Umutsuzum, karamsarım, endişeliyim, kaygılıyım, korkuyorum ve çaresizim…
Türkiye’de ikili sohbetlerden tutunda medyaya kadar uzayan geniş bir çerçevede en sık duyduğum veya okuduğum duygu durum anlatan kelimelerin başında geliyor bu yazdıklarım.
Ülkede ekonomik, politik, sosyal ve toplumsal problemler öyle genişledi ve en kötüsü de öyle derinleşti ki; halinden memnuniyetsizlik, umutsuzluk ve karamsarlık anlaşılır duygu durumları tabii ki.
Geçmiş yıllarda Türkiye’ye her geldiğimde havaalanından bindiğim takside başlayan daha sonra sosyal olarak iletişime girdiğim her mekânda, bir cafede, bir hastanede bekleme odasında örneğin, durakta, vapurda aklınıza gelen her türlü iç ve dış mekânda insanların arasına karıştığımda mutlaka hayata dair ne varsa konuşulan sohbetler başlar ve ben bu sohbetlerden oldukça zevk alırdım.
Her sohbet bir şikayet konusu ile başlardı. Trafik, hayat pahalılığı, yükselen döviz ve altın kurları, alınan ürünün veya tüketilen yemeğin kalitesizliği, hava kirliliği, şehrin nasıl kötüye doğru sürekli değiştiği, insanların sokakta birbirlerine karşı kaba ve saygısız olduğu, hava kirliliği, betonlaşan şehirler ve yeşile duyulan özlem ilk aklıma gelenler. Ama tabii ki son yılların en popüler konusu ise Suriyeli mülteciler.
Hollanda'da özlediğim şeyler
Konuştuğum insanlara göre bu şikâyet konularının kaynaklandığı bütün sorunların başlıca nedeni ya iktidar ya da muhalefetteki siyasetçilerdi. Bu güne kadar kimsenin suçu birazcık da kendisinde aradığını duymadım.
Çok alışık olduğum halde her defasında bizim insanların nasıl oluyor da her konuda bu kadar politik yorumlar yapabildiğine şaşardım. Konuştuğum insanları provoke edecek sorular sorar bazen kasıtlı damarlarına basar konuşmanın hararetini artırırdım.
Hollanda'da özlediğim şeylerdi bunlar. Çünkü orda bir taksi şoförü ile en fazla hava durumunu konuşur ya da bavullarınızla binmişseniz taksiye “tatiliniz nasıl geçti” gibi kısa bir soruya muhatap olursunuz. Mesafeli, kibar ve asla özele inmeden.
Neyse bu spontane sohbetlerde insanlara “ne yapmak gerek sence”, “o zaman niye hakkını aramıyorsun veya “neden şikayet etmiyorsun” sorularına geçiş yapar çözümleri var mı diye görüşlerini merak ederdim.
Tabii ki çözüm hiç olmazdı. “Kimi kime şikâyet edeceksin”, “yıllarca mahkeme kapılarında mı süreceksin” diyerek hukuk sitemine ve adalete dönerdi şikâyetler bu kez de ve böylelikle herkes kendini aklardı. Bazı konularda ise hemen çok net çözümleri oluyordu örneğin mülteciler hakkında. “Ben olsam bunların topunu kamyonlara doldurup bir günde sınır dışına atarım” gibi.
Eğer her şeyin sorumlusu, bütün bu şikâyet konularının kaynağı siyasetçiler ise, neden seçiyorsunuz bu adamları? ya da madem seçtiniz ve sonra yanıldığınızı anladınız neden değiştirmiyorsunuz bu adamları? diye sorarsınız gelen başlıca yanıtlar : “al birini vur ötekine”, “hepsi yiyici”, “gelen gideni aratır”, “baştaki giderken enkaz bırakır gelen altında kalır” gibi yanıtlar hazırdı hemen.
İşte seçimlere çeyrek kala ülkem insanının bu davranışsal özelliklerini düşünüyorum. Düşündükçe ben de karamsar oluyorum. Ben de umutsuz oluyorum.
