Hani bir reklam vardı, çocuk da yaparım, kariyer de... Heyecanlı, umutlu, parlak gözlerle gülümseyen kadınlar, televizyonlarımızdan salonlarımıza, yatak odalarımıza, zihinlerimizin en ücra köşelerine kadar sesleniyorlardı: "Çocuk da yaparsın kariyer de!" Hatta ve hatta, "Başarılı, güzel, ideal kadın olmak için çocuk da yapmalısın, kariyer de!"
Hiç de imkansız değil, öyle değil mi? Hem etrafta çocuk da kariyer de yapmış pek çok kadın var... Hem erkeklerin çocuk ve kariyer ikilemini sorgulamak zorunda kalmıyorsak, kadınlarınkini niye sorgulayacakmışız ki? Kreşmiş, sosyal hizmetlermiş, bakım hizmetleriymiş, kimin aklına gelir ki?
Evet, çocuk da kariyer de yapabilmeyi başarmış kadınlar var... Ancak sanırım ilk bakışta fazla göze çarpmayan bir grup daha var... Çocuk ve kariyer denklemini başarıyla aşamamış (!) kadınlar... Üstelik belki de bu durum çocuk ve kariyer ikileminin haksızlığından çok yeterince mücadeleci, profesyonel, çalışkan, fedakar ve daha bir dolu şey olamayışlarıyla açıklanabileceğinden, bu çelişkiyi bir çeşit tercih gibi yaşayan kadınların sayısı sanırım bu "mutlu" azınlıktan kat kat fazla...
Bendeniz işte bu "çoğunluktanım". Çocuk ve kariyer ikileminde yolda kalmış olanlardan... Yalnız değilim, biliyorum... Daha geçen hafta bir arkadaşımın başına geldi. Bu arkadaşım, Türkiye'nin güzide (!) firmalarından birinde çalışıyor ve ikinci bebeğine hamile. Doğum iznine çıkmasına iki hafta kala "Biz sizden memnunuz ama ikinci çocukla performansınız düşer. İyisi mi biz sizinle yollarımızı ayıralım. Her türlü hakkınızı ödeyelim. Başka bir isteğiniz varsa onu da konuşalım" gibi bir teklifle karşılaşıyor. Arkadaşım, 12 senedir aynı yerde çalışıyor ve şimdi ikilemde... Bir tarafta 12 yılın emeği diğer yanda doğum sonrası kabusa dönüşebilecek yaptırım dolu günler var... Arkadaşımın eşi mi? O erkek babası olmanın sarhoşluğunda, tebrikleri kabul etmekle meşgul...
Peki bu yaşananlar beni şaşırtıyor mu? Öfkelendiriyor, evet... Ama hayır, hiç şaşırtmıyor... Anlattıklarımın farklı bir versiyonunu şahsen deneyimlediğim için tahmin edebiliyorum bu konuşmalar yapılırken yaşanabilecek öfkeyi, utancı, haksızlığa uğramışlık duygusunu...
Hamile kalmadan kısa süre önce işten ayrılmıştım. Beklenmedik bir hamilelikti ama kısa bir şaşkınlıktan sonra büyük bir memnuniyetle karşılamıştım. Hamilelik ve doğum, muhteşemdi. Sonra iş arama günleri geldi... Eğitim, deneyim tamam da yaptığım her görüşmede öncelikli soru, "Çocuğunuza kim bakacak?" oluyordu. "Bakıcı" veya "kreş" cevabı da tatmin etmiyor, "Anneanne ya da babaanne var mı?" şeklindeki sorulara geçiliyordu.
Hep "Acaba bu soruları babalara da soruyorlar mı?" diye düşündüm ama tabii cevabını bulmak çok da zor değildi! Bugüne kadar bu tarz bir soruya muhatap olmuş bir baba olduğunu sanmam...
İş görüşmelerinden birinde işvereni çocuğumun bakımının sorun (!) olmayacağına, anneanne ve teyzenin de destek olmak üzere yanıbaşımızda yaşadıklarına ikna etmeyi başarıp yeni işime başladım...
Süt izni, kreş, sosyal hakları tartışmak bir yana erkeklerden ve çocuksuz kadınlardan eksik iş yapmayacağımı kanıtlamak üzere diğerlerinden daha erken işbaşı yaptığımı hatırlıyorum. Üzerimde onlarca göz olduğu hissi bir yana özel hayatım da hiç kolay değildi tabii. Bir de evdeki durum var tabii... Çocuk yüzünden işini ihmal etmeyeceğini kanıtlamak zorunda olduğum gibi işim yüzünden evimi ve çocuğumu ihmal etmeyeceğimi de kanıtlamak zorundaydım sanki... Kimseye değilse de kendime... Ev, çocuk, iş derken özel alanlar ve zamanlar giderek daralıp yok olmuştu... Ama ne gam, reklamdaki kadınlar gülerek bana bakmayı sürdüyordu: "Çocuk da yaparım, kariyer de..."
Benim mücadelem yaklaşık 1.5 yıl sürdü. Bir holdingin halkla ilişkiler ve idari işler müdürlüğünü bir arada yürütüyordum. Çocuk, ev ve iş hayatı, aile büyüklerinin desteğiyle düzenli bir şekilde devam ediyordu. Düzen kurulmuş, rahata ermiş gibiydim ki, annemin de şehir dışında bulunduğu bir gün kızımın okulundan bir telefon geldi... Kızım okulda hastalanmıştı... İzin alıp çıktım. Kızım beş gün hasta yattı., ben iki gün izin kullandım.
İşe döndüğüm ilk gün, yöneticim beni "sorumsuzlukla" suçladı. "O kadar hastaysa ve benim için o kadar değerliyse kızımın yanına gitmemi" söyledi. Ben de çantamı koluma takıp evime, kızımın yanına gittim.
Onca yıl yaşadığım onca sıkıntı ve fedakarlık sonunda hiç de planlamadığım halde evime dönmek zorunda kalmıştım.
Şimdi düşününce "Keşke susup oturmasaydım da dava açsaydım" diye düşünüyorum. En azından benden sonr akimseye aynı muameleyi yapamazlardı. Öte yandan sonu hüsranla biten öylesine çok hikaye duymuştum ki, o günlerde "Benim başıma neden geldi?" diye sorgulamadım bile...
Yaşadıklarımı ancak kişisel hikayemin dışına çıkmayı biraz başarıp arkadaşımın maruz kaldığı durumun haksızlığını fark edince daha net anlamlandırabildim...
Yine de çok geç kalmış sayılmam bence... Ne de olsa benim yaşadıklarım ilk olmadığı gibi son da değildi... (BE-BB)