Emel Gülcan'ın İsveç PEN yayını Dissident Blog'un (Muhalif Blog) ''Türkiye'deki ifade özgürlüğü ihlalleri'' dosyasında 8 Ocak 2013'te yer akan yazisini aynen aynen yayımlıyoruz.
Yeni Ülke gazetesi muhabiri Cengiz Altun, 24 Şubat 1992'de Batman'da silahlı saldırıya uğradı. Öldü, 24 yaşındaydı.
Gerçek dergisi muhabiri Namık Tarancı, 20 Kasım 1992'de Diyarbakır'da silahlı saldırıya uğradı. Öldü, 37 yaşındaydı.
2000'e Doğru dergisi muhabiri Halit Güngen, 18 Şubat 1992'de Diyarbakır'da silahlı saldırıya uğradı. Öldü, 21 yaşındaydı.
Hürriyet Haber Ajansı muhabiri Hatip Kapçak, 18 Kasım 1992'de Mardin'de silahlı saldırıya uğradı. Öldü, 32 yaşındaydı.
İsim, yer ve tarihleri değiştirerek benzer cümleleri defalarca kurabilirim.
1990'larda gazeteciler habere giderken tedirgindi. Kaçırılabilir, kaybedilebilir veya öldürülebilirlerdi. O dönemde tehdit edildiler, gözaltında "Bırak o işi" dendi. Bırakmadılar.
Öldürüldüler.
Sonrasında aileleri, cenazeleri, kimi zaman mezar taşları dahi rahat bırakılmadı. Çoğu "faili meçhul" kaldı; tetiği çekenlerin yargılandığı ender durumlarda ise deliller karartıldı, emri verenler bulunamadı.
İçimiz rahat değil
Yıl 2012, gazeteciler artık peş peşe öldürülmüyor. Ama içimiz halen rahat değil.
"'Silahlı örgüte' üye olduğum iddia ediliyor, benim en büyük silahım kameram ve fotoğraf makinem, bunu da suç sayacaklarsa varsın saysınlar." (Aydın Yıldız)*
"İstenilen sipariş haberi yapıp mevcut sisteme tabi olmuyorsan, baskıyla, sindirmeyle seni yola getirme çalışmaları devreye girer, bunlar da etkili olmazsa cezaevine girersin." (Hamdiye Çiftçi)**
"Biz gazeteciyiz, bu duruşmalarda yakınmayacağız. Cesaretle bu karanlık tertibin üzerine gideceğiz. Biz gazetecilere yakışan budur. Bize yakışan duruşma salonunu haber merkezine çevirmektir."(Soner Yalçın)***
Yıldız, Çiftçi ve Yalçın ile birebir tanışmadım. Onları bianet'in Medya Gözlem ve İfade Özgürlüğü Raporları'ndan tanıyorum. Haklarında en çok bilgiyi bu yıl 10 Ocak'ta başlayan "Hapis Gazeteciler 'Suç'larını Anlatıyor" dizisinden öğrendim. Yukarıdaki ifadeleri de bu dizi için gönderdikleri mektuplardan seçtim.
Onlar bize aradan geçen 30 yılda Türkiye'de muhalif gazetecilerin başka yöntemlerle cezalandırıldığını, seslerinin kesildiğini anlatıyor. Özgür Gündem geleneğinden gelen gazeteci Yurdusev Özsökmenler'in deyişiyle "Çıplak şiddetle imhanın yerini tutuklamalarla gerçekleştirilen imhalar aldı."
Gündem durulmadı
Eylül 2011'de bianet'in 2001'den beri yayımladığı Medya Gözlem ve İfade Özgürlüğü Raporları'nı hazırlamaya; artan zamanda da keyifli birkaç haber yapmaya taliptim.****
14 ay geçti, her biri 40 sayfaya yakın beş rapor hazırladım. Cezaevindeki gazetecilerin akıbetlerini kovaladım, avukatlarının izini sürdüm, yeni davalar açıldıkça öfkelendim.
Bu arada, hakkında yazmak istediğim düzinelerce kitap çıktı, yeni filmler gösterime girdi. Pek çoğu iştahımı kabarttı, ama pek azı hakkında yazabildim. Çünkü ifade özgürlüğü ihlalleri gündeminde sular durulmak bilmedi.
Saymak zorunda olmak
Türkiye'de ifade özgürlüğünü tartışırken cezaevindeki gazetecileri alt alta koyup listelemek sevimsiz. Toplatılan gazete, dergi ve kitapları hesaplamak tatsız. Zaten hep birileri çıkıp, o sayıları inkâr ediyor.
Yine de fikir vermesi için bianet'in son raporundan bazı bilgileri ve sayıları ödünç alalım: Örneğin 72 gazeteci ve 35 dağıtımcı, bu yılın Ekim ayına hapiste girdi. 72 gazeteciden 51'i ve 34 dağıtımcının tümü Kürt medyasındandı.
Gazetecilere yönelik "haber takibi", "kitap yazımı", "iktidara eleştirel habercilik" ve "Kürt medyasında çalışmak" gibi olağan gazetecilik faaliyetlerinden ötürü "yasadışı örgütün medya ortamı"nı oluşturma suçlaması bir türlü bitmedi.
