Benim vegan olma konusundaki yaklaşımım, Aziz Augustinus’un dinî bekâret konusuna yaklaşımı gibiydi biraz: “Tanrı bana perhiz gücü bağışlasın, ama hemen şimdi değil.” Ne var ki türlerin yokolması, suların kirlenmesi[1], okyanusların ölü bölgelerle dolması ve doğal ortamların mahvolması olgularının önde gelen sebebi hayvansal tarım olunca,[2] ekosistemin ölüm sarmalı da gittikçe belirgin hal alınca, vegan olmak, gezegeni ve canlı türlerini kurtarmak için hemen girişebileceğimiz en önemli ve doğrudan değişim oluyor. Karım –ki ailemizdeki yön değişikliğinin asıl motoru oydu– ve ben, vegan olmaya karar verdik.
Hayvansal tarım dünya çapındaki tüm ulaşım araçlarının –yani arabaların, kamyonların, trenlerin, gemilerin ve uçakların– toplamının çıkardığı sera gazı salımlarından fazlasından sorumlu.[3] Besi hayvanları ile onların atıkları ve çıkardıkları gazlar yılda en az 32 bin milyon (yani 32 milyar) ton karbon diyoksit (CO2) salımından, ya da dünya çapındaki tüm sera gazı salımlarının yüzde 51’inden sorumlu.[4] Besi hayvanları, karbon diyoksitten 296 kez daha yıkıcı bir sera gazı olan azot oksit salımlarının tümünün yüzde 65’inin müsebbibi.[5] Besi hayvanı yemi olarak üretilen tahıl mahsulü, Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanılan suyun yüzde 56’sının tüketilmesine yol açıyor.[6] Dünya soya üretiminin yüzde sekseni hayvanlara yediriliyor ve bu soyanın büyük kısmı, bir zamanlar yağmur ormanı olan yerlerin ağaçlardan temizlenip araziye dönüştürülmüş topraklarında yetiştiriliyor.[7] Amerika Birleşik Devletleri’nde yetiştirilen tahılın yüzde 70’i, tüketilmek üzere yetiştirilen hayvanların beslenmesine gidiyor.[8]
Asgarî miktarda hayvan ürünü üretmek için kullanılan doğal kaynak miktarı ise insanı afallatacak ölçüde: 1 litre süt elde etmek için 1000 litre su kullanılıyor.[9] Bütün bunlara muazzam ağaç kesimleri ile yeni araziler açılmasını ve diğer büyük orman tahribatını eklersek –özellikle Amazon’da orman yıkım oranı yüzde 91’e çıkmış durumda[10]– o zaman kendimizi, büyük ölçüde hayvansal tarım endüstrisinin çıkarı uğruna yeryüzünün akciğerlerini ölümüne yağmalayıp söndürürken buluveririz biz de. Ormanlarımız, özellikle de yağmur ormanlarımız, atmosferden karbon diyoksiti absorbe edip onu oksijenle değiş-tokuş eder: Yani, ormanları öldürmek, gezegen için ölüm fermanı çıkarmakla aynı şeydir. Şu anda sırf besi hayvancılığına ayrılmış olan toprak miktarı, yeryüzünün kara kütlesinin yüzde 45’ine denk düşmektedir.[11]
Dahası, okyanuslara karşı girişilen büyük taarruz bu hesaba dahil değil. Dünyanın önde gelen balık sahaları aşırı avlanmadan mustarip, denizlerde devasa alanların ölü bölgelere dönüşme tehlikesi başgöstermiş durumda.
Bizler vegan beslenmeye geçerek, şirket kârları uğruna milyarlarca hayvanın işkenceden geçirilmesine suç ortaklığı yapmayı reddedebiliriz ve buna ilaveten, özellikle kalp hastalığı ve kanser konularında yararı ayrıntılı olarak belgelenmiş olan bitkisel beslenmenin getireceği sağlık kazanımlarını elde edebiliriz.
