Sevgili buralılar, yoldaşlarım, diliyle, Türkçesiyle, Kürtçesiyle, Lazcasıyla, Çerkezcesiyle, Boşnakçasıyla, malıyla mülküyle aramıza sıhhî-duygusal mesafeler koyanlar, beni bazı bazı hor gören, bazı bazı bağrına basan fani homo erectuslar, kulak kabartın sözlerime.
Adım Belgin, kediyim, yerden bir karış yüksek boyum, dişiyim, dertliyim. Bütün öteki başıboş kediler gibi yersiz yurtsuz, yaşsızım. Öğrendim âleminizi, çözdüm dilinizi, çalıyor, söylüyorum.
Cihangir'de bir apartmanda uyuyorum geceleri bir süredir. Bir genç adam, karnımı doyuruyor, apartmanda gecelememe izin veriyordu. Ben de gündüzleri mahalleden kızlarla oğlanlarla takılıp geceleri orada bir köşeye kıvrılıveriyordum. Sonra bir gün adam gitti. Başka nereye gider, ne yapardım? Orada kaldım. Sonra otuz yaşlarında bir kadın aslında benim onu anladığımı bilmeden, ama benimle anlaşmak için başka bir yolu da olmadığından, Türkçe kısıtlılığı içinde bana sempati göstermeye başladı. Gelip gittiği dairenin önüne su ve "mama" koydu. Bu "mama" lafına da gıcık oluyorum aslında. Gençliğimin güzelliğimin doruğunda bir kadınım, hala bebekmişim gibi "mama" yedim mi, yemedim mi... Yiyorum tabii... Ama unutmayın benim birkaç boy büyüklerim ormanlarda geyik avlıyor... Vahşi cazibe, genetik mirasım. Gel zaman git zaman, alıştık birbirimize. Evin asıl sahibi olan adam bana karşı daha mesafeli. Ama onu, benimle Türkçe iletişime girmeye çalışmadığı için takdir ediyorum. Kışın en soğuk günlerini de böyle atlattım. Apartmanın kırık camından yan apartmanın damına çıkıyordum hava almaya. Bir çapkına vuruldum, tabii ateşle barut yan yana durmadı. Birkaç hafta sonra önüne geçemediğim iştah şüphelendirdi. Yoksa gebe miydim? Ben bu karamsar düşüncelerle boğuşurken bir gün bizim kız beni bir kutunun içine soktu. Kızdan bir kötülük beklemiyordum ama insanlara güven olmuyor... Nereye böyle?
Boğuştuk ettik, bir de gözümü açtım ki karnım dikişli, rahmim, bebeklerim, yumurtalıklarım gitmiş. İki gün hiç durmadan miyavladım, yas tuttum. Bir daha çocuk doğuramayacaktım. Ama sonra düşündüm. Evlenmeden doğurmak çocuklara kötülük olacaktı. Onlara tek başıma bakacak param da yok. Herkes çocuk sahibi olmak zorunda değil ki... Büyüyünce, mamasıydı, aşısıydı... Kapattım o defteri, korunma derdi olmadan özgür cinsel yaşam fikri beni mutlu etti. Fakat bir hafta boyunca bir kafeste durduğum için bizim kıza, doktorlara çok kırgındım. Kendileri girerler mi bir kafese? O kız metroya bile binmiyor beni kafese sokuyor. İyi niyetli işte ama yine de bencil bir insan...
Sonra adam geldi, saldı beni. Hastane masrafları da epey tutmuş herhalde, söyleniyordu. Kedilere devlet güvencesi yok ki, ben ne yapayım. Yarın bir gün yaşlılığımızda ne olacak?
