, bu oyuncak genellikle "Barbie"ler ve bitip tükenmek bilmeyen aksesuarlarından birisi oluyor. Ve neyseki, kızım genellikle oyuncakçıda fikir değiştiriyor...
Sahip olmasa da öğreniyor
Ama ona sahip olmak istemese de "ideal kadın" ve "ideal erkek"in ne olduğunu o raflardan öğreniyor: Uzun bacaklı, dik göğüslü, sarı saçlı, masmavi gözlü, mükemmel vücutlu, muhteşem giysili, sık sık alışveriş yapan, çocuk doğuran, çok gezen, çok eğlenen... Üstelik yakışıklı mı yakışıklı bir de erkek arkadaşa sahip.
Tevekkeli değil, kızımın önceki okuluna bu tarz oyuncaklar alınmıyordu. Okul yönetimi, "mükemmel kadın ve erkek modelleri" olarak zihinlerine kazınan "Barbie"lerin, çocukların bedenleriyle ilgili gerçekçi olmayan beklentilere girmelerine, memnuniyetsizlik yaşamalarına, psikolojik sorunlar yol açabileceğini anlatıyordu.
Çocukların yaşam ve tüketim tarzlarına ilişkin yargıların oluşmasında da etkili olan bu oyuncakların yasaklanmasından doğrusu ben de hiç şikayetçi değildim. Ama işte herşey bir yere kadar.
Ne kadarı "Barbie"lerin etkisiyle bilmem ama 5.5 yaşındaki kızımın hayali uzun sarı saçlara ve mavi gözlere sahip olmak. Hayali malzemelerle makyaj yapmadan, parfüm sıkmadan sokağa çıkmaktan hoşlanmıyor. Daha kötüsü, insanları çirkin - güzel, zevkli zevksiz diye kategorize ediyor. Biz farklı şeyler söylemeye çalışsak da "güzel kadın"ın ne olduğuna ilişkin bir fikri var.
Ve ben ailemin kadınlarından miras kilolarımla kızıma sarılırken bu durumla baş etmenin bir yolunu arıyorum. Ve sonra bir fikir geliyor aklıma: Bu ay oyuncak gününde kızıma "çirkin" bir bebek almak... (BB)