Richard A. Opplander, “Comfortably Unaware: What We Choose to Eat Is Killing Us and Our Planet” (Huzurlu Gaflet: Yemeyi Seçtiğimiz Şeyler Bizi ve Gezegenimizi Öldürüyor) adlı kitabında, yiyip içtiklerimizi değiştirmezsek ileride başımıza geleceklere dair dehşetengiz senaryoları önümüze seriyor. Üretilmesi için yaklaşık 19 bin litre su gerektiren yarım kilo bifteği[12] yemekten vazgeçersek, bütün yıl boyunca duş yapmaktan vazgeçmekle tasarruf ettiğimizden daha fazla su tasarrufu sağlayacağımızı, ABD’de tüm suyun yarısının hayvanları beslemeye gittiğini kaydediyor. Şöyle yazıyor Opplander:
Kirletmeye yaptığınız katkı, tüketmek üzere satın almaya karar verdiğiniz şeylerle başlar. Burada söz konusu olan, arada bir yaptığınız alışveriş değil: her Allahın günü yediğiniz içtiğiniz tüm yiyecek maddelerinden bahsediyoruz. Et ve diğer hayvansal ürünler sözkonusu olduğunda, bu seçimin çevreye getirdiği kirlenme muazzam boyutlara ulaşır. Siz yiyesiniz diye beslenip büyütülen o hayvanı yetiştirmek için, sessiz sedasız onunla birlikte taşınan bir bagaj vardır: Yani size göre sessiz sedasız; yoksa başka yerlerde bayağı büyük bir gürültü koparmaktadır o bagaj. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde tarım ve hayvancılık tesislerinde yetiştirilen tavuklar, hindiler, domuzlar ve inekler dakikada 2,3 milyon kilogramın üzerinde dışkı üretmektedir. Bunlar her yıl insanlar et yemeye devam etsinler diye yetiştirdiğimiz hayvanlardır ve ülkemizdeki toplam insan nüfusunun ürettiğinin 130 katı dışkı üretmektedirler. Bu gübre lâğımı hem küresel ısınmanın, hem su ve toprak kirlenmesinin, hem hava kirlenmesinin ve hem de kaynaklarımızın kullanılıp tüketilmesinin müsebbibidir. Yiyecek için beslenen hayvanların ürettiği atığın içinde hayvanın beslenip büyütülmesi süreci içinde kullanılan tüm antibiyotikler, böcek öldürücüler, yabani ot öldürücüler, hormonlar ve, hayvanları besleyip büyütme sürecinde kullanılan diğer kimyasal maddeler yer alır.
Herhangi bir yerdeki toprağın bir hektarlık parçasında, yenebilir hayvansal ürünlerin oniki ilâ yirmi katı ağırlığında yenebilir sebze, meyve ve tahıl yetiştirebiliriz. Esas olarak, öldürüp yiyeceğimiz hayvanları üretmek için toprak ve tahılın yirmi katını, suyun da yüzlerce katını kullandığımız gibi, su yollarımızı ve havamızı kirletiyor, yağmur ormanlarını yok ediyoruz ... üstelik, onların yerine üretebileceğimiz bitkisel ürünlerden daha sağlıksız olan bir beslenme biçimi için.
Hayvansal tarım endüstrisi, sektör konusunda araştırma yapan ya da ona meydan okumaya kalkan herkesi yasadışı veya suçlu ilan etmek için ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ticarî anlaşmalar ve ticarî işletme sırları gibi bahaneleri kullanarak, ABD’de yaklaşık bir düzine eyalette ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasaların (ag-gag laws), federal düzeyde de Hayvancılık İşletmelerini Koruma Yasasının (Animal Enterprise Protection Act) geçmesini sağladı; bunların hepsi de terörle mücadele yasasının maddeleriyle güçlendirilmiştir. Vatanseverlik Yasası (Patriot Act), hayvansal tarım endüstrisinin kârlarına halel getiren beyanat verilmesini ya da bu yönde hareketlere girişilmesini suç saymaktadır. Radikal değişim, şirketlerin güdümündeki devletimizin güç ve kudretine karşı girişilecek her türlü meydan okumada olduğu gibi, kudret yapılarının dışında inşa edilmek zorundadır; besi hayvancılığı sektörünün karşısına çıkmayı reddeden belli başlı çevre örgütleri de buna dahildir ve değişim bunların da dışında geliştirilmek durumundadır.
