Askeri müdahalelerin demokrasilerde kabul edilebilir bir şey olmadığını özümsemiş olabilseydik, demokrasiye bir Yunanistan kadar sahip çıkabilseydik, bir Şili kadar, veya bir İspanya kadar darbeciliğe hayır diyebilseydik, veya herhangi bir demokratik ülkeninki kadar değerler geliştirmiş olsaydık, bugün bu panele eski bir darbeci davet edilmezdi, sen de olayları kendi cephenden anlat denmezdi, mazeretlerini beyan et denmezdi. Burada etik bir sorun olduğunu düşünüyorum.
Bu toplantının duyurusu, 27 Mayısı darbe olarak isimlendiriyor. 27 Mayısın kamuda darbe olarak nitelenebilmesi için bir yarım yüzyıl geçti. Büyükbabam 27 Mayısı "fiili durum" ve "ayaklanma" olarak isimlendirmişti. Hatta, Yassıada davalarında böyle demişti. Askerin siyasete karışmasını hiç bir zaman tasvip etmediğini söylemişti. 27 Mayısta çıkarılan Tedbirler Kanunu, darbe aleyhinde yazılıp konuşulmasını yasaklıyordu. Tabii, darbeye darbe değil, "devrim" veya "inkılap" diyorlardı. Yassıada mahkemesini ve kararlarını eleştirmek de Tedbirler Kanunu kapsamına giriyordu. Bu kanun 1969 yılına kadar yürürlükte kaldı. - Yani neredeyse 10 yıl. Darbe mahkemesi süresince Yassıada Saati programıyla radyodan Demokrat Partililere (DP) hakaret programı yayınlandı. Anneannemin kelimeleriyle "şeni iftiralar" yapıldı. İnsanlar evlerindeki resimleri mektupları imha ettiler, DP'ye yakın olmak tehlike demekti.
Yine 27 Mayıs darbesinin ardından, 1963'te, [İsmet] İnönü'nün başbakanlığı döneminde, 27 Mayısı milli bayram ilan eden bir kanun çıkarıldı, 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı - ismi buydu - yine neredeyse 10 yıl boyunca - insanların içi burkulurken, darbe, millete bayram olarak dayatıldı. Milli Eğitimin okul kitaplarına darbe; Türk ordusunun şanlı bir zaferi olarak işlendi. Demokrat Partili ailelerin çocuklarına özellikle bu bölümden sınav soruları seçildi. Ben de bu okul çocuklarından biriyim. Yani çocuklara varana kadar taciz yaşandı. Milletvekili olduğu dönemde annem okul kitaplarında bu bahsin düzeltilmesi için Mecliste öneride bulundu, ama Tedbirler Kanunu yürürlükte olduğu için üstü kapatıldı. 1982 yılında bu bayram ve müfredat garabetine son verildi.27 Mayıs; darbe tohumları ekmiştir, kötü tohumlar ekmiştir.
İki olayı ele alacağım.
Bunlardan birincisi Talat Aydemir olayı. Aydemir'in iki darbe girişimi; yarım kaldığını düşündüğü 27 Mayıs darbesini tamamlamak için gerçekleştirilmiştir. Aydemir 27 Mayısçılarla yakın ilişki içinde.
27 Mayıstan sonra Harp Okulu Komutanlığına getiriliyor ve Silahlı Kuvvetler Birliğinin Başkanı oluyor. Yassıada kararları henüz açıklanmamış ama infaz hazırlıkları çok önceden başlamıştı.
Zaten Anayasa davasının "vatana ihanet" suçlamasıyla açılmasının sebebi büyükbabamı da yargılayabilmek ve ölüm cezası verebilmek içindi. [Bu iddianamelerin hazırlandığı dönemde 14'ler işbaşındaydı, yani idamla yargılanma karalarını onaylamışlardı.] Cumhurbaşkanı sadece vatana ihanetten yargılanabiliyor. Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) idam cezasına 65 yaş sınırı vardı. Keza TCK'nın idam hükmüne getirdiği 65 yaş sınırın kaldırılması da yine büyükbabamı idama götürmek içindi.
