10 Ekim 2015; barış isteyenlerin ve barışın bombalarla vurulduğu kanlı cumartesi…
Birkaç gün önce kızım (Helin) İstanbul’dan beni aradı “baba, 10 Ekim’de Ankara’da barış ve kardeşlik mitingi var. Sen de gelecek misin? Ben gitmek istiyorum. Gelirsen ne iyi olur hem de görüşmüş oluruz” dedi. Ben de kızımın bu ülkede yaşanan acılara ve ölümlere karşı ne kadar duyarlı olduğunu bildiğimden “Elbette geleceğim kızım. Haberleşir orada buluşuruz” dedim.
Samsun’dan 7 otobüsle yola çıktık. Ama daha önce araçlara bindiğimiz Gar önünden başlayan ve Ankara’da araçların park edildiği noktaya kadar birçok noktada durdurulduğumuz, kimlik kontrolünden geçirildiğimiz ve polis tarafından tacize uğradığımız, engellenmeye çalışıldığımız anların hiç birini yaşamadık nedense. Bu işte bir gariplik vardı. Her an peşimizde dolaşan devletin polisi, istihbaratı hele de potansiyel suçlu olarak gördüğü biz solcuları, devrimcileri artık takip etmeyi bırakmış olabilir miydi?
Ankara’ya kadar bir tek polisle bile karşılaşmadan araçları park ettiğimiz alana kadar geldik ve iki trafik polisinden başka hiçbir güvenlik görevlisi göremedik.
Helin’i aradım “Alo Helin indiniz mi?” dedim “meraklanma baba biz indik, gar binasının içinde tuvalet sırasındayız” dedi. “Alo Helin” derken gerçekten sesimin tonu meraklı, kaygılı ve endişelimiydi ki? Helin bana “meraklanma baba” demişti. “Tamam, kızım biz de oraya doğru yürüyoruz, Gar binasının önünde buluşuruz” dedim.
Ve biraz ilerleyince yüreğimin bir tanesi, kıvırcık ve kızıl saçlı kızımı gördüm uzaktan. İçime korkunç bir sevinç doldu. Tam da Gar binasının önünde 15-20 dakika sonra HDP kortejinin toplanacağı, halayların çekileceği, barış sloganlarının yükseleceği ve bombaların alçakça patlatılacağı noktada kızımla sımsıkı ve hasretle birbirimize sarıldık. Kızımı koklayıp uzun süre bağrıma bastım.
Ve barış isteyenlerin şahitliğinde yüzümüze dehşetli bir gülüş kondurduk. Az sonra patlamanın ardından tüm izleri silinecek ve paramparça olacak olan bir gülüş.
Kızımla beraberim, elim omzunda, bazen kol kolayız, içimde güzel bir sevinç, çocuklarımızın öldürülmeyeceği ve silahların yerine sözlerin devreye gireceği bir barış umudu ve yüzümüze yayılan gülüşler içindeyiz.
HDP kortejinin yerini almaya başladığı noktada halaylar çekilmeye ve kalabalık gittikçe artmaya başlamıştı. Bir ara Helin’in koluna girerek “gel Kürtlerin halayını izleyelim” dedim. Kol kola Kürtlerin halayını izledik, sonra bizim SYKP’li gençler “bu meydan kanlı meydan” sözleriyle halaya başlayınca yönümüzü oraya çevirdik ve 5-10 adım HDP kortejinden uzaklaştık.
Gençlerin halayını izlerken HDP kortejinin tam ortasında kulaklarımızı sağır eden korkunç bir patlama oldu. Patlama anında, patlamaya 4-5 metre yakın olduğumuzdan güçlü bir darbe yemişçesine Helin’le birlikte ileri doğru fırladık.
Ne olduğunu anlayamadan hemen ardından beyaz başörtüleriyle az önce önümüzden geçen barış annelerinin ilerlediği yönde kulaklarımızı sağır eden ikinci patlama sesi duyduk ve bulunduğumuz alandan 15-20 adım uzaklaştık. Helin’le ele tutuşmuş olduğumuzu fark ettim. Helin “ baba sakın elimi bırakma” dedi.
