Bir ülkenin geçmişinde yer alan diktatörlükler, askeri yönetimler ve iç savaşlar, o ülkenin bugününü de etkiliyor, İspanya'da Franco diktatörlüğü sırasında yaşanan acıların izlerine bugün de rastlanıldığı gibi.
Geçtiğimiz haftalarda İspanya Devlet Başsavcılığı'na, 261 ailenin Franco yönetimi sırasında bebeklerinin ortadan kaybolduğu iddiasının belgelendiği bir dosya teslim edidi. Bu dosyadaki iddia sahibi aileler, kendilerine öldüğü söylenen bebeklerinin aslında hastanede çalındığını ve başka ailelere satıldığını belirtmekteydi. Hem de bu kaybolma olaylarının sadece Franco diktatörlüğü sırasında değil, diktatörlüğün bitmesinin ardından demokrasinin ilk yıllarında da devam ettiği söylenmekteydi.
"Yasadışı Evlat Edinme Mağdurları Ulusal Birliği" (ANADIR), aileler adına yasal süreci başlatıp 1950'den beri süregelen bu olayların araştırılmasını ve kaybolan çocukların izinin bulunmasını talep etti. Fakat Başsavcılık bu talebi ulusal düzeyde böylesine bir dava açılamayacağı, bebeğinin çalındığı iddiasında bulunan her ailenin bunu olayın olduğu bölgedeki yerel mahkemelere taşıması gerektiğini belirterek reddetti. Şimdi ise İspanya'nın özerk bölgelerinden biri olan Endülüs'teki birkaç mahkeme, kendilerine gelen talep doğrultusunda bu dosyaları araştırmaya başladı.
Askeri yönetim altında bebek kaçırma olaylarının yaşandığı tek ülke İspanya değil. Bunun çok ağır örneklerine başka ülkelerde de rastlamak da mümkün. Bebek kaçırma olaylarının yaşanmasına sebep olan diktatörlük İspanya'da 1936-1939 arasında süren iç savaşın ardından Franco'nun ülkenin yönetimini ele geçirmesiyle başladı. 1975'de Franco'nun ölmesiyle ülkenin başına kral Juan Carlos geldi, demokrasinin ülkeye tam anlamıyla egemen olması ise birkaç seneyi aldı.
Tam Franco'nun öldüğü ve İspanya'ya demokrasinin geldiği bu yıllarda, İspanya'nın eski sömürgelerinden biri olan Arjantin'de askeri cunta yönetime el koydu. 1976'dan 1983'e kadar süren cunta yönetimi sırasında da bebekler, hatta daha büyük çocuklar ailelerinden kaçırılıp başka ailelere satıldı. Aynı İspanya'da olduğu gibi çalınanlar sosyalist ve Marksist ailelerin çocuklarıydı.
Arjantin'deki askeri yönetim, bir gece yarısı Marksist oldukları gerekçesiyle ailelerin evini basıyor, ebeveynleri kaçırırken çocuklara da el koyup başka ailelere satıyordu. Kaçırılan çocuklar ya orduya yakın ailelere ya da çocuğun nereden geldiğine dair hiçbir bilgisi olmayan ailelere evlatlık olarak verildi. Böylelikle çocuklar hem öz ailelerinin "çarpık" ideolojik düşüncelerinden uzak tutulmuş hem de askeri rejimin ideolojisiyle büyütülmüş oldular.
Yıllar sonra, kaybolan çocuklarının akıbetinden umudunu kaybeden büyükannelerin en azından torunlarını bulmak için yürüttükleri siyasal ve hukuksal mücadele sonuç verip de asıl kimliğini öğrenen bu torunlar, bu sefer çifte şok yaşamış oldu. Hem içinde büyüdükleri aile kendi aileleri değildi, hem de öz aileleri bambaşka bir ideolojik inanca sahipti. Hatta bazıları anneleri hapiste işkence görürken dünyaya gelen çocuklardı.
Franco 1975'te öldüğünde cenazesine Şili'deki askeri darbenin lideri, ülkeyi diktatörlükle yöneten Pinochet de katılmıştı. Dünyanın dört bir yanındaki diktatörler arasındaki bu göz yaşartıcı dayanışma ve askeri cunta yönetimlerinin uyguladığı işkence yöntemleri arasındaki uyum, dünyanın dört bir yanından insanların acı çekmesine sebep oldu, oluyor.
Bugün İspanya'da ailelerin torunlarını, kardeşlerini ve çocuklarını bulmak için bu hukuksal süreci başlattıkları gibi, Arjantin'de yıllardır bunun mücadelesini veren aileler var. Tam tersine nelerle karşılaşacaklarını bilemedikleri ve böylesine ağır bir duygusal yükün altına girmek istemedikleri için bundan kaçınan aileler de var.
Bir yanda kendisine çocuğu öldü denilen aileler, bir yandan kendi ailesinden uzakta büyüyen ve gerçekle karşılaştıklarında travma yaşayan çocuklar.
Kaçırılan sadece bir bebek değil aslında, bütün bir ulusun sağduyusu, bilinci ve kimliği... (ÖÖ/EK)