Bir başka ilginç husus da 1961 Anayasasında yer alıyor. 61 Anayasası darbecilere ve eski Cumhurbaşkanlarına ömür boyu tabii senatörlük ihdas ediyordu. Yani seçilmeden ömür boyu Mecliste yer alma. O tarihte eski cumhurbaşkanı olarak bir İnönü var bir de büyükbabam. Ama büyükbabamın asılacağı var sayıldığı için rahatlıkla bu maddeyi İnönü için Anayasaya yerleştiriyorlar.
Tabii senatörlüğün Cumhurbaşkanı maddesi İnönü için çıkarılmıştır. Yıllar sonra büyükbabam Kayseri cezaevinden çıkınca, bir mektup geldi ve tabii senatör olarak Meclise davet edildi. Bu çağırıyı reddetti, milli irade ile seçilmediğim bir makamı kabul edemem, prensiplerime aykırıdır dedi. Halbuki diğerleri tabii senatörlüğü kabul etmekte hiç bir sakınca görmemişlerdi, gidip meclise oturmuşlardı.
Yassıada davaları sürerken İmralı cezaevi müdürü [Ahmet Ziyaettin] Acarol'a bir talimat geliyor, 80-90 idam için hazırlık yapması isteniyor. İmralı'da ağaç yok, gemiyle kereste getirtiliyor. Hazırlıkların gizli yapılması lazım, onun için müdür futbol sahası yapılacağını söylüyor, mühimmat depolanacak diye sandukalar hazırlanıyor, zeytin ağacı dikilecek diye çukurlar açılıyor.
Yassıada kararlarının ilan edileceği sırada İmralı'ya bir grup genç subay çıkıyor, 200 kadar tomsonlu subay, idam istiyoruz, çok sayıda idam istiyoruz, idamları göreceğiz diye. Bu grubu yönlendiren şahıs, Harp Okulu Komutanı ve Silahlı Kuvvetler Birliği Başkanı Talat Aydemir'dir. Talat Aydemir daha sonraki iki darbe girişiminin mimarıdır.
Yassıada mahkemesi ve idamlar konusunda da şunu söylemek isterim:
Yassıada mahkemeleri, darbecilerin kendini aklamak için kurguladıkları bir senaryodur. Darbecilere akıl hocalığı yapan Cumhuriyet Halk Partili (CHP) profesörler, iktidarın yargılanması gerektiğini söylemişlerdir. Yoksa, demişlerdir, isyan suçundan siz ipe gidersiniz.
Mutlaka vahim suçların bulunması ve mutlaka vahim cezaların verilmesi gerekir demişlerdir. "Meşruiyetiniz" için bu gereklidir demişlerdir. Darbe mahkemesinin sonunda idamların geleceği belliydi. Gerçi o günleri yaşarken belki bunu o kadar açıklıkla görememiş olsak bile...
İkinci olayı ise söyle anlatayım:
21 Mayıs 1960 günü, yani darbeden çok kısa bir süre önce Harp Okulu öğrencileri Ankara'da bir yürüyüş yapmışlardı. Bu yürüyüş elbette ki komutanlarının teşvik ve himayesinde yapılmıştı. Büyükbabam bu subayların disipline sevk edilmesini ve cezalandırılmasını istemişti.
Bu konular Yassıada'da dava konusu oldu. Cumhurbaşkanı bu işlere karışmamalıymış, dendi. Büyükbabam da elbette ki karışmalıydım, memleketin güvenliğini temin etmek en birinci telakki ettiğim görevdi, dedi. Bayar Harp Okulunu imha edecekti dendi. Akla hayale sığmayacak şeni iddialar. Bu iddianın gerçeğe dayanmadığını darbeciler sonradan itiraf ettiler...