Az ötemizde Helin’in fark ettiği ve “bu ne baba” diye bana göstermeye çalıştığı şeyin bir insan parçası olduğunu fark ettiğimde “alçaklar… alçaklar” diye defalarca bağırdığımı şimdi anımsıyorum. Bir ara burnumda bir sıcaklık hissettim elimi yüzüme attığımda burnumun kanadığını anladım. Önemli değildi.
Helin’e “sende bir şey var mı?” diye sorarken bir yandan sağını solunu kontrol ettim. Helin de beni kontrol etti. İkimiz de iyiydik, yara almamıştık. Sevinse miydik?
Birkaç metre ötemizde patlamasına rağmen, bombaların patladığı an HDP’lilerin çok kalabalık olması, bomba parçalarının ve etkilerinin bize ulaşmasını engellemişti. Tarif edilemez ve çok garip bir duygu yaşadıklarımız; saniyeler önce halay çekerken izlediğimiz barış gülüşlü bu güzel insanların parçalanan bedenleri bize siper olmuş ve canımızı Azrail’in elinden geri alarak bize yeniden armağan etmişti.
Yaşamamızı birkaç metre ötemizde parçalanarak ölen ve yaralanan bu güzel insanlara borçluyduk. O nedenle yükümüz ağır. Hayatımız bize çok pahalıya patladı çünkü…
Sonra insan çığlıkları, insan parçaları, ölüler, yaralıların yardım çığlıkları, toz duman, korku, endişe, panik, şaşkınlık, ağlaşmalar, öfke, nefret ve yaralıları taşımaya ve kurtarmaya çalıştığımız andaki polisin üzerimize attığı gaz bombaları her şey birbirine karıştı.
Helin “ insanların durumu çok kötü baba yardım edelim” deyince “yanımdan sakın ayrılma ” deyip Helin’le el ele tutuşarak tekrar bombaların patladığı noktaya doğru koşmaya başladık. Yerde oluk oluk kan, ölüler, yaralılar, insan parçaları. İnsan parçalarına basmamaya çalışarak, ilk yaralıya ulaştık. Hiçbir ambulans yoktu. Telefonlar patlamayla birlikte anında kesilmişti. Ne biz ne de bizi arayanlar bir birimize ulaşabildik.
Ben yine “ambulans” diye yırtınarak bağırmaya başladım. Kadın yaralı çok kötüydü. Ne yapabilirdik ki? En ufak bir ilk yardım bilgisine sahip değildik. Yaralı kadınla göz göze geldiğimizde aklımdan hiç çıkmayacak olan ve bundan sonra belki de artık hiç tanık olmayacağım tarifsiz ve imkânsız bir bakışla yüz yüze geldim.
“Kurtar” der gibiydi. Çaresizdik Helin’le birbirimize bakındık. Allah kahretsin, belki de yaralı biri için yapılacak onca şey varken. Yapabileceğimiz en kolay işi yaptık. Ellerini tuttuk. Sanki acısını dindirebilecekmişiz ve sanki yaralı bedenini iyileştirebilecekmişiz gibi.
Ve ”iyisin, iyisin, iyileşeceksin” diye yalan konuştuk. O imkânsız ve tarifsiz bakışlardan kaçmak için ellerini bıraktım ve “alçaklar… alçaklar” ve “ambulans… Ambulans” diye kaç kez bağırdığımı hatırlamıyorum. Helin daha sonra annesine o anlar için “babam sinir krizi geçirdi” demiş.
Kadın yaralıyı başka yardıma koşanlarla birlikte olay yerine gelen bir taksinin arkasına yatırdık. Taksicileri bu arada unutmak olmaz. Onlarca taksici olay yerine gelerek, devletin bir saate yakın yollayamadığı ambulansların görevini yerine getirdiler. Onlara sonsuz teşekkürler.
Bir ara öfkeli gençlerin hışmına uğrayan resmi kıyafetli genç bir polisin önüne Helin’le birlikte kendimizi siper ederek “yapmayın, bırakın yaralı insanlara yardım edelim” diyerek başka insanların da yardımıyla gençleri engelledik ve polisin koluna girerek alandan uzaklaştırdık ve tekrar geri döndük.
