Taşköprünün üstündeki sokak lambasının altından seyrettiğinizde Kars, zamana teslim olmuş bir esirdir artık; ne sokaklarında parke taşlar dizilidir, ne at kızaklarından gelen zil sesleri takılır kulağınıza, ne de yokuşlarında kızakla kayan yanık yüzlü çocukların çığlıkları.
Sokaklar bina cesetleriyle doludur. Talan edilmiş, yağmalanmış sanki bir Moğol akını az önce geçmiştir. Yoksulluk, kahvelerde, soba başlarında oturan işsiz erkeklerden çok, aç, cılız ve korkak sokak köpeklerinde görünür olur. Bir kent nostaljisinden öte sıkıntıdır. “Beşikler vermişim Nuh'a salıncaklar, hamaklar, Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır” bile diyemez, utanır karla kapatır yüzünü.
Ebul Hasan Harakani türbesi ve Havariler Kilisesi
Kaleiçi mahallesindeki Evliya Camisinin bahçesindeki Ebul Hasan Harakani’nin mezarı bir “mahalle türbesi”ydi. Toprağından yiyen çocukların şifa bulduğu, önünden geçerken Selçuklular döneminde ona ve onunla birlikte Kars’ta şehit düşen bil cümle evliyaya fatiha okunmadan geçilmeyen, olmayacak dilekler tutsun diye ağaçlarına çaputlar bağlanan basit bir mahalle türbesi işte.
Hemen karşısında, çan kulesi yerle yeksan edilmiş, içi talan edilerek rölyeflerine kadar kazınmış, bütün “altın efsaneleri”nin kurbanı olmuş; önce kilise, sonra cami, sonra tekrar kilise, tekrar cami, sonra benzin deposu, sonra müze, sonra tekrar cami yapılmaktan harap ve bitap düşen son makyajı da pimapenden pencere pervazlarıyla tamamlanan 900’lü yıllardan beri olduğu yerde duran Havariler Kilisesi ya da şimdiki adıyla Kümbet Camisi.
Cephesinin insan figürleriyle bezeli, kulesinin ise Evliya Camisi minaresinden yüksek olması onun her zaman bir “devşirme” olarak kalmasına sebep oldu. “Bunlar” geldiğinde “öyle bir şey yapıla ki bu devşirmeden daha görkemli daha büyük daha muhteşem ola” diye buyurdular.
Mahalle türbesinden “tarihi külliye” yaratmak
Mahalle arasında kalmış türbe bir anda külliyeye çevrilmeye başlandı. Üç bin kişilik camisi, iki yüz kişilik misafirhanesi, umumi abdesthaneleri, banyoları ve şadırvanları bulunacak olan külliyenin yedi adet de kapısı olacaktı. Greyderler hızla çalışmaya başladı, bahçedeki mezarlar kepçe ile sökülerek kemikler bir araya toplandı ve muhteşem Türk-İslam mimarisi marifetiyle, bundan bilmem kaç yüzyıl önce yapılmış taş ustalığının yanına bile yaklaşamayacak kabalıkta, külliyenin büyük bir kısmını tamamladı.
Ortaya çıkan eser büyük mimar Melih Gökçek’in eserlerindeki o müthiş farklılığı yansıtıyordu: Tarihsizlik ve kimliksizlik. Sonra Sukapı Mahallesi’nde boy vermeye başlayan kocaman kütlenin gölgesi külliyenin üzerine düştü. Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un elinden çıkma bu otuz metre yüksekliğindeki insan figürleri külliyenin üzerini “bir kara bulut gibi” gölgelemeye başlamıştı. Tabii, bunu aslında biz cahiller, gözü karartılmışlar fark edemezdik, ta ki bir evliya gelip “gölge düşürtmeyiz” diyene kadar. Hepimizin gözleri Hazreti Yusuf’un, Züleyha’nın gözlerini açtığı an gibi mucizevî bir şekilde açıldı.
Çarçur edilen mimari miras ve Aleksandr Nevskiy Kilisesi
Birçok Osmanlı Selçuklu hamamına ve köprüsüne rastlanabilen Kars’ta uzun süren Rus işgalinin geride bıraktığı mimari etkiler çok net görülebilir. 1890’da kente Hollanda’dan getirilen mühendislerin gözetiminde şehir planında birbirini dik kesen ızgara planlı geniş caddeler üzerine Baltık mimari tarzında düzgün kesme bazalt taşından inşa edilen tek-iki ve üç katlı binaların birçoğu Cumhuriyet’in mimarlarınca yeniden kuruluş adına yıkılmış, bakımsızlıktan ölüme terkedilmiş veya “devşirilmiş”tir.