Tabii, bir de şu var: Talat Aydemir'in ikinci ayaklanmasını bastırmak için 1963'te, bizzatihi Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Harp Okulunu bombaladı, bu da unutulmamalıdır.
1960'ta Harp Okulu kumandanı Sıtkı Ulay'dı. Milli Birlik Komitesi üyesi olarak darbeyi yapanlardan biri. Bu şahıs, şahit olarak Yassıada'ya çağırılmıştı. Orada, Sıtkı Ulay Harp Okulu öğrencilerini darbeye kadar Ankara'da tutabilmek için yalan rapor düzenlediğini iftiharla anlattı. [Yani, generaller yalan söyleyebiliyor, yalan rapor yazabiliyorlar.]
Nasıl Menteş kampının otları arasında yılanlar olduğunu ve bu sebeple kamp yapmaya uygun bir yer olmadığını - tabii, doğru değil, Menteş kampı kamp yapmaya uygun bir alan - sonra Harp Okulu öğrencilerini nasıl silahlandırdığını ve niye öğrenciler silahlı diye sorgulanması halinde öğrencinin silah temizliyor olduğunu söyliyeceğini iftiharla anlattı.
Yine bu aynı öğrenciler, darbe günü DP'lileri tutuklamakla görevlendirildiler. Yine o dönemin genç subayları - seçilmiş genç subayları - Yassıada'da görev yaptılar. Silahlı olarak mahkeme salonunda nöbet tuttular vs. (Yaklaşık 3000 ordu personeline bu görevleri dolayısıyla MBK ek maaş bağladı. Milli Bİrlik Komitesi (MBK) tutanaklarında bu bilgiler mevcuttur.
Bu insanlar o yıllarda tabii genç insanlar, 18, 19, 20... bu işlerin içinde yetiştiler, yetiştirildiler. Tutuklamaları yapan, Yassıada'da nöbet tutan, darbe muhafızlığını yapan o subaylar ileriki yıllarda hep terfi ettiler ve hep karşımıza çıktılar.
Birkaç isim okuyayım: Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Çevik Bir, Tuncer Kılınç, Altay Tokat, Kemal Yılmaz, Edip Başer, Tamer Akbaş, Yaşar Büyükanıt, Fevzi Türkeri, Akay Şakman, Teoman Koman, İlhami Erdil, Namık Kemal Ersun, Necip Torumtay, İsmail Hakkı Karadayı, Kemal Yamak, İlhan Oral, İrfan Tınaz, Doğu Aktulga...
Hiçbiri Harbiye yürüyüşünü ve Yassıada'yı ağızlarına almadı. Hiçbiri 27 Mayıs darbesinden ve yapılanlardan dolayı pişmanlık duyduklarını söylemedi. Harbiye'de ve Yassıada'da ne yaptıklarını anlatmadılar. Ama '60 darbesinde bu isimler iyi eğitim aldılar.
27 Mayıs; demokratik rejimin, halk iradesinin vesayet altına alındığı tarihtir. Vatandaşa şu denmiştir: sen kime oy verirsen ver, senin oyunun bir değeri yoktur, çünkü sen anlamazsın, doğruyu seçmesini bilmezsin. 27 Mayıs toplum hazfızasında yer etmiştir çünkü telafisi mümkün olmayan bir kırılma noktası yaşanmıştır. Ve dediğim gibi, bu olayın etkileri günümüze kadar sürmüştür.(EGN/EÜ)
________________________________________________________________________
* Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali'nin yazısı Heinrich Böll Stıftung Derneği Türkiye Temsilciliği, Habervesaire ve Helsinki Yurttaşlar Derneği'nce 21-22 Mayıs 2010'de "27 Mayıs Darbesinin 50. Yıldönümü ve Türkiye Siyasetine Etkileri" sempozyumunda "Tanıklıklar" oturumunda yaptığı konuşmanın metnidir.