*Lahey Temsilciler Meclisi'nde kürtaj yasasıyla ilgili halka açık duruşma, Dolle Mina'nın iki üyesi poster gösteriyor, 1971. Fotoğraf: https://commons.wikimedia.org/
Bu yıl Uluslararası Kadına Karşı Şiddet ile Mücadele yılının ana teması kadına karşı şiddeti önlemede "müttefikler" olarak erkeklerin sorumluluğu öne plana çıkarıldı.
Erkeklere yapılan çağrıda, erkek gücünün onlara sunduğu tüm ayrıcalıklardan kurtulmaları ve hatta feminist erkekler, feminist babalar olmaları isteniyor.
Evet, kendini feminist olarak niteleyen erkekler var.
Feminizme ilgi duyan ve feminist harekete katılan az sayıda da olsa erkek var. Acaba bir erkek neden feminizme ihtiyaç duyar veya feminist olur?
Amerikalı yazar, akademisyen, feminist aktivist bell hooks'un bu soruyu soran erkeklere verdiği yanıt, aslında feminist hareketin farklı fraksiyonları arasında da kolay kolay kabul edilmiş, uzlaşıya varılmış bir yanıt değildir, "Yakınlaşın ve anlayın: Feminizm herkes içindir! Feminist erkeklik, ataerkil sistemden mustarip olan erkeklerin kurtuluş yoludur!" der.
Feminist kadınlar yüz yılı aşkın süredir açıklıyor
hooks, kadın hareketinde erkeklerin rolü konusunda son derece "ılımlı" yaklaşımına karşın, feminizmin bir kadın hareketi, daha doğrusu kadınların hareketi olduğunu belirtmekten geri durmuyor. Fakat cinsiyetçilik karşıtı erkeklerin de erkek egemen, cinsiyetçi yapıya karşı, feminist hareketin müttefiki olabileceğini belirtiyor. Yazar, kimi feminist kuramcı ve aktivistin katılmadığı bir noktanın altını özellikle çiziyor ve mealen; feminist hareketin kapısının, cinsiyetçilik karşıtı erkeklere de açık olduğunu söylüyor...
Toplumsal yaşamın her alanında gücü elinde bulunduran erkekler bu gücün kendilerine sunduğu konfordan niye vazgeçmek isteyip kadın ve erkek eşitliğini savunup kadınların sırtına yığılmış yükün ağırlığını paylaşmak istesinler?
Neden politik, iş ve toplumsal yaşamın her alanında söz ve mevki sahibi oldukları konumlarını, koltuklarını, kadınlara bırakmak istesinler?
Neden çocuklara baksınlar, yemek pişirsinler, çamaşır yıkayıp ütü yapsınlar?
Bu açıdan bakınca feminizm erkekler için neden gereklidir veya iyidir?
Bu soruların yanıtlarını feminist kadınlar yüz yılı aşkın süredir açıklamaya uğraşıyor.
Pek çok Avrupa ülkesinde 68 kuşağı içinden gelen bazı erkekler o dönem yükselmekte olan 2. dalga feminist kadın hareketinin içinde aktif yer aldılar.
Hollandalı Toplumsal Cinsiyet Tarihi (Gender History) profesörü Gert Mak Hollanda da 1960 ve 70'li yıllarda çok sayıda kadınların ve erkeklerin birlikte pek çok feminist inisiyatifleri olduğunu, örneğin Dolle Mina hareketi içinde birlikte çalıştıklarını ve LOVER isminde çok ciddi bir feminist dergi çıkardıklarını yazıyor.
Dolle Mina hareketiDolle Mina hareketi ismi, birinci feminist hareketin lideri ve lakabı "İjzeren Mina" yani "demir Mina" olan Wilhelmina Drucker'dan alıyor. Bu hareket sosyalist hareket içerisinde yer alan kadınlar ve az sayıdaki erkekler tarafından başlatılıyor. | |
Amerika'da 2. dalga feminist hareketin içinden radikal feminizm doğdu. Bu grup feminist kadınlar başlarına gelen her türlü eşitsiz uygulamanın sorumlusunu erkekler olarak görüyordu. Onlara göre toplumda iki sınıf vardı. Egemen erkekler ve ezilen kadınlar.
