Evlere kapandığımız bu günlerde, bilimsel toplantılara, kurullara, derslere, seminerlere, tez savunmalarına, konferanslara bilgisayarımızın tuşlarıyla erişmenin kolaylığı ve rahatlığı, ulaşım kanal ve aygıtlarının bolluğu, bilgi ile ilişkimizi düşünmeye yöneltiyor. Özellikle böyle özel bir dönemde ortak alanlarda bilgi paylaşma biçimlerimizden yola çıkarak, son on yılın sosyal ağlarında yaygınlaşan üslup özelliklerini de göz önüne alarak, egemen olan toplumsal ve kültürel kodların belirgin göstergeleri bilginin yanıltıcı bir sahiplenme alanına açıldığını ve aracı bir nesne gibi algılandığını düşündürüyor.
Göstergebilim söylemlerin, metinlerin, gösterge dizgelerinin ürettiği anlamları inceleyen bir bilim dalı olmasıyla hem “özne” olarak bu kolektif dizgeler içinde nasıl durduğumuzu, hem de toplumsal söylemde özne’liğimizi nasıl kurguladığımızı anlamakta yardımcı olacaktır. Dolayısıyla burada kullandığım “özne” ve “nesne” terimlerinin ruhbilimsel içeriği yoktur. Aynı şekilde, “bilgi toplumu”nu, bilgiyle özneyi buluşturan ve ona kimlik “atfeden”, “sunan”, “sağlayan” ve bu yoldan onu söylem öznesi olmaya çağıran bir uzam kültürel/toplumsal/dilsel bir alan) olarak gördüğümü belirteyim. Salgın günlerinde hayatımıza katılan çevrimiçi toplantıları göstergeleri üzerinden okuduğumuzda “bilgi” ve “özne” arasındaki ilişki tarzları gözden kaçmıyor.
“Bilgi”yi paylaşma ve dilsel davranış kodları
Bu etkileşimlerin genel şeması paylaşma, bilgi aktarma, bilgi edinme türünden bilişsel (cognitif) alanını gösterir. Pratiğine baktığımızda ise, kamera karşısında her söz aldığımızda kurduğumuz söylemin bizi bir süreliğine var ettiğini söyleyelim. Bu söylemlerin kurucu öğesi “bilgi”dir. Söylemin (ders, seminer, vb) öznesi sahip olduğu “bilgi”yi dinleyene aktarmaya başladığı andan itibaren bir yetkiyle donanmış olarak karşımıza çıkar (yetkili özne). O zaman “özne”nin mesleği, geçmişi, ait olduğu ve temsil ettiği kurumsal kimlik, onu ön-ethos (pré-établi) diyebileceğimiz “tanınır” ve “güvenilir” olma niteliğiyle donatır. Çevrimiçi bilimsel toplantılarda konuşmacıları dinlememizi sağlayan büyük ölçüde bu ethos’tur.
İ.Ü. Edebiyat Fakültesi kuruluşunun 150. yıldönümünde bir dizi etkinliğini mevcut koşullar nedeniyle sanal ortama taşıyarak çok geniş bir yelpazede “Darülfünun Dersleri”ni başlattı. Mayıs başından bu yana her akşam çeşitli bilimsel konularda uzmanlaşmış öğretim üyeleri bir tema çevresinde meslektaşları, öğrenciler ve konuya meraklı kişilerle buluşuyor. Bu toplantılarda gerçekleşen bilgi paylaşımı tarzına baktığımızda, konuşmacı öğretim üyesi paylaştığı bilgiyi alımlayan dinleyici ile aynı alanda buluşmasına rağmen bilimsel kimliğiyle yukarıda bir konumda yer alıyor ve bilgilendirici söylemini sunuyor. Soru-cevap bölümlerinde ise konuşmacı, moderatör ve dinleyiciler arasında akademik nezaket ve saygı temelinde kurulan davranış kodu belirginleşiyor.
Öte yandan bilim insanının bilgisini paylaştığı ağlarda farklı davranış kodları dikkat çekiyor. Web ortamlarının sağladığı bilgi ağları bizi “sanal eşitlikle” birbirimizle buluştururken, kullandığımız aygıtlar ve kanalların çeşitliliği bilgiyi her an ulaşılır kılarak, güven ve güç duygusu veriyor. Yazar Pierre Claudel bu yeni bilgi çağını “Web Aydınlanma” terimiyle özetliyor. Dileyen herkesin bilgisayar başında “aydın”lanabileceği sanal uzam bizi bilgiyle farklı bir bağa yönlendiriyor; göstergebilimcilerin şu ünlü “arayış nesnesi” ya da “değer nesnesi” olmanın yanı sıra “bilgi”, “özne”ye sağladığı olanaklarla “destekleyici” eyleyen oluyor.
Sanal ortamın sağladığı “demokratik” zemin, bilimsel paylaşımlarını örneğin twitter/facebook üzerinden yapan uzmanlara gelen cevaplarda yeni kodlamalara açık bir alan oluşturuyor. Kuramsal arka alanı hakkında bilgisini tartamadığımız bu ağların kullanıcıları paylaşılan bilgiyi bir çırpıda değerlendiriyor. Anonima’ya dayalı “eşitlik” alanında mesajı gönderen ve alan arasında “üstünlük” anlamsal ekseninde yeni dilsel davranış kodları oluşturuyor.