Huntingdon’un Hayvanlara Eziyetine Son Verelim (Stop Huntingdon Animal Cruelty/SHAC) adlı grubun altı üyesi 2006’da Trenton, New Jersey’de federal mahkeme tarafından mahkûm edildi. Mahkeme, grubun web sitesini Huntingdon Life Sciences (Huntingdon Yaşam Bilimleri) adlı hayvan-deneyleri laboratuvarına yapılacak saldırıları kışkırtmak için kullandıkları gerekçesiyle onları mahkûm etmişti. Grup üyeleri Hayvancılık İşletmelerini Koruma Yasası’nı çiğnemek amacıyla kumpas kurmakla suçlanıyordu. Mahkûm olanlardan Andrew Stepanian –daha sonra serbest bırakıldı– bir federal “iletişim yönetimi birimi”nde tecritte tutuldu.
Besi hayvanlarımıza nasıl muamele ettiğimizi gösteren fotoğraf ve film çekimlerini yasaklayan yığınla yeni yasa var; bu durumda, boğazlanmayı bekleyen hayvanların devasa hangarlarda iğrenç derecede zalim şartlar altında tutulduğunu gösteren çok fazla görüntünün ortaya çıkmasını beklemeyin. Tarım şirketlerinin parasıyla satın alınmış politikacılardan, küresel ısınma üzerinde muazzam etkisi olabilecek bir beslenme şeklini savunmalarını da beklemeyin. Sektörden gelen reklam paraları için kuyrukta bekleyen kitle iletişim araçlarının (yaygın medyanın), bu sektörün gezegeni ne hallere sokmakta olduğu konusunda bizi bilgilendirmesini ise hiç beklemeyin.
“Cowspiracy: The Sustainability Secret”[13] (“Komplosığır: Sürdürülebilirliğin Sırrı”) adını taşıyan yeni bir belgesel, hayvancılık tarımı endüstrisinin kudretini ele alıyor: Bu güç, dünya yüzünde ortak yararın şirketler tarafından yere yatırılıp boğazlanması şeklindeki yap-boz bulmacasının dev parçalardan yeni bir tanesini oluşturuyor. Film, kamuoyuna yalnızca hayvancılık tarımının çevresel etkileri konusunda değil, aynı zamanda, yediğimiz yiyeceğe neler yapıldığını, içine neler konduğunu da bildirmeye girişiyor.
“Hayvansal tarım endüstrisi, gezegenin üstündeki en kudretli endüstrilerden biridir,” diyor “Cowspiracy” filminde yer alanlardan gazeteci Will Potter. (Will Potter) “Bu ülkede çoğu insan para ve endüstrinin siyaset üzerindeki etkisinin farkında. Özellikle bu endüstride sözkonusu etkinin ortaya konduğunu açıkça görüyoruz. FBI’a göre hayvan hakları savunucularıyla çevre aktivistlerinin 1 Numaralı iç terör tehdidi sayıldıklarını öğrenmek pek çok insanı şoke edecektir. ... Bugün asıl onlar şirket kârlarını diğer tüm toplumsal hareketlerden daha fazla doğrudan tehdit ediyor.”
Film, Sierra Club çevre kuruluşunun doğayı koruma direktörü Bruce Hamilton’un, bizi bekleyen vahim gelecek konusunda söyledikleri ile açılıyor. “Dünya iklim bilimcileri, sera gazı salımlarının en üst güvenli sınırı olarak atmosferdeki karbon diyoksidin milyonda 350 parça civarında olması gerektiğini belirtiyorlar,” diyor Hamilton. “Oysa biz 400’e ulaştık bile. Bilimcilere göre kuraklık, kıtlık, insanlar arası çatışmalar ve canlı türlerinde majör yokoluşlar gibi tehlikeli sonuçları göze almadan bu dünyada yaşam sürdürmeyi umabileceğimiz güvenli üst sınırın hararette en fazla 2 derece Celsius civarında bir artış olabileceğini söylüyorlar. Biz bu sınıra hızla yaklaşmaktayız ve atmosfere yerleşmiş bütün bu karbondiyoksit birikimiyle birlikte, o tavanı kolayca delip geçeceğiz. Dinozorların yok olduğu dönemden bu yana türlerin dünyada görülmüş en büyük oranda yokoluşuna göz göre göre tanık oluyoruz. Deniz seviyelerinin yükselmesi yüzünden ülkeler tümden sular altında kaldığında, ülkeler kuraklık yüzünden nüfuslarını tümüyle besleyemez olduklarını gördüklerinde ve bunun sonucunda son çare olarak başka bir ülkeye göç etmek veya başka bir ülkeyi istila etmek zorunda kalacaklarını farkettiklerinde, geleceğin iklim savaşlarını yaşayacağız.”