Aleksandr Nevskiy Kilisesi bunlardan en can yakanıdır. Bugün artık sadece eski fotoğraflarına hayranlıkla baktığımız bu yapı, çatısındaki soğan kubbelerle Kremlin Sarayının bir benzeri, tipik bir Rus eseridir, daha doğrusu eseriydi. Rusya’nın Büyük Ekim Devrimi sonrasında savaştan çekilmesinin ardından boşalttığı kentte geride bıraktığı bu yapının kubbeleri sökülerek çatısı düzeltilmiş, uzun yıllar spor salonu olarak kullanıldıktan sonra camiye çevrilerek sonunda pimapen dünyasına kazandırılmıştır.
Bir başka örnek şu an yerinde Merkez Camisi’nin bulunduğu saat kulesidir ki, temelden sökülerek yok edilmiştir. Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak Stalingrad savunması sırasında kızıl ordunun ve halkın korkunç soğuğa rağmen yakacak sıkıntısını gidermek için devrim öncesi yapıların bir taşına bile dokunmamış olması ile Cumhuriyet’in kendiliğinden çekilen Rusların mimari yapılarına gösterdiği müthiş hoşgörü karşılaştırmaya değer.
Kars tipi particilik: Heykel ve mimarlık üzerinden ideolojik atışma
Mimari mirasını yağmalamadan duramasa da Kars’ta belediye başkanlarının imar hamleleri hiç bitmez. Kürt savaşı yoğunken iktidara gelen Milliyetçi Hareket Partili (MHP) belediye işe önce parke yolları sökerek başladı. Yerine kaymak gibi asfalt dökerken yazın dökülen asfaltın kışın kaymak gibi kayacağını hesap edemeyecek kadar plan dahilinde yapıldı bu işler. Sonra heykeller gelmeye başladı. Abuk subuk hayvan heykelleri. Filler, aslanlar, boğalar şehrin çeşitli yerlerine yerleştirildi.
Onu Anavatan Partisi'nden (ANAP) seçilip daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) geçen Belediye başkanının yönetimi izledi. Onun ilk icraatı da şehir merkezinde bulunan “Boğaç Han”ı simgelediği düşünülen genç bir Türk delikanlısının boğanın boynuzlarından tutup yere serdiği heykeli ait olduğu yere yani “mal meydanı”na (hayvan pazarı) göndermek oldu.
İki dönem iktidarda kalan bu AKP’li Belediye başkanı, kentin altyapı sorunlarına çok fazla özen göstermezken sanatsal faaliyetlere yoğunluk verdi ne de olsa serde “eski solculuk” vardı. Sinema festivalleri düzenleyerek, kaldırılan heykellerin yerine daha figüratif (ya da insan figürlü) heykeller dikerek değişime başladı.
Hasan Harakani türbesinden külliye yaratma işinin başlangıcı da bu belediye başkanı zamanındadır. Sonra bu “insanlık anıtı” inşası geldi. Başkan kendi ifadesiyle “geçmişteki kimi acıların bir daha yaşanmaması adına, iyi ile kötünün mücadelesini temsil edecek, insanlıktan ve barıştan yana olduklarının mesajını verecek, Kars’ı sembolize eden bir anıt yaptırmayı” düşünerek işe koyuldu.
Ama heykel bitmeden onun işi bitti. Son belediye seçimlerinde AKP’den aday gösterilmeyip Cumhuriyet Halk Partisi'nden (CHP) aday olunca yerini bir önceki seçimde CHP’den belediye başkan adayı olup şimdi AKP’den seçilen yeni belediye başkanına devretti.
O da işe başlar başlamaz bir önceki başkanın diktirdiği heykellerinden bazılarını, mesela merkezdeki kaz heykelini, kaldırarak iktidarını tesis etmeye girişti. Fakat gaflet uykusuna dalmış olduğunu Başbakan Kars’a gelmeden hemen önce fark etti, alelacele belediyenin girişindeki iki kadın heykelini kaldırabildi.
“İnsanlık Anıtı” denen adı batasıca heykel o kadar büyüktü ki ona cesaret edemedi. Keşke en azından üzerine bir örtü örtebilseydi ama heykel Harakani türbesinin bahçesindeki ağaçlara bağlanan çaputların hepsini toplasan örtülemeyecek kadar büyüktü. “Ne yapalım belki görmez” diye umut etti ama maalesef daha önce put yıkmış bir geleneğin yegâne devamcısı ulu evliyanın gözünden bu dağın tepesine kurulmuş ta Ermenistan’dan bile görüldüğü rivayet olunan ucube görünmez miydi? Tabii ki göründü.
Elinden gelse Musa’nın Kızıldeniz’i ikiye böldüğü gibi ortadan ikiye bölünmüş insan figürünü kutsal asasıyla yok etmek isterdi elbette, amma bunu yapmak yerine “tiz yıkıla” dedi başka bir şey demedi.
Sonrasını hepimiz biliyoruz.
İşte kıssadan hisse bir şehir hikâyesi, kapanış cümlesi de Ebul Hasan Harakani’den gelsin bunlara:
Ezel sırlarını ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen çözersin ne de ben
Perdenin gerisinde seni beni bir konuşturan var
Perde kalkarsa ne sen kalırsın ne de ben (UD/EK)