Bu "medya ortamı" suçlamasını her gazeteciye uygulamak mümkün. Böylece "PKK'li" de olabilirsin, "Ergenekoncu" da. Hatta aynı firmanın ürettiği buzdolabı, çamaşır makinesi haberleriyle o firmanın "medya ortamı"nı da kolayca oluşturabiliriz. Bu da gizli reklam, gazetecilikte suç. Değil mi?
Gazeteciler artık daha özenli!
Türkiye'de gazetecileri cezaevine gönderen zihniyet çalışkan. Haberler sansürleniyor, gazete ve dergilere el konuyor, bazı kitaplar "sakıncalı" bulunuyor, davalar açılıyor.
Gazeteciler de artık daha özenli! Herkes basılmadan veya yayınlanmadan önce yazısını titizlikle, tekrar tekrar okuyor. Çünkü muhalif gazeteciler için işsizlik tehdidi kulaktan kulağa yayılıyor. Bazen de yayın yönetmenleriyle anlaşmazlık yaşayan gazeteciler, zarif bir yazıyla veda ediveriyor okuyucularına.
Biz okuyucular, bu sayede hiçbir muhabire veya köşe yazarına bağlanmamayı öğrendik. Zira her an ayrı düşebiliriz. Böylece logolar değişse de içerik, haberlerin sunuluşu hatta gazetede kapladıkları yer bile aynılaşıyor.
Bu keşmekeşte sıra bir türlü ifade özgürlüğünün güvence altına alınması için editoryal bağımsızlığın ne kadar gerekli olduğuna gelemiyor. Medyanın militarist ve cinsiyetçi dilinin ne kadar uzadığı ise epeydir gündemimizde değil.
Peki, tüm bunlar olup biterken iktidar ne yapıyor?
"Ne yapacaktım? Okşayacak mıydım?"
"Medyada da ayrı bir sorumsuzluk var. Allah aşkına, hangi ülkede, teröre karşı halkı ve vatanı için canını ortaya koyan güvenlik güçleri bu kadar hırpalanır? Hiç kusura bakmasınlar. Diyorlar ki; 'Başbakan medyaya çok saldırıyor'. Ne yapacaktım? Okşayacak mıydım...?"
Bu cümleler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 22 Eylül'de Haliç Kongre Merkezi'ndeki konuşmasından. Bize ne kadar sorumsuz olduğumuzu ve bu durumun kendilerini nasıl kızdırdığını anlatıyor.
Hep bu "milli duruş" yüzünden
Başbakanın bu tavrına artık pek şaşırmıyoruz. Çünkü 2011'de medya patronları ve genel yayın yönetmenleriyle buluştuğunda, nasıl bir medya istediğini anlattı, biz de öğrendik.
Artık herkesin teröre karşı "milli duruş" ödevi var. Bu "milli duruşu" sergilemeyen gazeteciler, köşe yazarları ise gün aşırı azarlanıyor. Hatta bu üsluptan Washington Post muhabiri de nasibini aldı.
İnsanlar sokaklarda haklarını arıyor
Bu karanlık tabloda içimizi rahatlatacak örgütlü bir muhalefetten söz edemesek de umutsuz değiliz. Çünkü Türkiye'de insanlar neredeyse gün aşırı sokaklarda, haklarını arıyor, gazetecilerin cezaevine konmasını kabul etmiyorlar. Hak savunucuları ve meslek örgütleri de gazeteci duruşmalarına yetişmek için adliyeden adliyeye koşturuyor, sık sık cezaevindeki gazetecileri ziyaret ediyor.
Belki bu sesler sayesinde bazı küçük kazanımlar elde ediliyor. Mesela Temmuz'da yürürlüğe giren 3. Yargı Paketi ile tahliye olan gazeteciler, geçen rapor döneminde görece daha az travmatize olmamı sağladı, bu konulara kafa yoranlara da sanırım iyi geldi.
Yine de bugün itibariyle Türkiye'de hala gazeteciler cezaevinde, mevcut yasalarla haklarında yeni davalar açılması ve cezaevine konulmaları pekala mümkün. Üstelik ifade özgürlüğü ihlalleriyle ilgili rapor hazırlamayacağımız günler için, aslında iktidar dahil, herkes ne gerektiğini iyi bilmesine rağmen! (EG/HK)
* DİHA Mersin muhabiri Aydın Yıldız 1 Ekim 2011 günü "KCK örgütüne üye" olduğu iddiasıyla tutuklandı, 13 Temmuz 2012'de tahliye oldu.
** DİHA muhabiri Hamdiye Çiftçi, 9 Haziran 2010'da Hakkâri'deki KCK operasyonlarında tutuklandı, 13 Temmuz 2012'de tahliye oldu.
*** OdaTV internet sitesi sahibi Soner Yalçın 18 Şubat 2011'de OdaTV Davası'ndan tutuklandı. Halen Silivri 1 No'lu Cezaevi'nde.
**** bianet Medya Gözlem ve İfade Özgürlüğü Raporları için tıklayınız.