Erkekler feminizme karşı her eleştirilerinde radikal feminizmi örnek vererek feminizmi erkek düşmanlığıyla özdeşleştirmek için ellerinden gelen çabayı gösterdiler. Bu çabaları halen devam ediyor kuşkusuz.
Ama Amerikalı feminist yazar hooks, "'Feminizm cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir harekettir' (...) bu tanımı seviyorum. Çünkü hareketin erkek düşmanlığı ile alâkası olmadığını çok net bir biçimde belirtiyor..." der.
Hollandalı tarihçi Gert Mak günümüzde yeniden kendini feminist gören erkeklerin sayısının giderek artmasından ve artık toplum tarafından daha normal karşılanmalarından memnuniyet duyduğunu yazıyor.
Çünkü onun tanık olduğu 60'lı ve 70'li yılarda bir erkeğin kendisini feminist olarak nitelemesi veya feminizmi savunması oldukça cesaret isteyen bir işti. Erkek toplumsal olarak dışlanıyor ve alaya alınıyordu.
Bizim ülkemizde süreç nasıl başladı ve gelişti?
60'lı yıllarda, ABD'nin Vietnam'a müdahalesi ile başlayan savaş, Amerikan gençliğini derinden sarsmıştı. Savaş karşıtı gençlik hareketi çığ gibi büyürken kapitalist ve emperyalist sisteme karşı siyasi bir içerik kazandı.
Amerika'da başlayan ve hemen Avrupa'ya sıçrayan "Savaşma, seviş" rüzgarı kaçınılmaz olarak bizi de etkiledi. Bu etkileşimde "savaşma" sözcüğü öne çıkarken "seviş" sözcüğü sansür edildi ve kesinlikle yok sayıldı. Zaten toplumsal ve kültürel bir tabu olan cinsellik sol tarafından tabu alanına itildi.
Barış ve özgürlük talebi öne çıkarken gençlik ABD'ye ve NATO'ya karşı antiemperyalist, anti kapitalist siyasi bir mücadele içinde buldu kendini.
ABD ve Avrupa'da parklarda, açık alanlarda hem şarkılar söyleyip hem sloganlar atan hem de çimenler üzerinde sevişen "çiçek çocuklar" bizim coğrafyamıza oldukça tersti.
Türkiye coğrafyasında özgürlük ve bağımsızlık istemek ABD veya Avrupa'da olduğu kadar renkli ve maceralı bir süreç değildi. Bizde bu mücadelenin bedeli biraz ağırdı.
Bu kadar çok siyasallaşan bir gençlik hareketi içinde bizim ablalarımız nasıl bir yer alıyordu?
Onlar da aynı erkek arkadaşları gibi dünyadaki ve ülkedeki gelişmelerden etkileniyor ve ilgileniyorlardı.
"Bacım" veya "yoldaşım"
Aşk ve cinsellik her türlü kültürel baskıya rağmen yaşanıyordu ama çoğu zaman örgütten ve aileden gizli saklı.
Solcu erkekler kız arkadaşlarına "bacım" bazen de "yoldaşım" diyorlar onlara geri plan kırtasiye ve mutfak işleri görevleri veriyorlardı.
68 Kuşağı sol hareketin içinde aktif yer alan kadınlar mücadelenin içinde geri görevlerde ve erkeklerin sorumlulukları altında çalıştılar. Düşünce üreten, planlayan, yönetici pozisyonlara gelemediler.
Türkiye sol ve sağ gençlik hareketlerinde genç kızların öncü görevleri ve rolleri olmamıştır. Lider kadroların tamamı erkektir.
Hollanda da ise sosyalist gençlik örgütlerinin içinden doğan Dolle Mina hareketine kadınların eşleri ve sevgilileri destek vermişler hatta kurucuları arasında yer almışlardır.
