Son yıllarda özellikle kadın cinayetlerinde somutlaşan kadına yönelik şiddet sorununun sık sık tartışıldığına ve medyanın bu konuya eskiye nazaran daha fazla yer verdiğine şahit oluyoruz. Ancak kadına yönelik şiddetin en yaygın ve ağır biçimlerinden olan cinsel şiddet konusunun kamuoyunda yarattığı olumsuz etkiye ters orantılı biçimde yeteri kadar tartışıldığından bahsedemeyiz. Mevcut nadir tartışmaların da genellikle mahkemelerin verdiği kararlar üzerinden ve yargı eleştirisi şeklinde geliştiği görülüyor. Sorunu hukuk alanına sıkıştıran bu perspektif; konuyu politik, kültürel bir sorun olmaktan çok hukuki bir sorun olarak kodlamakta ve sebebi ve çözümüne yönelik kısır diyaloglara yol açmakta.
Konunun cinsellik ile ilişkili oluşunun, cinsel şiddetin bütün boyutlarıyla ele alınmasına en önemli engeli oluşturduğu gözardı edilemez. Cinsellik ne kadar az konuşulabilen bir konuysa şiddete dönüşmüş hali de o kadar az konuşulmakta. Bu da toplumda varolan cinsiyet asimetrisini pekiştiren bir zemin yaratmakta. Neyin cinsellik olduğu, neyin cinsel şiddet olduğu konusu hem bu konuda kafa yoranlar açısından, hem de derinlemesine düşünmeyenler açısından çok bilinmeyenli bir denklem. Bu konuşmama tavrı devam ettiği müddetçe de, denklem çözümsüzlüğe mahkum gözüküyor. Bu bakımdan, Jane Gallop’un Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist kitabının okunmaya, üzerinde düşünmeye, konuşmaya ve tartışılmaya değer bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
Jane Gallop, iki öğrencisi tarafından cinsel tacizle suçlanmış ve çalıştığı üniversite tarafından bu sebeple soruşturma geçirmiş Amerikalı feminist bir profesör. Soruşturma sonucunda Jane Gallop’un cinsel tacizi gerçekleştirmediği fakat üniversitenin “rızaya dayalı gönül ilişkilerini reddeden” politikasını ihlal ettiği saptanmış.
Cinsel taciz ve hatta iddiası bile, Jane Gallop’un da ifade ettiği gibi, her durumda sansasyona açık bir konu, bütün travmatik ve ağır sonuçlarına rağmen. Özellikle suçlanan kişinin bir kadın oluşu ve hatta bu kadının kendisini feminist olarak tanımlaması, cinsel taciz iddiasını daha da sansasyonel ve magazinel bir boyuta taşınmaya açık hale getiriyor. Bu yüzden hakkında böyle bir suçlama olan profesör unvanlı birisinin olayı hem unutma hem de unutturmaya çalışmak yerine, üzerine kitap yazarak tartışmaya açması hem kitabı, hem konuyu daha da ilgi çekici bir hale getiriyor.
“Tacizle suçlandığımdan itibaren, hayatımın sansasyona boğulduğunu hissediyorum. Seyirlik bir nesneye dönüştüm. Utanç içinde saklanma dürtüsüne rağmen, bu sansasyonel konumdan konuşmaya karar verdim. Seyirlik nesneyi konuşturmayı istiyorum, bu seyirliği cinsel taciz ve feminizmle ilgili varsayımlarımızı sorgulamak için kullanmak istiyorum” diyor.
Kişisel olarak rahatsız olsa da, feminist bir cinsellik kuramcısı olarak, cinsel taciz konusunu kendi yaşadığı olay üzerinden tartışmaya açmanın önemli bir zemin olduğu itkisi ve şerden bir hayır çıkarma düşüncesi ile yazılmış bir kitap.
Yani bizim coğrafyanın diliyle Jane Gallop, damdan düşen olarak bize damdan düşmenin nedenlerini, sonuçlarını, kadınlar ve feministler için imkanlarını ve tehlikelerini anlatıyor. Yaşadığı bu talihsiz vakadan hareketle entelektüel bir araştırma konusu çıkartıyor ve bundan bilgi üretiyor.
Çözüm mü, problem mi?
Kadına yönelik cinsel şiddetin tarihi, kadın ve erkek arasında varolan güç asimetrisinin tarihi kadar eski olmasına karşın; cinsel şiddetin literatüre girmesinin tarihi çok yeni.