“Peki besi hayvanları ile hayvancılık tarımının buradaki rolü?” “Komplosığır” (Cowspiracy) filmini Keegan Kuhn ile birlikte yönetmiş olan Kip Andersen bu soruyu sorunca, “Ee...” diye yanıtlıyor Hamilton, “ne olmuş yani hayvancılığa?”
Aralarında Greenpeace, 350.org ve Sierra Club gibi önde gelen çevre örgütlerinin hayvansal tarım sektörünü karşılarına almayı reddetmeleri, şirket gücü karşısında aktivistler topluluğunun ne kadar âciz kaldığını gösteren bir pencere.
Kuhn’a Berkeley’de, Andersen’e de San Francisco’da telefonla ulaştım.
“Hem toplumda, hem de hükûmette petrol endüstrisine doğrudan bağı olanlardan çok daha fazla insanın hayvancılık tarım sektörü ile bağı var,” diyor Kuhn. “Petrol endüstrisi, görece olarak, çok küçük bir nüfusu istihdam eder ve nüfusun çok küçük bir kesimi tarafından kontrol edilmektedir. Tarım endüstrisi ise, hem hayvancılık sektörü, hem de o hayvanlara yedirilen yem ve tahıl sektörü olarak, çok daha büyük bir nüfusu bağrında barındırır. Siyasi bakımdan çok daha zorlu bir sektördür. Dünya yüzündeki en büyük yiyecek emtia şirketlerinden biri olan Cargill gibi şirketler, ABD’de siyasa yaratabilecek güçtedir. Hükûmet, uygun fiyata yiyeceğe sahip olmak istediğini söyler; bunun anlamı, bu şirketlere muazzam sübvansiyonlar vermektir. Yaşayabilmek için hayvansal ürünler yememiz gerektiği yolunda bir inanış var. Bu inanış hiç sorgulanmaz. Fosil yakıt sektörüne, elde alternatif yakıtlar olduğu argümanı ile daha kolay karşı durulur. Oysa insanlar hayvan yemeye bir alternatifin mevcut olduğunu düşünmezler bile.
“Yediğimiz şeylerin nasıl üretildiğini bilmemizi daha da zorlaştıran kanunlar çıkarılmasını kim ister ki?” diye soruyor Kuhn. “Hiçbir tüketici böyle birşey istemez. Tüketiciler daha büyük bir şeffaflık isterler. Bu da bu endüstrinin hükûmetle nasıl aynı yatağa girdiğini gösteriyor. Endüstri bizim ya da gezegenin yararına olmayan yasaları belirleyip dikte eder.”
“Hayvanları gizlemek, çiftlikleri gizlemek, bütün konuyu gizleyip gözlerden ırak tutmak, endüstrinin kullandığı bir pazarlama aracı,” diyor Kuhn.
“Endüstrinin tavrı şu: Eğer göremiyorsan, orada değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 10 milyar çiftlik hayvanı boğazlanmakta. Peki ama nerede bu 10 milyar hayvan? 320 milyon insan nüfusu olan bir ülkede yaşıyoruz. İnsanları her yerde görüyoruz. O milyarlarca hayvan nerede peki? Onlar gözlerden uzakta barakalarda gizleniyor. Sektörün bu korkunç katliamları yürütmesine olanak veren bir gizlilik bu. Hayvanlara yaptıkları muameleyi de, çevreye yaptıklarını da gizliyorlar.”
“Daha küçük çiftliklerde hayvanların otlatılarak beslenmesi meselesi var bir de,” diyor Andersen. “Başta bu daha iyiymiş gibi görünüyorsa da, aslında daha kötü. Fabrika çiftlikleri hayvanlar için feci şartlar getiriyor olsa da, çevre açısından otlaklarda beslenmiş hayvanlardan daha iyi, çünkü metan gazı salımları, dışkı atıkları ve bir de, sığırlar kamu arazilerinde otlayabilsinler diye katledilen bütün o atlarla kurtlar var; bunların parası da bizim cebimizden çıkıyor. Biz filmde fabrika çiftlikleri üzerine odaklanmadık. Bunları herkes biliyor. Biz asıl şu sözümona sürdürülebilir çiftliklere baktık; hani şu herşeye cevapmış gibi gösterdikleri, insancıl (merhametli) çiftçilik dedikleri yerlere. Çoğu kez bu çiftlikler, hayvanlar için daha iyi şartlar getirseler de, çevre üzerinde çok daha kötü etki yaratıyorlar.”