Bizde ise kadınlar örgüt içinde durumlarını sorgulamak istediklerinde ve karar mekanizmalarında sorumluluk almak istediklerinde kimse onları duymak bile istemiyordu. Onlar sadece özverili, çalışkan, cefakâr, sabırlı ve uyumlu olsunlar yeterdi. Yaşasın "kutsal bacılar!" durumu.
Özetle, o yıllarda özgürlük ve eşitlik talepleri sadece siyasi bir talepti. Kadının özgürlüğü ve kadın erkek eşitliği sosyalizme havale edilmişti.
"Feminizm" kelimesi belki hiç duyulmuyordu bile. Duyup çok nadir de olsa sözünü edenler ise karşı devrimci gibi muamele görüyor hatta alaya alınıyordu.
Yani hiç gündemde yoktu feminizm. Hatta yasaktı.
İşte yasaklı feminizm yılları bin bir türlü siyasi, toplumsal, kültürel ve sosyal nedenlerle 1984'e kadar devam etti.
İstisnasız bütün sol hareket feminizmi reddetti.
Elbette 80'lere gelmeden önce onlarca farklı siyasi çizgiden partiler ve dernekler kendi kadın örgütlerini ve derneklerini kurdular.
Bu kadın örgütlenmeleri asla bağımsız olamadılar. Onlar da nihai çözümü sosyalizmde görüyorlardı. Bunlardan en yığınsalı TKP'li kadınların kurduğu ve yönettiği İlerici Kadınlar Derneği (İKD) oldu.
İKD her ne kadar TKP MK'nin ideolojisi, yönetimi ve disiplini altında faaliyet gösterse de kadınlar zaman içerisinde kendi otonomilerini kazandılar. "Eşit işe eşit ücret" ve "her iş yerinde kreş" gibi talepleri öne çıkıyordu. Ev işlerinde ve çocuk bakımında, evde eşit iş bölümü gibi istemler ise hiç gündeme gelmedi. Devlete ve işverene veriliyordu bütün sorumluluk. Aile içi kapalı bir kutu tabu alanıydı.
Ve nihayet feminizm legalleşiyor
Türkiye'de ikinci dalga feminizmin çok amaçlı ilk örgütlenmesi olan "Kadın Çevresi" uzun bir hazırlık sürecinden sonra, 10 Mart 1984 tarihinde ilk toplantısını yaptı.
Daha önce 4 Şubat 1983 – 5 Ağustos 1983 tarihleri arasında feminist fikirlerin kamusallaştırıldığı Yazko yayınlarından Somut'un 4. sayfası ise feministlerin ilk örgütlü süreli yayın deneyimiydi.
O güne kadar sol kadın örgütlerinin bile "küçük burjuva" hatta "Kemalist ve elitist" diye küçümseyerek baktıkları akademisyen sosyolog Şirin Tekeli, Stella Ovadia ile birlikte kadın meselelerini yazmaya başladılar. Şirin daha sonraki yıllarda o günleri için "sanırım mahçup feministlerdik" der.
Şirin'in T24'te yayınlanan bir röportajından alıntıyı buraya eklemek istiyorum:
"(...) Bu arada, benim üniversitede yaşadığım tepkilere benzer şeyler YAZKO'da da oldu. Mesela çok ünlü bir laf üretildi. Şair Can Yücel bize Karı Kuvvetleri demişti (Gülüyor). Can Yücel'le bir gün YAZKO merdivenlerinde karşılaştık. Aramızda hakiki kıvırcık saçlı olan bir tek Şule var ama o sırada afro modası olduğu için hepimiz saçlarımızı kıvırcık yaptırmışız. Bir dizi aynı model saçlı kadını birlikte merdivenlerde görünce Can Yücel bize karı kuvvetleri adını taktı."
"Feminizm" adı kullanılmadan feminizm tartışmaları
Şirin bu anısını anlatırken "arkamızdan söylemişti, bize iletildi ama hiç kızmadık, tersine karı kuvvetleri olduğumuzu düşündük, bu da bize iyi geldi " diyor röportajda.
