Yargıtay Başsavcılığı, aralarında devlet memurları ve askerlerin de bulunduğu 28 kişinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N.Ç.'nin olay anında duruma vakıf olduğuna hükmetti.
Yani yüce adalet diyor ki, 13 yaşındaki çocuk durumu biliyordu, ses çıkarmadı. Durumdan midesi bulanan arkadaşlarımdan birinin dediği gibi, bir pedofil bile, yaptığının yanlış olduğunu bilir, koskoca Yargıtay pedofilleri koruma görevi mi üstlenmiştir?
Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, uzun zamandır 'derin ven trombozu' adlı hastalıkla mücadele ediyor. KCK davasından yargılandığı için yurtdışına çıkış yasağı var ve ne yazık ki hastalığının Türkiye'de tedavisi mümkün değil.
Devlet, mahkeme elele söz konusu kararın ardında çelik gibi durdukları için Demirbaş yurtdışına çıkamıyor, tedavi olamıyor. Elimizden gelen ne peki? Twitter'da kampanya yapmak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e twit atmak, derdimizi anlatmaya çalışmak. Çok çaresiz değil mi sizce de?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 2010 yılındaki Sözde Roman Açılımı toplantısında Parasız eğitim istiyoruz, alacağız pankartı açan Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer 19 aydır tutukluydu. 19 ay. 570 gün.
Henüz 20'lerinin en başında iki gencin hayatından 19 ay çaldılar. Dün Berna ve Ferhat tutuksuz yargılanmak üzere tahliye oldular.
Dikkatinizi çekerim, tutuksuz yargılanmak. Beraat falan değil. Çok mutlu olduk elbette. Sonunda özgürler. Peki ama bu ülke daha ne kadar bize eşeğimizi kaybettirip, sonra bulduk diye sevinç yaşatacak? Yetmez mi artık?
Berna ve Ferhat'ın, ailelerinin, arkadaşlarının 19 ayının hesabını kim verecek? Mutluluğumuzla mı oturacağız?
KCK davası... Artık cümle kuramıyorum. Çember geniş, geniş, genişliyor. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış Bektaş'ın dediğini bir daha okuyun: İstanbul'da sadece üç arkadaşımız dışarıda. Kalan herkes alındı.
Anlaşılan o ki, herhangi bir şekilde BDP binasına girmek bile önce gözaltı, sonra tutuklanma için yeterli. Ileri hukuk. Eyvallah. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın dediğini hatırlayın: alınanların hepsi BDP'li, demek ki KCK'nin başkanı benim.
Sonra medya, en beteri. Sağından, soluna, liberalinden, dincisine hepsi performanslarının doruğunda.
Birincilik ödülü elbette bugünkü sürmanşet fotoğrafıyla Habertürk'ün. 'Ordu kadınların bacakarasını koruyor'dan 'Eren Keskin'i gördüğüm yerde taciz etmezsem namerdim'e, tüm zamanların yayın yönetmeni Fatih Altaylı'nın bugünkü gazetesinin manşetiyle gurur duyduğundan eminim.
Burda muhim olan o fotoğrafın yayınlanmasına Habertürk yazı işlerinin ve özellikle yazı işlerindeki kadınların ne tepki verdiği. Sabah erken saatlerde (benim görebildiğim kadarıyla) Umur Talu ve Balçiçek İlter twitter hesaplarından sert tepki verdiler.
Aynı tepkiyi hem gazetenin hem de medyanın kalanından beklemek hakkımızdır. (Fotoğrafın içeriğinden özellikle bahsetmiyorum, nasılsa biliyorsunuz, ne kullanmaya ne de dile getirerek yeniden üretmeye gerek yok.)
Geçtiğimiz haftanın manşet rezaletinin sahibi Radikal gazetesi yayın yönetmeni Eyüp Can, kendi muhabirini yalancı çıkarmakla kalmamış, barış gazeteciliği nasıl yapılmaz konusunda Yeni Şafak ve diğerleriyle yarışabileceğini kanıtlamıştı.
Radikal yazarlarından gelen tepkiden sonra yazdığı yazı kanaatimce 'özrü kabahatinden büyük' kontenjanındaydı. Yazık.
Bugün, Habertürk'ün korkunç manşetine Radikal Steve Jobs'un hayatını kaybetmesine kendince anma yapan "I dead" manşetiyle eşlik etti.
Vatan PKK'li canlı bombaları kasteden manşetinde 'Şizofren Bombalar' korkunçluğunu tercih etmiş, ben bu yazıyı yazarken henüz sosyal medyada sıra Vatan'a gelmemişti, Habertürk ve Radikal'den. Aynı Vatan gazetesinin geçen hafta internet sitesindeki Videobox isimli bölümde, bir porno filmin başlangıcını 'Polis tacizi' başlığıyla yayınladığını da belirtmeden geçmeyeyim ki, hak geçmesin.
Radikal gazetesi twitter sayfasıysa, güne 'Nobel'li Karılar' başlığıyla katıldı. Nobel Barış Ödülü'nü bu yılki sahibi üç kadını konu alan haberin başlığında Kadın ''Karı'' olmuştu. Bilinçli yapıldığını düşünmüyorum bu 'karı' kelimesinin ama Radikal internet sayfası yöneticisi Ezgi Başaran'ın twitter'da söylediği gibi bir tapaj hatası olduğunu da düşünmüyorum.
Bu tahminimce erkek olan bir gazetecinin yazı yazarkenki zihin akışının marifeti. Yazının gerçeğe dönüştüğü anda yaşadıkları utancı anlıyorum ama 'yazdığını üç kez oku' kuralı anımsaması zorunlu bir kural.
Habertürk'ün bugunkü internet sayfasındaki bir başka habere de değinmeden geçmek hak yemek olur. Gaziantep'te bir trans kadın, tedavi gördüğü Gaziantep Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi'nde sırf trans olduğu için diğer hastaların gözleri önünde ağabeyi tarafından tabancayla vurularak öldürüldü. Habertürk bu haberi 'travestilik yaptığı iddia edilen' diye verdi. Ancak yuh diyebiliyorum.
5 Ekim tarihli Yeni Şafak, Akit, Sabah ve Star gazetelerinde yayınlanan 'PKK'lı Fransızlar suçüstü yakalandı' ana fikirli haberler de, bu arkadaşların geçen haftaki marifetleri.
Tam da 90'ların ''sünnetsiz Ermeniler PKK''de haberleri doldurmuşken ortalığı, Fransız vatandaşı Ermenilerin 20 dakikalık gözaltına alınmalarını bu şekilde haber yapmak, kötü niyetten, kötü gazetecilikten başka bir şey değildir.
Meramım şudur: bu liste, inanamayacağınız kadar uzayabilir. Bu listeye HES eylemleriyle ilgili vali, kaymakam açıklamalarını, akıl almaz yargı kararlarını, Hrant Dink cinayeti davasını direkt etkileyecek Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) kayıtlarının silinmesi meselesini, onu, bunu, şunu ekleyip, yüzlerce sayfalık yazılar yazmak mümkün.
Her telden deliren bir ülkede yaşamanın ağırlığı artık taşınmaz hale geldi. Herkesin silkelenip kendisine gelmesini temenni etmekten öteye bir şey gelmiyor elimden.
Her gün yeni bir mide bulantısıyla güne başlamamı sağlayan medya, devlet, adalet, hükümet ve diğer yapılara huzurlarınızda yuh çekebiliyorum ancak. Yuh. (ÇM/HK)