Çizimler: Kristine Onarheim
Türkiye'de kadınların erkeklere oranla yüzde kaçının yöneticilik pozisyonlarına erişebildiği, renkli istatistiki şemalarla yıl yıl açıklanıyor. Bu şemalarda yıllar ve oranlar değişse de değişmeyen şey iki renk arasındaki uçurum. Rengin temsil ettiği cinsiyete göz ucuyla bakmadan, yüzde 80'lerin üzerinde seyredenin ''erkek'', yüzde 20'lere yeni ulaşmış olanın ''kadın'' olduğunu biliyoruz. İçimizden hayret çığlıkları da atmıyoruz. Belki bir öfke kabarması... Aşina olduğumuz nedenleri hızla gözden geçiriyoruz, toplumsal cinsiyetin kadına yüklediği roller, teoride olmasa da pratikte 'erkek işi- kadın işi' ayrımı, yöneticiliğin pek çok yerde belli ki hâlâ erkeklerin kotarabileceği bir iş, yöneticilerin de 'iş bitirici, otoriter, maskülen' karakterde olması gerekliliği ön kabülü.
İstatistikler, kadınların iş hayatında erkeklere kıyasla yaşadığı bu dezavantajı anlatmakta eksik kalıyor. İşe girmek ve yükselebilmek için olmadığı biri gibi davranmak zorunda kalan, topluluk önündeki sunumlarda elleri titreyen, kalbi hızla çarpan, kendini dışadönüklere yönelik dizayn edilmiş iş ortamlarında, değersiz ve başarısız hisseden kadınların hikayesini atlıyoruz.
Dünyada içe dönüklüğün başucu kitabı haline gelmiş, Türkçeye, "Sakinler de Kazanır" ismiyle çevrilmiş kitabında Susan Cain, Amerikan toplumunun en az üçte birinin içe dönük yapıda olduğunu söylüyor. Siz değilseniz bile eşiniz, çocuğunuz ya da arkadaşınız içe dönük olabilir.
Türkiye'de toplumun yüzde kaçının içe dönük karakter özelliği taşıdığına dair yapılmış herhangi bir çalışmaya rastlamadım.
TDK'ya göre içe dönük, ''Çevresiyle iletişim kurmada güçlük çeken, içine kapalı, sosyal ilişkileri zayıf olan kimse.'' Uzun yıllar ben de TDK gibi düşündüm. Benim gibi, çevremde sessiz- sakin, az arkadaşlı insanlar gözlemledikçe, içten içe onları 'sosyal ilişkileri zayıf olan kimse' olarak gördüm, sayımızın az olduğuna inandım.
Zamanla anladım ki sosyal ilişkileri zayıf olan bu meçhul kimse, aslında enerjisini içeriden alan, az ama derinlikli ilişki tercih eden, sosyalleştikten sonra bir müddet içine dönüp şarj olması gereken insanmış. Ortada herhangi bir zayıflık olmadığı gibi, zengin bir iç dünyası, bol empati yeteneği varmış. Sırf iletişim, sosyalleşme ve kendini ifade etme tarzı farklı diye, bu 'kimse'yi anlatırken güçlük çeken, zayıf ve kapalı anlatım tarzına başvurmak haksızlıkmış.
Aydan, bir otomotiv firmasında ürün müdürü olarak çalışıyor. İşinde yükselmeyi hedefleyen içe dönük bir kadın. Şule, İnsan Kaynakları Direktörü, yıllarca yönetici pozisyonlarında çalışmış, hâlâ öyle. Elif, uzman klinik psikolog, son beş yıldır bir vakıf üniversitesinde çalışıyor. İçe dönüklüğün ne demek olduğunu onlara sordum. Çocukken nasıl hissettiler, içe dönüklük saklanması gereken bir şey mi? Bir insan kaynakları yöneticisi, iş hayatında içe dönüklük meselesine nasıl bakar? İşi almak ve yükselmek için rol yapmak gerekir mi?
Niye böyleyim?
Aydan içe dönük olduğunu fark edeli en fazla bir yıl olmuş. Bu keşfin içini rahatlattığını, kendisini daha değerli hissetmesini sağladığını söylüyor. Çocukken diğerleri gibi olmadığına dair aldığı eleştiriler onda baskı oluştururmuş. Özellikle 'diğer' çocukların daha fazla dikkat çekip sempatik bulunduğunu fark ettiği anlarda, "ben neden böyleyim" sorusu aklına takılırmış.
Elif, bu sorgulamanın çocukta, onaylanmak ve takdir görmek için keyif almadığı aktivitelere kendini zorlaması olarak ortaya çıkacağını söylüyor. O da hikâyesi dönem dönem içe dönüklük- dışa dönüklük spektrumunda bir taraftan diğerine yaklaşan bir içe dönük. Çocukken kendi kendine vakit geçirmekten hoşlandığını, yirmili yaşların başında sosyalleştiğini, sonra yeniden içe dönük karakter özelliklerinin ağır bastığını anlatıyor.