1970’lerde feminizmin yükselişi ile birlikte, işyerinde kadınların uğradıkları ayrımcılıkların ele alınması sırasında, çok sık karşılaşılan bu tip davranışlar cinsel taciz olarak adlandırılır ve feministler bunun yasalar tarafından cezalandırılması için çalışmalar başlatır. Çok kısa sürede de, hem yasalar nezdinde, hem de toplumda cinsel taciz konusunda düzenlemeler ve farkındalıklar oluşur.
Ancak bu düzenlemeler ve toplumsal tepkilerin geçirdiği evrilme konusunda hem kendi deneyiminden hareketle hem de gözlemlediği olaylardan Jane Gallop; yeni bir fikrin -cinsel taciz- yayılması aşamasında, eski fikir -cinselliği kınamak ve cezalandırmak geleneği- tarafından içerilmesi ve asimile edilmesi, yani cinsel tacizi yasaklama şeklinde görünen politikaların aslında cinselliği, özellikle de kadın cinselliğini yasaklama şekline dönüşebileceği uyarısında bulunuyor.
Feminizmin altın çağını yaşadığı 1970’lerde feminizmle tanışan Jane Gallop, feminizmin bütün cinsiyet rollerini sorgulayan özgürleştirici etkisinin 1990’larda yerini soğuk ve sınırlayıcı, yaşlı, kurumsal bir atmosfere bıraktığını söylemekte.
Bu bağlamda; feminizmin, kadınlar aleyhine varolan koşulların kadınları mağdur ettiğini söylerken diğer taraftan kadınların bunu değiştirebilme gücü ve potansiyeline de sahip olduğu şeklindeki devrimci çıkışının, zaman içinde kadınları mağdur ve korunmaya muhtaç varlıklar şeklinde kodlayan bir düşünce sistemine dönüştüğü şeklindeki eleştirisinin ihmal edilmemesi gerekiyor.
Bu sebeple kadınların/feministlerin bu çıkış noktasını daha sık olarak hatırlaması ve birbirine hatırlatması gerekli. Aksi durumda, kadının güçsüz olduğu ve erkeklerin korumasına muhtaç olduğu şeklindeki cinsiyetçi yargı ve sistem yine kadınlar tarafından tekrar üretiliyor. Yani, “çözümün” kendisi, bir problem olmaya başlıyor.
Deneyimlerin dediği
Jane Gallop her ne kadar seyirlik bir nesne olmaktan kişisel olarak rahatsız olsa da, yaşadığı durumu daha net ve açık olarak ortaya koyabilmek adına, kendi cinsel geçmişi hakkında cesur ve ayrıntılı bilgiler vermekten çekinmiyor.
Kitabın temel derdi öğretmen-öğrenci arasında yaşanan “rızaya dayalı cinselliğin” baştan yasaklanmasının politik sakıncalarına dikkat çekmek olduğu için, kendisinin öğrenci olduğu dönemde öğretmenleri ile yaşamış olduğu ilişkilerden, bunun kendini akademik olarak geliştirme konusunda ne kadar motive edici olduğundan, kendisi hoca olduktan sonra yüksek lisans öğrencileri ile yaşadığı ilişkilerin hem kendisi hem de öğrencilerinin akademik gelişimi ve motivasyonu için faydalarından bahsederek, yasağın gerekçesinin ne kadar boşa çıktığını göstermeye çalışıyor.
Kendisinin cinsel tacizle suçlanmasının sebebinin, çalıştığı ortamı cinselleştirmesi olduğunu söylüyor. Yani cinsel tacizle mücadele pratiklerinin, zaman içerisinde erkek egemen toplumlarda cinselliğin sınırlanarak belli kalıplar çerçevesinde yaşanması ve diğer her türlü ilişki biçiminin taciz olarak nitelenip yasaklanması şekline bürünmesinden şikayet ediyor.
Soruşturma sonucunda cinsel tacizde bulunmadığı kabul edilmesine rağmen, Amerikan üniversitelerinde öğrenci ve öğretmen arasında “rızaya dayalı gönül ilişkileri” de yasaklandığından, Jane Gallop’un bu politikaya aykırı davrandığı tespit edilmiş.
Türkiye’de de bazı üniversiteler tarafından kabul edilen bu politika, öğrenci ve öğretmen arasındaki güç ilişkisine atfen, öğrencinin iradesini baştan sakatlayan bir etkiye sahip. Hiçbir öğrenci-öğretmen ilişkisinde öğrencinin gerçek rızasının olamayacağı kabul edilerek bu türden cinsel ilişkilere set çekilmekte.