Farklı bir zaman çizelgesine sahip olsaydık veya gezegen üzerinde 1,5 milyar insan yaşıyor olsaydı, o zaman bazı orta yolcu önlemler alma yoluna gidebilirdik” diyor Kuhn. “Ne var ki, ekolojik açıdan önümüzde duran mesele artık bize şunu gösteriyor: Bitki temelli bir hayat tarzına derhal geçmekten başka yolumuz kalmamış durumda.”
“Kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl kullanabiliriz?” Oppenlander “Huzurlu Gaflet” kitabında bu soruyu soruyor. “Hangi yiyecekler gezegenimiz üzerinde en az etki bırakacaktır? Hangi yiyecekler kendi insan sağlığımızı ve zindeliğimizi en çok geliştirip destekler? Hangileri en merhametli yiyeceklerdir? Biz yiyeceğiz diye bir başka canlı varlığı boğazlamaya gerçekten ihtiyacımız var mı? Sakın, sadece canımız istediği için yapıyor olmayalım bunu?”
Ekolojik çöküş ve yokoluştan kendimizi kurtarabilmek amacıyla radikal değişimleri gerçekleştirebilmek için şunun şurasında en iyi ihtimalle birkaç yılımız kaldı. Vegan beslenen bir insan her gün 4165 litre su, 9 kilogram CO2 eşdeğeri, 3 metrekareye yakın ormanlık arazi, 20 kilo tahıl tasarruf ediyor ve her gün, duyguları olan bir canlıyı ölümden kurtarıyor[14]. İleride bizi nelerin beklediğini biliyorsak eğer, veganlıktan başka hiç bir seçeneğimiz olmadığını görürüz.
* Truthdig, 9 Kasım 2014
* Çeviren: Ömer Madra
[1] “Water Footprint Assessment.” University of Twente, the Netherlands.
[2] “What’s the Problem?” United States Environmental Protection Agency. “Livestock’s Long Shadow: Environmental Issues and Options.” Food and Agriculture Organization of the United Nations. 2006.
[4] Goodland, R; Anhang, J. “Livestock and Climate Change: What if the key actors in climate change were pigs, chickens and cows?” WorldWatch, November/December 2009. Worldwatch Institute, Washington, D.C., USA. Pp. 10-19.
[5] “Lifestock’s Long Shadow: Environmental Issues and Options.” Food and Agriculture Organization of the United Nations. 2006.
[6] 6. Jacobson, Michael F. “More and Cleaner Water.” In “Six Arguments for a Greener Diet: How a More Plant-Based Diet Could Save Your Health and the Environment.” Washington, D.C.: Center for Science in the Public Interest, 2006.
[7] Oppenlander, Richard A. “Comfortably Unaware: What We Choose to Eat Is Killing Us and Our Planet.” New York City: Beaufort Books, 2012.
[8] Ibid.
[9] “Water Trivia Facts.” United States Environmental Protection Agency.
[10] 10. Oppenlander, Richard A. “Food Choice and Sustainability: Why Buying Local, Eating Less Meat, and Taking Baby Steps Won’t Work.” Minneapolis, MN: Langdon Street, 2013. Margulis, Sergio. Causes of Deforestation of the Brazilian Rainforest. Washington: World Bank Publications, 2003.
[11] 11. Thornton, Phillip, Mario Herrero, and Polly Ericksen. “Livestock and Climate Change.” Livestock Exchange, No. 3 (2011).
[12] 12. Pimental, D., Pimental, M. “Sustainability of meat-based and plant-based diets and the environment.” American Journal of Clinical Nutrition, Vol. 78, 660s-663S, September 2003.
[13] “Cowspiracy: The Sustainability Secret,” http://www.cowspiracy.com/
[14] “Water Footprint Assessment.” University of Twente, the Netherlands.