Hâlbuki az önce öfkelendiğimiz, kızdığımız, tepki gösterdiğimiz, yeterli güvenlik önlemi almayan ve bombaların patlamasına seyirci kalan ve yaralılara yardım ederken bizi gaza boğan bu polisler değil miydi? Evet öyleydi ama o dehşet anlarında bile yüreğimizdeki insan yanımız öfkemizi bastırmış ve polisin şiddetine karşı genç polisi de korumaya çalışarak insanca bir yanıt vermiştik.
Bombaların patladığı özellikle HDP kortejinin olduğu yerde patlamanın etkisiyle insanlar birbirinin üstüne yığılmıştı. Manzara korkunçtu. İlk patlamanın olduğu yerde pankartları sedye yaparak yaralıları taşımaya çalışırken polisin gaz bombasıyla müdahale etmesi öfkeyi arttırdı. Gözlerimiz ve ciğerlerimiz yanmaya başladı.
Araçların girebildiği noktalara kaç yaralı taşıdık bilmiyorum. Kaldırıma sıra sıra dizmeye başladık. Önce durumu ağır olanları bindirdik araçlara. O çaresizlik ortamında unutulmaz anlardan biri ise ambulanslar gelmeyince çare olarak üzerinde anahtarı unutulan ve camları kırılan bir polis aracını çalıştıran gençlerden birinin ağır yaralı bir arkadaşımızı hastaneye polis aracıyla yetiştirmesiydi.
İkinci bombanın patladığı yerde üst üste düşmüş insanlar arasından yaralı birini kaldırmaya ve pankartın üzerine yatırmaya çalışırken Helin’in yırtınarak “üzerine basmayın, üzerine basmayın” uyarısıyla altında küçük bir çocuğun cansız bedenini fark ettik. Büyük ihtimalle kendi çocuğuydu ve korumaya çalışırken altında kalmıştı. Aklımdan çıkmayacak bir başka görüntü de bu olacaktı benim için.
Kızım Helin’in olay karşısındaki duyarlılığını, öfkesini, yaralılara yardımcı olmak için harcadığı olağanüstü çabasını, insanlar için yırtınmasını, bir ara arkadaşlarına bilgi verirken telefonda ağlamasını, gözlerinden süzülen gözyaşlarıyla birlikte kanlı pankartların uçundan tutarak yaralıları taşımasını ve “yolu açın, yolu açın” diye avaz avaz bağırmasını unutamam. Soğukkanlı davranışları ve duyarlılığı ve yüreğine sığdırdığı koskoca insanlık karşısında kızımla bir kez daha gurur duydum.
Taşınacak yaralı kalmayıncaya kadar olay yerinden ayrılamadık. Bir ara yorulduğumu hissettim. O kadar çok yaralı taşımıştık ki. Üzerime insan parçalarının yapıştığını gördüm.
Akşamüzeri geri dönmek için araçlarımızın park ettiği alana geldiğimizde patlamada ciddi bir güvenlik zafiyeti olduğundan ve merakımdan araçların çevresindeki seyyar satıcılara sordum “ siz buraya ve toplanma alanına geldiğinizde polis sizi aradı mı, tezgâhlarınızı kontrol etti mi?” diye. Polisin hiçbir güvenlik önlemi almadığı, seyyar satıcıları hiç aramamasından apaçık ortadaydı.
Haberleri izlerken içişleri bakanın “İstifa etmemi gerektirecek bir durum yok. Yaşanan olayda hiçbir sorumluluğumuz ve güvenlik zafiyeti yoktur. Tüm güvenlik önlemleri alınmıştır” diye açıklama yaptı. Hem de Adalet bakanının sırıtan yüz ifadesinin yanı sıra.
Sabah Helin’i aradım. İyi misin diye, “Hayır, iyi değilim baba, akşam uyuyamadım. O an yardım etmek için çırpınırken anlayamadım. Ama sonra gördüklerim gözlerimin önüne geldi ve uyuyamadım” dedi ve ağlamaklı bir sesle ” iyi değilim, iyi değilim baba” diye birkaç kez tekrarladı.
Ben de uyuyamadım, ben de iyi değilim Helin. Çünkü insanlığımızı, insan yanımızı, barışımızı ve kardeşliğimizi vurdular. Hem de yüreğimizin orta yerinden. Nasıl uyuyabilirim ki? (SK/NV)
* Savaş Karaduman'un, facebook'tan paylaştığı tanıklığını kendi izniyle yayınladık.