Zaten o kadar yaşamam diye düşünüyordum. Sokak şartları. Zor. Cihangir'de sokakta araba altına kalma riski düşük sayılır, Cihangirliler öyle kedi düşmanı da değil. Ama mesela, sokağın köşesinde yenilenen bir apartman var, oranın içinde hala inşaat işleri yapılıyor. Oranın ustası geçen gün kafama taş attı. Arada bir psikopatça bakışlarla üzerime yürüyen insanlar görüyorum, hemen bir araba altına kaçıyordum. Yemek, su garanti değil. Bugün var, yarın yok. Lösemi, FIV, kedi herpesi gibi hastalıklar sağlığımı tehdit ediyor. Beş yıldan fazla yaşamam, hızlı yaşar genç ölürüm diye düşünüyordum. Sonra bu düşünceleri attım kafamdan. Yaşamayı seviyordum ve ölümü düşünmek istemiyordum.
Bizim kızla adam ne zaman apartmandan çıksa benim için hazırladıkları yatağı ve mama kaplarını benimle birlikte dışarıya atıyorlardı. Gerekçeler muhtelif. Apartmanda bir insan aileyle yaşayan köpeğin benden ötürü heyecanlanıp havladığını söylediler. Köpek cazibeme kapılıp kendini tutamıyorsa sorumlusu ben miyim? Ama tahammül edemediğim ve asla edemeyeceğim diğer gerekçe ise apartmanı kokuttuğum. Bir kere ben yumurtalıklarımı ve rahmimi aldırdım. Apartmanın kırık camlarından içeri erkek kediler girip işiyorlar. Cimriliğe devam edip o camı yaptırmazlarsa daha çok kokar apartmanları. Girişteki lokantanın apartmanın hacmini aşan kaka boşaltımı ise cabası. Ama susmak zorundayım, söyleyemiyorum, apartmanda beni alıp uzaklara atmakla tehdit eden bir kadın var. Apartmanın üçüncü katındaki kırık camdan dışarı yan apartmanın çatısında oradan açıldığım başka dünyalarda hacetimi görecek ve yaşadığım yeri pisletmeyecek kadar temiz ve görgülüyüm. Oysa benim sokak yaşamım bana, insan topluluklarının kendi evi olmayan yerlerde tuvaletleri çok pis ve hoyratça kullandığını öğretti. Gözlerimle gördüm. Ama insanlar yalnızca kendilerinin dışkılama hakkı olduğunu düşünüyor ve bizi bu haktan mahrum varlıklar olarak kurgulamak istiyorlarsa buna bir diyeceğim yok.
Hikâye şaşırtıcı olmayan bir biçimde gelişti. Beni çeşitli gerçek olmayan bahanelerle istemediklerini söylediler. Bizim kız beni eve aldı. Onu da anlıyorum, onun insan dünyasında bir vicdan dürtüsü uyandırıyorum, sokaklardaki kötülüklerden beni korumak istiyor. Ama herkes evini arar, nasıl diyorlar "home home sweet home", evi biraz yabancıladım. Fakat öğrendim ki bu zaten geçici bir evmiş. Adam çok sık seyahat ediyormuş, evden erkenden çıkıyor, geç giriyormuş. Benimle ilgilenemeyecek. Bana kalıcı başka bir ev arıyorlar anlayacağınız.
Kızı biraz beceriksiz bulduğumu da itiraf etmeliyim. Meseleye el attım. Çocuk sahibi olmayı düşünmeyen, kedi kumunu, insanların tuvaletleri kullandığından daha temiz kullanan, genç -sanırım en fazla iki yaşındayım- bir dişiyim. Kadına yönelik, çocuklara ve hayvanlara yönelik şiddete "hayır" diyorum. Hayvanlara yapılan eziyetler cezasız kalmasın istiyorum. Bu hayatta insanlar kadar yaşama, varlığımı sürdürme hakkım olduğuna inanıyorum. Bu uğurda mücadeleme devam edeceğim. İstanbul'da her yere giderim, yeter ki huzur olsun.
Son olarak,
Yaşasın Sosyalizm, Yaşasın Halkların ve Türlerin kardeşliği.
Hepinizi öpüyorum. (BD/EK)