Neden insanlar hayatlarında olumsuz giden şeylerden kendisini sorumlu tutmaz? Benim payım ne bu durumda demez? Yetişkin bir birey olmuştur ama hala ailesini, anasını babasını, öğretmenini, bakkalı, üst komşuyu suçlar özel hayatı söz konusu olunca. Ülke sorunları söz konusu olunca da hükümeti ve siyaseti yani yine başkalarını. Hükümeti ben seçtim ben de sorumluyum diyen birini duydunuz mu siz? Ben daha duymadım.
Ülke için de sorumluluk
Herkesin affına sığınarak bir genelleme yapacağım. Türkiye de insanların büyük bir çoğunluğu eylemlerinin sorumluluğunu almıyor. Bu davranış en yukardan en aşağı tamamen aynılık gösteriyor.
İnsan bir birey olarak eğer bu gün hayatımdan memnun değilsem bunda benim rolüm ne ve nasıl değiştirebilirim hayatımı diyerek sorumluluk alıp eyleme geçmezse, yaşadığı ülke için de sorumluluk duymuyor, onu güzelleştirmek iyileştirmek için elini taşın altına koymuyor.
Üç kadın arkadaşımın bireysel sorumluluklarını ortaya koyarak kaleme aldıkları “Tüm muhalefet partilerine acil çağrımız” başlığını taşıyan metni tüm muhalif siyasi partilerin liderlerine gönderdiler. Onların bu cesaretli çıkışını bir imza kampanyasına dönüştürdük arkadaşlarla birlikte.
Whatsapp gruplarında, sosyal medya da yaygınlaştırıp destek vermek için uğraştık. Tek tek takipçi arkadaş ve dostlarımızı hesap etsek dün en azından bir kaç bin imzaya ulaşmamız gerekiyordu. Günün sonunda ancak 160 imzamız olabildi.
Hiç bir tehlikesi ve rizikosu olmayan bir metin ile muhalefete “lütfen ortak bir aday için altılı masayı genişletin” diyoruz.
“Bir parti başka bir partiye ben onunla aynı masada oturmam deme lüksüne sahip değildir” diyoruz. Bu iki cümleyi yanlış bulan kimse yok aramızda. Ama imza sayımız ortada.
İmza kampanyalarının etkisine olan inanç kalmamış diyebilirsiniz. Ama bu bizim 160 imzamızı açıklamaz.
Sorumlu, demokrasi bilinçli vatandaş arkadaşlarımdan bahsediyorum çünkü bu hayal kırıklığımda. Tam bir dakika sürüyor bütün işlem.
Bu tespitin psikolojik, sosyolojik, toplumsal, kültürel analizini alanlarında uzman akademisyenler yapıyor. Yapıyor ama değişime dönüşmüyor bu değerli analizler ve araştırma sonuçları.
Bu değişim ve dönüşüm alttan ve üstten birlikte yapılması zorunlu kısa ve uzun vadeli planlarla mümkün.
Şimdi seçim arifesine geldiğimiz şu günlerde yığınlarda gözlemlediğim bu objektif durum tespiti beni oldukça kaygılandırıyor.
Vatandaşın bir birey olarak sorumluluğunu almasını istiyor ve ülkeyi yönetemez hale gelmiş bu iktidarı evine geri göndermesini istiyoruz.
Sokağı dinlersek durum bu. Ama sandığa gidince bu durum oraya nasıl yansıyacak.
Biz muhalif seçmenler olarak her birimiz tek tek kendi sorumluluklarımızı yerine getirmek için ne yapmalıyız? Her gün saatlerce şikâyet ediyoruz ama değiştirmek için ne yapıyoruz?
Siyasi partilere kızıyoruz ama onlara bunu bile anlatmıyoruz.
Muhalefet partileri ve liderleri siyasete duyduğu güveni kaybetmiş insanları yeniden kazanmak için şu sayılı günlerde ne yapacak? Bireysel veya parti çıkarlarını ötesine geçebilecek mi?
Altılı Masa ittifakında yer alan partiler kendi tabanlarının diğer muhalif sol partilere karşı katılaşmış, sekter, uzlaşmaz tutumunu değiştirmek onları ikna etmek için bir adım atacaklar mı?
Hem seçmen en hem de seçilmek isteyen her birimiz kendi sorumluklarımızı almalıyız.
(SM/EMK)