Bu uygulamayla, taciz, cinsiyetçi olduğu için değil, sadece cinsellik içerdiği için cezalandırılır hale gelmekte. Elbette ki öğretmen ve öğrenci arasında yaşanan cinsel bir ilişkinin zorlamaya ve tahakküm ilişkisine dayanması olasılığı her zaman vardır. Ancak bunun böyle olup olmadığı konusunun, her olay için tek tek incelenmesi gerekir. Bütün öğretmen-öğrenci ilişkilerinin tahakküme dayandığının baştan kabulü, tarafların iradelerini görmezden gelir.
Gallop, “öğrenci evet derken aslında hayır demektedir, diye varsayan korumacı zihniyet ile ‘kadın hayır derken aslında evet demektedir’ diyen tacizci mantığın ortak yanı, kadının arzusunu inkar etmeleridir” der.
Aslında bu düşünce tarzı, kadının sadece arzunu inkar etmekle kalmaz, kadının kendi başına sağlıklı bir karar alamayacağı ve yaptığı davranışlardan sorumlu tutulamayacağı şeklinde, son derece tehlikeli bir kalıpyargıyı da açığa çıkarır ve yeniden üretir.
Güç asimetrisi
Jane Gallop’u tacizle suçlayan öğrencisi, tacizi kurumsal olarak dayatılan güç asimetrisi olarak tanımlıyor. Bu şekilde, cinsel tacizin cinsiyetçilik değil, iktidar ve güç sorunu olarak kabul edilmesi, failinin hem kadın hem de erkek olabileceği şeklindeki kabulü pekiştirmekte. Tacize dair toplumsal cinsiyet körü bu formülü kabul ettiğimizde ise, mücadele edilenin cinsiyetçilik olmaktan çıkarak, gelinen durumun güçlü kadınlara karşı bir silah olarak çevrilmesi ihtimaline dikkatleri çekiyor yazar.
“…cinsel taciz, mesleki ilişkilere seks karıştırmak olarak tanımlanınca, aynı anda hem feminist hem de cinsel tacizci olmak işten bile değildir” diyerek, cinsel taciz kavramının aşırı genişlemesinin nelere yol açabileceğine işaret ediyor. Ayrıca feministlerin kendilerini, eşit olarak gören kızkardeşler olarak değil de, öğretmen-öğrenci şeklinde güç asimetrisi içinde değerlendirmelerinin bir geriye gidiş olduğunu söylüyor.
Taciz kavramının bu kadar genişlemesinin, feminizmden uzaklaşmanın en önemli göstergelerinden olduğunu da ekliyor.
İktidarın ilgisi
Gallop’un, üniversitelerin cinsel taciz politikalarının tartışılması için düzenlemeyi planladığı konferans, cinsel tacizcileri destekleyebileceği ve cinsel taciz mağduru öğrencilerin acı çekmesine sebep olabileceği gerekçesi ile engellenir.
Bu tip farklı fikirleri tartıştırmama şeklindeki korumacı ve otoriter eğilimin 1980 sonrası feminizminde güçlendiği ve bu biçimde bilginin gelişmesinin önüne geçildiği eleştirisinin, halen kendi ülkemiz için de geçerliliğini koruyan bir sorun olduğunu, objektif olarak baktığımızda rahatlıkla görebilmekteyiz.
Cinsel şiddet sorununun varlığının kabulünün çok eski bir tarihi olmamasına karşın, hem devlet hem de toplum nezdinde, kadına karşı diğer ayrımcılık biçimlerinden daha fazla kabul görüyor/rahatsızlık yaratıyor olması konusu dikkatlerden kaçmamalıdır.
Bu durumu sadece feministlerin başarısı olarak değerlendirdiğimizde, eksik bir değerlendirme yapmış oluruz. Bunun yanında, belki de daha fazla, iktidarların cinselliğin, özellikle kadın cinselliğinin, yasaklanması konusundaki temayülleri ile olan ilgisini de görmemiz gerekiyor. Cinsel şiddetin kadına yönelik ayrımcılık ve eşitsizliğin en ağır tezahürlerinden birisi olduğu, bu şiddetin önlenmesinin en önemli gündemlerimizden olduğu inkar edilemez olmakla birlikte, mücadele yöntemlerinin bazı cinsiyetçi normları yeniden üretmesi ve pekiştirmesi tehlikesine karşı uyanık olmamız lazım.
Alev Özkazanç tarafından Türkçeye çevrilen Jane Gallop’un Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist isimli kitabı sadece cinsel tacizle mücadele konusunda değil, bütün alanlarda feminist politikanın dikkate alması gereken eleştirilerde ve uyarılarda bulunması vesilesiyle üzerinde tartışılmayı hak eden bir kitap. (SKC/YY)