"Niye böyleyim" sorusunun tek bir cevabı yok. Bilim bunu genetik, çevresel ve sosyal faktörler şeklinde çeşitlendirerek açıklıyor. Bu soruyu eskisine nazaran daha az seviyoruz. Onun yerine, "Neden böyle olmayayım?" ya da "Böyle olmanın neresi kötü?" diye sormaya cesaretleniyoruz.
İş hayatında rol yapmak zorunda mıyız?
Doktor Sylvia Loehken "İçedönüklerin Sessiz Gücü" kitabında, içe dönüklerin sahip olduğu tedbir, öze inme, konsantrasyon, dinleme, kararlılık, yazma ve empati gibi belirgin güçlü yönlerinin, üzerine çalıştıklarında onları iyi bir konuşmacıya dönüştürebileceğini savunuyor. Loehken'e göre, eğer yapabiliyorsa ve kendi sınırlarını aşmayacağını düşünüyorsa, içe dönük bir kişinin dışa dönük davranmasında sakınca yok.
Aydan iş görüşmelerinde, işi alabilmek için içe dönüklüğünü saklamaya gayret etmemiş ancak dışa dönük taraflarını öne çıkarmış.
Şule, içe dönük bir adayın iş görüşmesinde kolay kolay dışa dönük rolü yapamayacağını, yapsa bile bir süre sonra bir yerden açık vereceğini düşünüyor. Ama Aydan aynı görüşte değil. Ona göre iş ortamında pek çok kişi kendisine dışa dönük görünümü veriyor.
Çoğumuzun CV'sinde hep arzuladığımız ama gerçekleştirmeye vakit bulamadığımız hobiler, dil kursları, bir kere gidilip bırakılmış topluluklar var. Belki, her ne kadar gerçekleştirememiş olsak da CV'mize yazmaya layık gördüğümüz o hobinin bizi yansıttığını, söylemek istediklerimizi iyi ifade ettiğini düşünüyoruz. Kimi zaman da ''bu işi olduğum kişi olarak iyi yapabileceğime inanıyorum, ancak onların kafasındaki kriterlere uymam gerek'' hissi oluşuyor. Bu kriterler de çoğunlukla- içe dönükler için biçilmiş kaftan sayılan meslekleri saymazsak- sosyal, kendini iyi ifade edebilen, binbir türlü eğitim ve aktivite ile hem iş donanımını geliştirmiş, hem de sosyalliğini kanıtlamış olmak. Bu durumda, bir içe dönüğün kendini eksik hissetmesi ve yapabileceğine inandığı bir işi genel geçer kalıplara kurban etmemek için bilinçli ya da bilinçsiz rol yapma eğiliminde olması doğal görünüyor.
İş hayatında içe dönüklük konusu yok sayılıyor
Amaca ulaşana kadar rol yapmak mübah diyelim, peki ya sonrası? Dr. Sylvia Loehken'in bahsettiği gibi, sınırlarımızı aşırı zorlamıyorsa ve yapabiliyorsak, dışa dönük yönlerimizi vurgulamaya devam etmeli miyiz? Bu durum, dışa dönüklere göre dizayn edilmiş iş hayatının yazılı olmayan kurallarını desteklemeye, yeniden üretmeye yol açmaz mı?
Aydan'a, daha da yükselebilmek için dışa dönük gibi davranmaya devam edip edemeyeceğini soruyorum; "Evet yapabilirim", diyor. Peki, tercih eder misin? Cevabı "hayır." ''Biz rahatsız olduğumuz şartlara uyum sağlamamalıyız, iş yerleri bizim ihtiyaçlarımızı gözetmeli ve anlamalı." Yine de çoğumuzda olduğu gibi onda da her şeyin şıp diye değişmeyeceğine dair yerleşmiş bir inanç var. Bu sistem böyle devam edecektir diye düşünüyor. İş hayatı ve içe dönüklük konusunun neredeyse hiç konuşulmuyor, bilinmiyor, bilinse de önemsenmiyor olması, iş hayatındaki içe dönükleri yalnızlığa itiyor. "Bir elin nesi, iki elin sesi" lafı boşuna değil.
Susan Cain kitabında, iş hayatında dönüşüm yaratmak için dev egolu kişiliklere değil, kendi egoları yerine, yönettikleri kurumlara odaklanan liderlere ihtiyaç olduğunu söyler. Aydan'a "sence iyi bir lider nasıl olmalı" diye soruyorum. Birçok güzel özellik sıralıyor. En çok hoşuma gideni, insanların bir liderin fikirlerine kendi kendine ikna olması gerektiğinin altını çizmesi. Zorlama, tepeden bakma, özgüveni ve ünvanıyla ezme yok. Öyle olsa zaten lider demezdik. Belki sadece yönetici derdik.
