Kayıtlardaki yazarlığı Hülya Tarman’a düşen, ancak Hülya’nın alt başlıksız ve satır aralıksız samimiyetiyle Roboski’de Roboskililer ile birlikte, “Roboski’de Yazdık” şeklinde adlandırılan bu kitap, şimdiye kadar Roboski Katliamı hakkında okuduğum, kısmen yaşadığımı da söyleyebileceğim en hakiki anlatı. Hakiki, çünkü katliamı hasta yatağında duyduğu andan itibaren sadece oraya gitmeyi isteyen ve ayaklanır ayaklanmaz yola çıkan Hülya Tarman’ın hem kendisi hem de kitabın esasını kaleme alan 10 Roboskili kadına dair her şey hakiki burada. Çünkü her şey Roboski Katliamı’nın kendisi ile birlikte hem yakın hem uzak etkilerini kendi hayatlarında birebir yaşayanların dilinden aktarılıyor.
Ben de Roboski ile katliamın yaşandığı gecenin ertesi gününde, haberinin Haberler’e “Uludere” olarak düşmesiyle karşılaştım. Aslında, “Uludere”yi duymadan birkaç sat önce, bir arkadaşımla birlikte, o dönemde Bodrum’a gelen Vanlı Kürt depremzede ailelerin çocuklarının bir kısmının yerleştirilebildiği ilköğretim okuluna bu çocukların durumları üzerine görüşmek için gitmiştik. Okulun bahçe kapısında randevu saatinin dolmasını bekliyorduk; arkadaşımın telefonu çaldı, açtı, bir anda yüzü bembeyaz oldu. Kötü bir haber aldığını anlamıştım, bu haberin bir katliam haberi olduğu ise aklıma gelemezdi. Ama, “34 kişi… Çocuklarmış, gençlermiş… Kaçağa giden Kürt gençler… Jetler bombalamış… Parçalanmışlar…” diyerek yanımdan uzaklaşan arkadaşım, birkaç adım sonra sendelemeye başlamıştı. Ağlıyordu.
Ben, Roboskili kadınlarla, katliamda hayatlarını bedenleri parçalanarak kaybeden çocukların, gençlerin anneleri ve ablalarıyla katliam tarihinden 1 yıl 9 ay sonra, Bodrum’da Bodrum Kadın Dayanışma tarafından düzenlenen bir “yüzleşme” atölyesi vasıtasıyla karşılaştım. Geçen bu 1 yıl 9 ay boyunca bir “uzaktan izleyen” olarak kalmıştım. Bir “uzaktan izleyen” olarak, sadece kendi duyguma vakıf olabilmiştim ve yüreğimin henüz yanmadığını bu kadınlarla karşılaşıp yüzleştiğimde anlayabildim.
Aslında, yalnızca bilgisine sahip olduğum, fakat esasen duygusuna sahip olamadığım bu “şey” sanki yok gibiydi o zaman. Yok gibiydi, çünkü hakkında her türlü haberi izlerken, her türlü konuşma içinde bulunabilirken ve her türlü fikri yürütebilirken, gündelik hayatıma sanki hiç yokmuş gibi, sanki Roboski hiç olmamış gibi devam edebiliyordum. Ta ki Roboskili kadınlarla karşılaşıncaya kadar.
Roboskili kadınlarla karşılaştıktan sonra yüreğim yandı, ama onların yüreğinin yandığı gibi yanmadı. Sadece onların yüreğinin nasıl yandığını bir nebze olsun anlamak suretiyle yandı. Roboskili kadınlarla karşılaştıktan sonra, gündelik hayatım onlarınki gibi olmasa da büyük oranda değişti. Onlarınki gibi değişmedi ama ben de onların yaşadığı “adaletsizliğin sıfır noktası”na bir parça daha yaklaşmış oldum.
Bu karşılaşmadan sonra yaklaşık bir yıl daha geçti. Hülya Tarman’ın Roboskili kadınlarla bir yazım atölyesi çalışması yaptığını biliyordum ve kendisine bu kadar uzaktan bu çalışmaya, aslında bu çabaya nasıl katkı sunabileceğimi sordum. Bana şöyle cevap verdi: “Biz Roboski’de Yazdık, ama daha yapılacak çok iş var. Kitabımızı yayına ben tek başıma hazırlayacağım. Yanımda olur musun?” Ben de şöyle cevap verdim: Evimin kapısı sana açık ve başı kalabalık çalışma masama Roboski’nin sandalyesi de elbette sığar. Bekliyorum”.
Ekim ayının başında gözleri umutla dopdolu, bir bavulu ise Roboskili kadınların bıçak açmaz ağızlarından oya gibi işleyerek çıkarttığı sözleriyle dopdolu defterler, kağıtlarla geldi Hülya Tarman. Geldiğinde akşam olmuştu. Bodrum’un “Sarı Yaz” balkonunda yediğimiz kısa akşam yemeğinde, can alıcı sorularımızla tanıdık birbirimizi. Yemekten sonra masanın başına oturduk ve 12 gün o masanın başında Roboski’yi yaşadık. Defalarca okuduk Roboski’den getirdiği defterleri, kâğıtları. Sabahlara kadar konuştuk. Sadece ikimiz konuşmadık; birçok konuşmamıza Roboskili kadınlar da dâhil oldu telefonla. Yeniden, yeniden, yeniden, “adaletsizliğin sıfır noktası”ndan, Roboski’den yazdık. Sadece Roboskili 10 kadın, Hülya Tarman ve onlara Bodrum’dan katılan ben yazmadık, Roboski’ye giden diğer “sınır aşan kadınlar” da yazdı aynı zamanda. Bu kadınlardan biri “Başım gözüm üstüne” derken, diğeri, “Katile inat duyun beni!” dedi. Bir başkası “Suni sınırlar”ı anlatırken, diğeri Roboskili kadınların Roboski’de yazacakları kendi tarihlerinin bir provası olan cesaret oyunu’nu bu kadınların “karşı yasını” anlatabilmek için kaleme alıyordu.
Aslında, bu kitabın tüm aktörleri Roboski’de yaşanan her şeyi “yarına kalan tüm kadınlar” için yazdı.
Çünkü, tıpkı Roboski’de yazan Nezahat’in dediği gibi, “Benim son diye bitirdiğime, kim bilir kimler ilk diye başlayacak?”
Belki de sadece bu nedenle, hayatlarında, gündelik yaşamlarında “adalet”i sorun edinen herkesin, adaletin sıfır noktasından yükselen bu kadın seslere defalarca kulak vermesi gerekiyor.
Önünde sonunda, tüm kaybettiklerimizi birlikte özlemeyecek miyiz? Önünde sonunda, tüm hayallerimizi özenle harmanlayarak yeniden birlikte yeşertmeyecek miyiz? (AND/AS)
* Hülya Tarman, Roboski'de Yazdık, Kibele Yayınları, Aralık 2014.