O sırtından bıçaklanmış kadın fotoğrafının Haber Türk gazetesinde sürmanşet yayınlanması nedeniyle yine medya üzerinden yoğun bir değerlendirme, eleştiri gündemi oluştu. Kadın sorununun kategorik bir alanı olarak "kadının cinsel kimliği nedeniyle şiddete maruz kalması" hiç kuşku yok çözülmesi gerekli toplumsal sorunlarımızın en önceliklerinden biridir.
Haber Türk gazetesinin sürmanşetinde bir cinayet fotoğrafının tüm çıplaklığı ile yayımlanmasının ilgili soruna yönelik toplumsal bilinç, duyarlılık oluşturabilir olup olmadığı, söz konusu fotoğrafın ideolojik okunması, analizi, konunun medya etiği açından değerlendirilmesi vb konuların her biri derinlikli birer yazının konusu olabilir.
Ama diğer yandan, söz konusu fotoğrafın gazetenin sürmanşetinden yayınlanmasına karar veren genel yayın yönetmeninin bu yayın ile ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamanın değerlendirilmesi de oldukça önemli. Önemli, çünkü bizzat söz konusu yayına karar veren genel yayın yönetmeninin yaptığı açıklamanın içindeki açık ve örtük ideolojik kodlar, yayına konu olan "kadın sorunu" ile de, bu ve benzeri sorunlara kaynaklık eden ve bu sorunları besleyen zihniyet kalıpları ile de doğrudan ilgili.
Fatih Altaylı'nın "Rahatsız Oldunuz değil mi?" başlıklı açıklama yazısını okuduğumuzda, kendisinin genel niyet olarak, toplumda yeterli, duyarlı tepkiyi toplayamadığına inandığı "kadına yönelik şiddet" sorununa, okuyucusuna rahatsız edici bir tonda yaklaşarak (bir cinayet fotoğrafını tüm açıklığı ile yayınlayarak), konuyu kamuoyunun gündemine çarpıcı bir şekilde getirmek olduğunu anlıyoruz. Ama acaba, bu niyetle yaptığı yayının ardından yayın ile ilgili açıklamasında, başka neleri de kamuoyunun gündemine taşımaktadır.
Hemen yazıda yer alan çok tanıdık bir cümleye bakalım. Ne demiş Altaylı, hemen hemen tüm yazı işleri çalışanlarının fotoğrafın yayınlanması ile ilgili karşı görüş ve itirazlarına rağmen, "Bu kez demokrasi yok, bunu basacağız"
Nereden tanıyoruz bu sözü? Nerede otokratik bir iktidar alanı varsa onun tüm söylemlerinden tanıyoruz. Ayrıca yazısında, "Bu kez demokrasi yok, bunu basacağız" sözünü kalın (bold) yapmış Altaylı. Tüm buyurgan söylemlerin yapısının ve işlevinin gerektirdiği gibi. (Bağıran)
Oysa bizzat kadın sorunu da, onun bir parçası olan kadının cinsel kimliği nedeniyle uğradığı her türlü şiddet de, bu otokratik iktidarın ve onun yönetim ve karar alma tarzlarının dolaysız sonuçlarından biri değil mi?
Şiddete uğrayan tekil kadına da, (buyurgan) iktidar (lar) böyle seslenmiyor mu? Bu kez demokrasi yok, seni dışlayacağız / ötekileştireceğiz / sömüreceğiz / döveceğiz......
Ataylı açıklama yazısında diyor ki "yazı işlerinin hemen hemen tamamı bu fotoğraf basılır mı dediler, ama ben basarım"
Yani bu açıklamadan anladığımız bir diğer nokta ise, Fatih Altaylı'nın genel yayın yönetmenliğini yaptığı gazetenin yazı işlerinde görevli tüm gazeteciler "soruna" Altaylı kadar vakıf ve duyarlı değiller. Dolayısıyla, Altaylı'nın yazısında "siz" diye hitap ettiği kesimin öznelerinden hiç olmazsa bazıları bizzat kendi yönettiği gazetenin çalışanları. (Altaylı'ya göre)
Altaylı'ya hatırlatalım, buyurgan iktidarın maddi ve ideolojik örgüsü toplumsal yapıların her düzeyinde tamamen çözülmedikçe "kadın sorunu" da tam olarak çözülmeyecektir. Ve bu sorunun çözümüne gerçekçi ve kalıcı bir katkının yapılacağı alanlardan biri de, bir kamusal hizmet üretim alanı olan gazete yayımlama, hazırlama sürecinde, "Bu kez demokrasi yok, bunu basacağız" söylem ve tavrını terk etmektir. Başka bir ifadeyle, bir gazetenin "kadın sorunu" ile ilgili önemli bir haberi, fotoğrafı yayın yönetmeninin tekil kararı ile yayınlamasını var eden mevcut üretim ilişkileri değişmedikçe "kadın sorununu" da var eden maddi koşullar bütünüyle değişmeyecektir. Çünkü bir sorun çözme aracı, tekniği olarak katılımcı demokrasi bunlar için vardır.