“Bilgi” çerçevesinde sorgulanan ve sorgulayan ilişkisi
Bir örnek verirsek, ruhsal bir patoloji konusunda ya da meslek etiğine ilişkin bir bilgi ya da görüş paylaşan psikolog (“bilgi”ye sahip “özne”) sıfatıyla, karşısında kendisi kadar söz hakkı olan bir dizi takipçiyle karşı karşıya geliyor. Burada uzman konumu ve birikimiyle görüşünü paylaşan öznenin (psikoloğun) ethos’u logos’ta ifadesini bulurken ortamın diğer aktörleri (ki bunların arasında aynı bilim dalından uzmanlar ve aynı dalda öğrenim gören gençler de vardır, bizlerin yanı sıra) kendilerine ulaşan sözün “iktidarı”nı sorgulamakla yükümlü hissediyorlar kendilerini. Tam da bu noktada akademik nezaketten, sıradan kabalığa, akademik bilgiçlikten sıradan ukalalığa uzanan çizgide dilsel davranış kodları kendini gösteriyor. Bu söz alma biçimlerinin gösterdiği; bilgi ağlarının hepimize sunduğu açık ve bilimsel olmayan ortak alanında “bilgi” ya da bilgiye dayalı “görüş”ün tartışılması gereken, kuşkulu, çürütülebilir bir nesne olduğu.
Ulaşılır “bilgi”nin tekinsizliği
Yurtdışına giden hocalarımıza ya da eşe dosta utana sıkıla kitap ısmarlama dönemleri geçmişte kaldı. Web siteleri bize hayal edebileceğimizin ötesinde makale, araştırma, inceleme sunuyor, uluslararası satış ağlarından istediğimiz kitabı evimize getirebiliyoruz. Hal böyleyken bilimsel çalışmalar, tezler ve tez araştırmalarında havlu atan öğretim üyelerinin çaresizliği neyi gösteriyor, diye sormak istemem, sosyolojik ve felsefi bakışa ihtiyaç var. Göstergeler neyi anlatıyor sadece onu görmeye çalışacağım. Kültür ve bilimin kesişme noktalarında “dizge”lerin değiştiğini anlatıyor. Bilgi “değer nesnesi” olarak hâlâ eylem şemalarında duruyor, ama bilginin kültürel alandaki karşılığı anlamsal olarak değişime uğramış halde. Dolayısıyla bilimin dizgeleri de dönüşmekte.
Bilginin son derece kolay ve yaygın biçimde ulaşılır olduğu ortamda öğretim üyelerinin öğrencilerden bazen daha çok çalışıyor olmasını açıklamanın cevabını bilgiyle kurulan ilişkide arayalım. Felsefeci Pierre Musso “enformasyon”la “bilgi”yi (connaissance) ayırmamızı öneriyor. Bilgi, enformasyon çağlayanı içinde araştırma, eleme, seçme, tartma, geçerliğini tartışmayla ulaşabilecek bir nesne Musso’ya göre. O zaman öğrenciler için bilgi ağlarının çoğulluğu sorgulanmalı; işin aslı, web siteleri bize kör sadakatle hizmet sunmaktan öte, adeta meydan okumayla, gerçek anlamda zihinsel ve eleştirel bir çaba olmaksızın, bilgiye ulaşım kanalları ve aygıtlarından üreyen anonim kalabalık içinde her an boğulabileceğimizi anlatıyor.
O halde “bilgi”yi arayış nesnesi / değer nesnesi olarak tanımladığımız andan itibaren onunla ilişkimizi de tanımlamalıyız. Web sayfalarında dolaşmak, web kapılarından içeri girmek oralara görünürlüğümüzün izini bırakmanın ötesinde bir anlam taşımalı. Bilginin bizi dönüştürmesine, her devşirdiğimiz bilginin kendi bilgimizi sınamasına izin verdiğimizde bilgi göstergebilimcilerin deyimiyle “paylaşılan bir bilme” edimine dönüşür (savoir partagé).
Bilgi ve bilimsel kariyer ilişkisinin bulanıklığı
Açık Radyo’da Bisiklet Zinciri yapımcısı Muzaffer Çorlu’nun 18 Mayıs 2020 günü konuğu nörolog Hakan Gürvit ile yaptığı programda nöroloji gibi yüksek puanlar talep eden programların lisansüstü sözlü sınavlarında aday öğrencilerden gelen geridönüşleri paylaşmasıyla bir şimşek çakımı beni bu yazıyı yazmaya yöneltti. Gürvit Hoca “neden nöroloji” diye sorduğunda gelen “beynin çok bilinmeyen yönü var, bu yüzden bu alanı çalışmak istiyorum” cevabının edebiyat alanındaki karşılığı yıllardır duymaya alıştığımız “Yüksek lisans yapmak istiyorum çünkü Fransız edebiyatını çok seviyorum” cümlesidir. İkinci cümle ise şaşmaz biçimde, gençlerin kendilerinin bile gerekçelendirmedikleri bir “akademik kariyer yapma arzusu”yla ilgilidir (Meslek sahibi olmakla bilgi arasında bir başka sorunlu ilişki daha).
Bilgi ile aramızdaki ilişki sıradan bir merakın ya da meslek edinmenin sıradan bir koşulu olmaktan öteye gitmediği sürece bilgi toplumu yumuşak karnı olan web ağlarının sonsuz olanakları ile yanılsamalı bir yükselme ve eşitlik duygusu arasında sıkışmış demokrat kılıklı bir aldatmacanın içine sıkışıyor. Bilgi toplumunun göstergeler düzleminde beliren en büyük sıkıntısı savrulan kodlar arasında kullanıcıların nirengi noktalarını yitirmiş olması. Bilgi ağlarının sonsuz olanakları öznenin bilgiyle ilişkisini yapay bir sahiplenme alanı üzerinden biçimlendirmekte, bilgiyi “değer nesnesi”nden çok aracı bir nesneye, özneyi de gevezeye dönüştürmektedir. (NÖK/RT)