Şule, bu ayrıma dikkat çekerek, "herkes lider olmalı mı?" diye soruyor. Ona göre yöneticilik bir şekilde erişilebilecek bir unvan ama liderlik bambaşka.
Yine de iş hayatında ipleri elinde tutan, karar verici statüsünde olan kişilerin çoğunu, kendini lider olarak ifade edenler de dahil, kendinden ara sıra şüphe eden, kısık sesli, yapmacıksız bir mütevazılık halinde göremiyoruz. Öz güvenini kanıtlayan yüksek bir ses tonu, konuşma ve yazışma tarzında netlik ve buyurganlık, güce dair bildiğimiz her şeyi temsil ediyor. Teoride yalnızca dışa dönüklere ait olmayan liderlik, pratikte, iş hayatının yerleşik kabullerinden ötürü o sınırlarda yüzüyor gibi görünüyor.
Aydan, her ne kadar, içe dönüklüğün iyi bir lider olmak için biçilmiş kaftan olduğunu düşünse de iş hayatının gerçekleriyle örtüşmediğinin farkında. "Yükselebilmek için yaptığın işi satmalı, yapmadıklarını da yapmış gibi göstermelisin" diyor. İlk defa duyduğumuz cümleler değil. Yine de bu kabul hali canımızı yakıyor. Yeri geldiğinde insanları terslemeye hazır olmalı mıyız?
Dışa dönük olsaydım daha başarılı olur muydum?
İş hayatında malum cam tavan yolumuzu tıkıyor. İçe dönük kadınlar için bu durum ikiye katlanıyor. Hem kadın olmanın getirdiği ön yargılar ve zorluklar, hem de dışa dönüklere hitap eden bir dünyanın parçası olmaya çabalayıp durmak.
Peki, ne yapmalı? Kuralları olduğu gibi kabullenip başarılı olabilmek için olmadığımız biri gibi davranmaya devam mı etmeli? Bir içe dönük kadın ya finansçı, bilgi işlemci, yazar ya da herhangi başka bir 'içe dönük meslek' e ait görmüyorsa kendini... Kendi iletişim tarzıyla kabul görmek, açık ofislerin gürültüsüne, ekip toplantılarının ve beyin fırtınalarının yoruculuğuna hayır diyebilmek istiyorsa. Farklılılara saygı duyulan bir iş yerinde farklılıklara saygı duyan bir lider olma hayalindeyse... Bu hayali rafa mı kaldırmalı?
Elif bu sorunun cevabını, ''İçe dönüklerin yöntemi farklı olabilir'' diyerek veriyor. Yine de bu yalnız mücadeleyi sürdürebilmek, dışa dönüklük baz alınarak tasarlanmış bir sistemin karşısında sarsılmadan durabilmek zor.
Oysa Google'da yaptığımız her Türkçe aramada, iş hayatında içe dönükleri destekleyen en az birkaç içeriğe rastlasaydık, sosyal medyada tartışılır ve konuşulur olsaydı, Aydan'ın dediği gibi çoğu kişi yine kendini dışa dönük gösterme ihtiyacı hisseder miydi? Yoksa, ben de öyleyim diyebilmek daha kolay mı olurdu?
Ben de böyleyim
Çocukken sorduğumuz "Ben neden böyleyim?" sorusu, kendimizi ve içe dönüklüğümüzü keşfettikçe gururlu bir "Ben de böyleyim"e dönüşüyor. Ben de böyleyim; insanları dinlemekte, onların hissettiklerini anlamakta iyiyim. Yalnızlığımdan ve tek başıma çalışmaktan zevk almayı biliyor, konsantrasyonumu kolay kolay kaybetmiyorum. Etrafımın insan dolu olmaması, her toplantıda kendini en iyi ifade eden kişi olmamam, iyi fikirlerim olmadığı anlamına gelmiyor. Ben de böyleyim; kendi yöntemlerimle kabul edilmek, kendimi en iyi hissettiğim şekilde ifade edebilme hakkımın olmasını istiyorum.
Ben de böyleyim; belki iş hayatında koyu kurallara uyum sağlamak için değişmesi gereken ben değilimdir. Belki, beni değişmeye zorlayan sistemin bir yerleri hasarlıdır ve asıl tamir edilmesi gereken o hasarlı yerlerdir.
Kaktüs projesi, iş hayatındaki dışa dönük kurallarla epey hırpalanmış iki içe dönük kadın tarafından, konuyu toplumda ve özellikle kadınlar arasında tartışmaya açmak için tasarlandı.
Projenin sosyal medya hesabı için burayı tıklayın.
(HE/AÖ)
*"Bu içerik, Impact Hub Istanbul ve ABD'nin Türkiye Misyonu tarafından desteklenen Project Zoom kapsamında hazırlanmıştır. ABD Hükümeti'nin Resmi görüşünü yansıtmamaktadır. Burada paylaşılan bilgi ve görüşlerin sorumluluğu tamamen sahibine aittir.