İstanbul açıklarında, Prinkipo Adası olarak da bilinen Büyükada; yalnızlığın bile kendine has bir asaleti taşıdığı, zamanın adeta ağır ağır aktığı bir yerdir.
Yaz kalabalıkları çekilip, neşeli bisiklet zilleri sustuğunda ve uzun dondurma kuyrukları dağıldığında; sonbahar ve kış aylarında geriye “sessiz Robinsonlar” kalır.
Bu yalnız ruhlar, eski ahşap köşklerin çatlamış pencerelerinden hayatı izler; durağan ama bir o kadar da canlı bir dünyanın içinde yaşarlar.
Bu görünmez kahramanlar, modern hayatın telaşından sessizce çekilmiş; günlerini birkaç kedi, belki bir iki sadık köpek ve bir yığın hatıra ile paylaşmayı seçmişlerdir. Sabah gün daha tam doğmadan, yavaş ve ağır adımlarla pazara gidip, biraz ekmek, zeytin ve bir gazete alıp yıkık dökük evlerine geri dönerler.
Adanın eski kartpostallarına dikkatle bakarsanız -1880’lerdeki ABD Büyükelçisi Samuel Sullivan Cox’un gönderdiklerinin arasında¹- taş binaların gölgelerinde, “Prinkipo” damgalı ahşap köşklerin arasında bu gizli hayatların izlerini görebilirsiniz. Yüzyıllardır Büyükada’nın taş döşeli sokakları, yalnız ve düşünceli ruhları kendine çekmiştir.
Bu topraklarla ilişkili bir başka Amerikalı isim de, 1913–1916 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda ABD Büyükelçiliği yapmış olan Henry Morgenthau Sr.’dır². Onun anıları, Ambassador Morgenthau’s Story³, İstanbul’un gündelik yaşamına canlı bir bakış sunar; belki de içinde Büyükada ve diğer Prens Adaları da vardır. Adı açıkça geçmese de, anlatıları şehirle ve bu sessiz kaçış noktalarıyla ruhen bağ kurar.
Ünlü Türk romancı Hüseyin Rahmi Gürpınar, ömrünün son yıllarını adada bir köşkte geçirdi; martıların gökyüzünde süzülüşünü, rüzgârda uçuşan çamaşır iplerini ve uzaklara uzanan sessiz sokakları izleyerek eserlerini kaleme aldı⁴.
Her ne kadar komşu Burgazada’lı olsa da, Sait Faik Abasıyanık, hikâyelerinde adaların ruhunu -unutulmuş balıkçılar, sokak kedileri ve isimsiz kahramanları- ustalıkla yansıttı⁵. Dışarıdan bakıldığında adalar sakin görünür; ama dikkatle dinlerseniz, yalnızlıktan ve derin anlamlardan bahseden fısıltıları duyarsınız.
1929’da sürgündeki Sovyet devrimci Leon Troçki, Büyükada’ya sığındı⁶. Dünyada fırtınalar koparken, denizin hafif uğultusu ve taş sokakların serinliği onun sürgününe fon oldu.
Besteci İlhan Baran, eserlerinde dalgaların ve rüzgârın ritmini yakaladı⁷. Oyuncu Ayla Algan, gençliğinde bu sessiz sokaklarda repliklerini çalıştı⁸.
Orhan Pamuk, adanın sisli sabahlarında dolaşırken eski köşklerin anlattığı hikâyeleri dinledi; İstanbul’u anlattığı romanlarına bu hatıraları ustalıkla işledi⁹.
Tarihçi Reşat Ekrem Koçu, ada kahvelerinde oturup soğuyan kahvesinin etrafında uçuşan martılara bakarken, İstanbul’un unutulmuş kahramanlarının hikâyelerini defterine not aldı¹⁰.
Bir zamanlar adanın yamacında yükselen görkemli Rum Yetimhanesi -bugün sessiz, hayalet gibi bir yapı- geçen Robinsonlara tepeden bakardı; Vatikan ve Ortodoks patrikhanesi de bu manzarayı izlerdi¹¹. Yakındaki çam ormanlarının içindeki eski manastırlarda ise, yüzyıllardır farklı dillerde dua sesleri yankılanır.
Kış akşamlarında, eski Rum meyhanelerinin buğulu camlarının ardında birkaç ada sakini sessizce oturur; duvarda solmuş fotoğraflara bakar ve dış dünyanın unuttuğu eski şarkılar kısık sesle çalar.
Sabahları, sisli havada vapurun düdüğü yankılanır; yalnız evlerde uyananlara selam gönderir. Birkaç yolcu vapurdan iner -ellerinde pazar filesi, koltuğunun altında gazete ve belki bir somun ekmek- ve kısa süre sonra boş sokaklarda kaybolur.
Bir keresinde, bu hayatı birkaç hafta denemiştim. Sabah yürüyüşleri, rüzgâra karşı eski bir pardösüyle sade bir yaşam… Geceleri cızırtılı bir radyoda eski bir şarkı; gündüzleri ise düşünceler, begonvillerin gölgesinde dolaşırdı.
Bugün bile, Kadıyoran yokuşunda, eski taş okulun arkasında ya da Dilburnu’nun rüzgârlı patikalarında, sessiz Robinsonlar hâlâ yaşıyor—kimsenin bilmediği, görmediği… Hayata uzaktan bakmayı, geçmişle konuşmayı ve kendi kendileriyle sessizce yaşamayı seçmişler; dünyanın gürültüsüne gönüllü olarak veda etmişlerdir.
Yaz bitip kalabalıklar, bisikletler ve dondurma kuyrukları çekildiğinde; geriye martıların çığlığı, rüzgârın sesi ve bu sessiz Robinsonlar kalır.
Belki de işte tam o an, gerçek Büyükada sessizce kendini gösterir…
Dipnotlar
¹ Samuel Sullivan Cox, 1885–1889 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda ABD elçisi olarak görev yaptı; mektupları ve raporları o dönemin İstanbul’unu ve çevresini anlatır.
² Henry Morgenthau Sr., I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nda ABD Büyükelçiliği yapmıştır; anıları dönemin İstanbul’una dair detaylar sunar.
³ Morgenthau, Henry Sr. Ambassador Morgenthau’s Story. Doubleday, Page & Co., 1918.
⁴ Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864–1944), hayatının son yıllarını Büyükada’daki köşkünde geçirmiş ünlü Türk romancı.
⁵ Sait Faik Abasıyanık (1906–1954), Prens Adaları’nın ruhunu yansıtan hikâyeleriyle tanınan yazar.
⁶ Leon Troçki, 1929–1933 yılları arasında Büyükada’da sürgünde yaşadı; bu süreçte siyasi yazılarına devam etti.
⁷ İlhan Baran (d. 1934), Prens Adaları’nın doğasından ilham alan Türk besteci.
⁸ Ayla Algan, gençliğinin bir bölümünü Büyükada’da geçiren ünlü oyuncu ve şarkıcı.
⁹ Orhan Pamuk, Nobel ödüllü Türk romancı; eserlerinde İstanbul’un ve adaların hatıralarına sıkça yer verir.
¹⁰ Reşat Ekrem Koçu (1899–1975), İstanbul’un unutulmuş hikâyelerini yazan tarihçi ve yazar.
¹¹ 1898’de inşa edilen Büyükada Rum Yetimhanesi, Osmanlı döneminin en büyük yetimhanesiydi; bugün terk edilmiş durumda olsa da adanın karmaşık tarihinin güçlü bir sembolü olarak ayakta duruyor.
(HD/HA)