Feminist bir potansiyelin açığa çıkmasına katkıda bulunan, feminizmi büyüten ve Türkiye feminist hareketinin tarihinde önemli yer tutan bu iki çalışma sürerken feminist kadınlar bir yandan da kendi bağımsız kanallarını nasıl oluşturacaklarını tartışıyorlardı.
12 Eylül'ün baskılar altındaki yasaklı yıllarında erkeklerin yönetimindeki egemen güçleri sorgulamaya çok daha fazla vakitleri oldu kadınların. Sınıfsal analizler yerini yavaş yavaş cinsiyetçi analizlere bırakıyordu.
Kadınlar, "feminizm" adı kullanılmadan feminizmi tartışmaya baslamışlardı aslında.
Kadın emeği, feminizm gibi kimi tanıklıklara dayanan kimi teorik çeşitli konular tartışılmaya başlandı.
Kadın Çevresi, yayınlarını iki dizi olarak çıkarmaya karar verdi. Kadın açısından, kadınlar hakkında yazılmış kitaplar "Kadın Sözü" dizisinde yer alacaktı. Bu dizinin ilk kitabı, Şirin Tekeli'nin çevirisiyle Andrée Michel'in "Feminizm" kitabı oldu. "Söz Kadınların" dizisinde ise kadınların kendilerini anlattığı kitaplara yer verilecekti. Bu dizinin ilk kitabı Lee Comer'in "Evlilik Mahkûmları"ydı.
1982 yılında çalışmalarına başlayan Gülseli İnal, Gülnur Savran, Şirin Tekeli, Feraye Tınç, Şule Torun, Yaprak Zihnioğlu'ndan oluşan çeviri grubunun ilk ve tek çevirdiği kitap olan Juliet Mitchell'in "Kadınlık Durumu", 1986 yılında Kadın Çevresi tarafından yayınlandı.
Sabır ve özveri
Kitabın önsözünde çeviri grubunun tarihine ilişkin, grupta yer alanların "yuvarlak masa" tartışması da yer alıyordu. Simone de Beauvoir'ın "Ben Bir Feministim" ile Dayağa Karşı Kampanya kolektifi tarafından hazırlanan "Bağır, Herkes Duysun" kitapları Kadın Çevresi tarafından yayınlanan son kitaplar oldu.
1987-1990 yılları arasında yayınlanan "Feminist" dergisi de Kadın Çevresi yayını olarak çıkarıldı. 1990 yılına gelindiğinde resmi olarak kapanan Kadın Çevresi'nin kuruluş süreciyle ilgili canlı tanıklıkların aktarıldığı, Pazartesi dergisinde Stella Ovadia ile yapılan söyleşi ile Gülser Kayır Öztunalı'nın Nurser Öztunalı'nın notlarından da yararlanarak hazırladığı ve Feminist Politika dergisinin 11.sayısında yayınlanan yazısını okuduğumuzda Kadın Çevresi'nin feminist tarihimizdeki önemini bir kez daha anlıyoruz. (Kaynak: Kadın Çevresi)
Lafı çok uzattım ama Şirin Tekeli ve bir avuç kadının Türkiye'de ikinci dalga feminist hareketi nasıl büyük bir sabır ve özveri ile başlattıklarını anmadan geçemezdim.
Türkiye'nin 68 ve 78 kuşağı erkekleri 12 Eylül baskıcı askeri rejiminin en karanlık günlerinde dayağa karşı eylemlerle sokaklara dökülen kadınlara hayretler içinde bakıyorlardı.
Aslında çökmüş sol hareket daha kendini toparlayamazken kadınlardan başlayan hak ve eşitlik talebi ilerici ve demokrat bir talepti.
Bir kısım erkek demokrasi mücadelesinde yer almak isterken feminist kadınların saflarına yanaşmaya başladı. Başka dinamik muhalif alternatifler de yoktu zaten.
Artık feminizme daha sempatik bakıyorlar ve saygı duyuyorlardı.
Yarın: Türkiye'de Feminist erkekler var mı?
(SM/AÖ)