Cemal Süreya’nın 99 Yüz kitabındaki insan antolojisine yaklaşabilmenin bir denemesidir bu, ne kadar başarılı olurum emin değilim. Doğan Hızlan’ın ‘yergide ve övgüde aynı ustalığı gösterdiği edebi dengeyi kurabilmiş’ dediği çizginin yanından geçebilirsem ne mutlu bana. Çıktığım yolun ne kadar zorlu geçeceğinin farkındayım. O zorluk daha çok insanları kırmadan, üzmeden az da olsa farklı bir pencereden gösterme çabası benimki.
Dramı, kara komediyi büyüten, büyütürken gerçeklik algısını güçlendiren, halktan uzaklaşmayan, sana bana çok yakın, ailenin içinden biri. Herkesi birbirine benzeten makyajın nevi şahsına münhasır çizgisini silikleştirdiğini düşündüğünden olacak ki abartılı karakterlerden uzak durur. Organik oyuculuğunun altında da makyaja biçtiği kostüm muamelesi yatar; seyircisiyle arasına mesafe koymaz. İzlediğinizde oyuncu, yaklaştığınızda annenizin kokusunu almamanız mümkün değil. Anadolu uygarlığının hiçbir kademesine burun kıvırmaz; bunu sindirerek oynar sahnede, aslında oynamaz yaşar.
Adile Naşit gibi bütün çocukların annesi
Züğürt Ağa’da Mezopotamya’nın çorak topraklarında dili damağı kuruyan insanların arasındadır. Evin içinde kırılan onuru için kargaşayı büyütürken anne şefkatinde uzaklaşmadan kendine yeni bir yol çizer. Coğrafyayı terk etmeden Mezopotamya’nın kadim söylencelerinden Mem û Zîn’de, şefkatli ellerini Zîn’in yaralı, kırılan kalbinin üstüne koymayı unutmaz. Uçurtmayı Vurmasınlar’da tıpkı gerçek yaşamında olduğu gibi Barış’ın elini hiç bırakmaz çocuklar cezaevinde büyümesin diye.
Füsun Demirel’den söz ettiğimi sinema sevdalıları anlamıştır. "Gerilla annesini oynamak isterim" dediğinde, sinemanın düz bir çizgide kalmasını isteyenler ve sinema sanatından hiç anlamayanlar tarafından linç edilip dışlanacağını biliyordu. Oysa o acının evrenselliğine inananlardandı ve her rolün altında kalkabileceğini güçlü empati duygusuyla verebileceğini biliyordu. Evlatları kaybedilen, öldürülen, failleri bulunmayan Cumartesi Anneleri’nin yanında olmaktan çekinmeyen Füsun Demirel, gerçek hayatında anneliği biraz geç deneyimlese de tıpkı Adile Naşit gibi bütün çocukların annesi aslında.
Halkın kalabalık olduğu yerleri mekân olarak belleyen, ‘resmi olmayan solculuğa’ can veren, İtalyan Komünist Partisi'yle flörtleşen Dario Fo ile İtalyadaki eğitimi sırasında tanışan Füsun Demirel, Fo’nun eserlerini akıcı olarak bildiği İtalyancası sayesinde Türkçeye kazandırdığında Dari Fo’nun Türkçe yazdığını sanır, okuyucular, seyirciler.
Cesurlara alkış kötülüğü geriletir
12 Mart darbesinin kişiliğine yön verdiğini söyleyen Füsun Demirel cesur olana her seferinde prim verip bu kulvarın bayrağını elinden bir an bile bırakmamış bir oyuncu. Kadınların kahkaha atarak ve dans ederek dünyayı değiştirebilme gücüne, cesaretine ve yeteneğine sahip olduklarını, itirazı oluşturan her türlü argümanın içinde kadın emeğinin olduğunu, bir gün herkesin bunu kabul edeceğine dair umudunu hiç kaybetmediğini belirtiyor.
Karşısındakini incitmeden, hor görmeden, ayıbını yüzüne vurmadan anlayarak tatlı tatlı konuşan Füsun Demirel’in mütevaziliğinin kaynağı sanıyorum her türlü hayata şahit olmasıyla ilgili. Kameradan uzak olduğu dönemlerde sahnedeyken, seyircilerin gözlerinin her birinin ayrı ayrı bir kamera olduğu bilinciyle oyununu büyüten bir oyuncu.
Oyuncunun, sanatçının en büyük gücünün her türlü iktidarla göbek bağını kesmesiyle mümkün olacağını, sanatçının büyüklüğünün ve kalıcılığının, eleştirisini her daim cebinde taşımaktan geçtiğini bilen bir oyuncu.
Yeşilçamdan kalkan tramvaya Harran durağında binen yolcu.
(HB/RT)