Altaylı'nın yazısının gözüme çarpan diğer epey sorunlu kısmı ise şu, Altaylı, diyor ki, "Allah şahidimdir ki, pek çok haberde bu gazeteyi benim kızım da okuyor diyorum, ona göre davranıyorum"
İşin teolojik boyutunu bir tarafa bırakırsak, bu ahlaki yaklaşım da, bize, R.M. MacIver'in "Altın Kural" adını verdiği ahlaki önermeyi hatırlatıyor. "Başkasının sana yapmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma"; ki epey sorunlu bir ahlaki önermedir bu. Çünkü öznel ve soyut bir düzeyi betimler bir yandan. Diğer yandan ise, içeriksel değil biçimsel bir yaklaşımdır. Somut örnekte ise, gazete de haber yapma sürecinin genel yayın yönetmeninin sadece en yakın çevresi ile kurduğu empati ilişkisi ile ilgili olduğunu, bunun bir sonucu olduğunu göstermektedir. Geçekten çok sorunlu bir alandır bu. Çünkü ideolojik olarak salt bu alanın bakarak başkasını "ötekileştiririz". Birini ötekileştirdiğiniz zaman da MacIver'in "Altın Kural" da birden işlememeye başlar zaten.
Diğer bir konu ise, genelde şiddet olgusunu özelde kadına yönelik şiddet olgusunu kavrama, algılama düzeyimizin "vahşet" düzeyi olmaması gerekliliğidir.
Toplumsal hayatta her türlü ayrımcılığa, eşitsizliğe, baskı ve zorbalığa maruz kalan kadın "kadın sorunu" olarak tanımlanan alanın özgül bir parçasıdır.
Örneğin, şiddete maruz kalıp gözü morarmış bir kadın fotoğrafına toplumsal duyarlılığın azaldığı gerekçesi ile cinayete kurban gitmiş bir kadın fotoğrafını ikame etmek, sorunu var eden tüm süreç ve dinamikler arasındaki ara bağlılıkları kopartmak demektir.
Diğer taraftan, kadına yönelik şiddet ve ona karşı geliştirilmesi gereken toplumsal duyarlılık düzeyini gözü morarmış bir kadın fotoğrafından, cinayete kurban gitmiş bir kadın fotoğrafına doğru çevirmek ve "asıl bu" demek, "artık durum bu aşamaya geldi, durdurun demektir". Oysaki kadına (insana) yönelik şiddet bu aşamaya (cinayet aşamasına) gelmese bile durdurulması, çözülmesi gereken bir sorundur. Mücadele alanları, ilgili tüm alan ve düzeylerdir.
Yani, Altaylı'nın dediğinin tam tersine. Ne diyor Altaylı yazısında; "Kadına yönelik şiddet budur. Morarmış bir göz değil, sırta saplanmış bir bıçaktır." Fatih Altaylı'nın bu yaklaşımı, bilerek ya da bilmeyerek "kadına yönelik şiddet sorunu"na yönelik negatif bir katkı ve yaklaşımdır. Maalesef sorunun tanımı ve çözümüne yönelik değil sorunun varoluşuna katkı yapan bir yaklaşımdır.
Çünkü kadına yönelik şiddet tanımı için illa morarmış bir göz olması bile gerekmez. Sorunu her düzeyde yapısal ve içeriksel tüm değişkenleriyle kavramak, çözmek ve dönüştürmek zorundayız.
Yazıyı bitirirken, sorunla ilgili olarak 1994 yılında yapılan uluslararası bir araştırmaya göre kadına yönelik şiddetin oluşmasına katkıda bulunduğu saptanan belli başlı faktörleri vereyim; (Kaynak: Heise L.L., Pitanguy J. and Germaine, A. "Kadına Karşı Şiddet", Dünya Bankası Yayını, 1994)
Kültürel faktörler
- Cinsiyet merkezli sosyalleşme
- Erkeğin doğuştan üstünlüğüne inanılması
- Erkeğe kadın ve kız çocukları üzerinde mülkiyet hakkı veren değerler
- Aile kavramının özel alan ve erkeğin kontrolü altında olması gerektiğine inanılması
- Evlilik adetleri (başlık parası, çeyiz)
Ekonomik faktörler
- Kadının erkeğe ekonomik bağımlılığı
- Ekonomik kaynaklara kadının sınırlı erişimi
- Miras, mülkiyet hakkı, ortak arazilerin kullanımı haklarına ilişkin yasalarda ayrımcılık
- İstihdama yetersiz erişim
- Eğitime yetersiz erişim
Yasal faktörler
- Kadının yazılı yasalarda veya pratikte daha düşük yasal statüde olması
- Boşanma, velayet ve miras yasalarındaki sorunlar
- Tecavüz ve ev içi istismarın yasal tanımlarının yapılmamış olması veya yetersizliği
- Kadınlar arasında okuma yazma oranının düşüklüğü
- Polis ve mahkemelerin kadınlara ve kız çocuklara özensiz yaklaşımı
Politik faktörler
- Kadının iktidarda, politikada, medyada ve yasal ve tıbbi mesleklerde yetersiz temsili
- Ev içi şiddetin ciddi bir sorun olarak görülmemesi
- Aile kavramının özel ve devlet kontrolünün dışında görülmesi
- Kadının eşitliğinin kurulu düzeni veya dinsel kuralları tehdit edici görülmesi
- Kadının politik bir güç olarak örgütlenmesinin sınırlılığı
- Kadının örgütlü politik sisteme katılımının sınırlılığı
O halde, Altaylı'nın da, yazısında buyurgan tavrını rasyonalize etmek için eleştirdiği normal ve ahlaklı olmaya, görünmeye çalışan sıradan insanlar gibi ve hatta genel yayın yönetmeni olmanın getirdiği toplumsal sorumluluklarının bilinciyle daha fazla duyarlı ve bilinçli olarak ve artık, "Ben yaparım", "ben basarım" türü üst ve buyurgan söylem, yöntem ve yaklaşımlardan kendini arındırmayı öğrenmesi gerekli.
Çünkü biliyoruz ki, nerede buyurganlık varsa, orada şiddeti besleyen, var eden potansiyel bir ilişki vardır.
Ne demişler; "Üslubu beyan ayniyle insan" (ABK/HK)