Yokuşu tırmanırken, binmemiştim faytona ve unutmadıysanız eğer Galip amcamı almaya gelmiştim Ada'ya. Galip amcama karşı demokratik davranmam gerektiğini düşündüm.
Evet, sabırlıdan ziyade demokratik kelimesi bu duruma uyuyor. Çok yaşlı ve hasta olduğu için, ailenin kadınları onu yalnız bırakmaktan dolayı endişe edebilir ama Galip amcanın da kendine ait planları olabilir, yalnız kalmak isteyebilir. Bu hassas dengeyi koruyarak konuşmalıydım.
Galip amcamın şenlendirdiği çocukluk anılarımın hürmetine. Hem o, 'Çöplük'ümün 366. sayfasındaki Galip amcam, "Galip Güzel de baksa görebilirdi ama o çok uzaklara bakıyor gibiydi."
Galip amcamın romanını yazabilirim, Galip amcamı anlatan makaleler, hadi işin suyunu çıkaralım, akrostişli şiirler. "Herkesin böyle bir amcası olmalı!" Ama Nurettin Ersin için bu yapılamaz!
Hangi Nurettin Ersin?
12 Eylül darbesini yapan beş kişilik konseyin üyesi. Bir gazetenin pazar ekinde, darbenin hemen akabinde Nurettin Ersin'in evinde sekiz gün geçiren bir gazeteci tarafından amca hitabı kullanılarak anlatılmış kendisi.
Nurettin Ersin iyi bir baba, eş, tonton bir dede, oğlunun arkadaşları için kafa dengi bir amca olabilir, ama Türkiye'nin yakın tarihinde biz onu bu kimliğiyle tanımadık. Daha doğrusu o kendisini bize öyle tanıtmadı.
1980 Ağustos'unda Ada'daydık ve başımızda Galip amcamız, diğer kuzenlerle birlikte böcek yuvalarını kontrol etmekten dönüyorduk. Gına gelmişti artık şu böcek yuvalarından.
Oyalanacak başka şeyler bulmalıydık, acilen! "Deneyler," demişti Galip amcam, "Deneyler yapalım. Bunun için gerekli malzemeleri İstanbul'a giden birisinden isteyelim." Köşeyi döndük ve İstanbul'a giden birisini gördük. Yeşim abla!
Yan komşunun biricik kızı. Garipti, bizimkiler, onun anne ve babası ve biz, şimdi tırmandığım yokuşun başında durmuş arkasından bakıyorduk. Neden? Çiçekli bir elbise giydiği için mi şaşırmıştık? Sonradan öğrendik, o da işin şaşırtmacasıymış zaten. Çocukluk hafızamda kalmış ışıklı bir an, Yeşim ablanın dönüp durup hepimize bakması.
Öyle çok konuşuldu ki yazmaya elim varmıyor: Onu bir daha göremeyeceğimizi anlamış gibi... Yeşim abla Kadıköy iskelesinde örgüt bildirisiyle dolu küçük bir el valiziyle yakalandı. Şeker hastasıydı. Darbeden sonra 90 güne çıkarılan tutukluluk süresinde fazla hırpalanmamalıydı.
Aile kızlarının bu özel durumunu aktaracak en tepelerde birilerini arıyordu. Bir günde saçları beyazlayan Müfit amcaya birileri en tepedekilerin bu konudaki fikrini iletti: "Komünist çocuklar cezalarını çekecekler." Komünist çocuk cezasını çekti, şeker komasına girip öldü.
12 Eylül'ün yüzlerce ölüsünden sadece birisi.
Nurettin Ersin kim? O acılı tarihin tepesinde oturan isimlerden birisi. Karar alan, kararları uygulattıran, uygulanıp uygulanmadığını kontrol eden, asayişi sağlayan.
Tatlı bir zaman dilimi miydi 12 Eylül? Kimler öldü, kimler kayboldu, kimler nedensizce içeride yattı, kimlerin hayatı kaydı, gözler neler gördü? Demokratik bir memlekette böyle acılı bir dönemin muhasebesi yapılmaya kalkışılsa kimler sorumlu tutulur?
Darbecilerden paşam ve amca hitablarıyla söz eden haberlerin değeri de tartışılır. Bu haberlerle ortaya çıkan ne? Darbenin akabinde kimin başbakan olacağı mı? 24 Ocak kararlarını sürdürmesi için konsey tarafından jet hızıyla görevlendiren Turgut Özal daha o gün kimin başbakan olacağını yakın çevresine söylemiyor muydu?
Tuhaf olan bu tür haberleri "12 Eylül altı ay önceden planlıydı" manşetiyle duyuran haber siteleri! Çala kalem hazırlanmış bir 12 Eylül kitabında bile bulursunuz 80'e girerken Çankaya'ya verilen uyarı mektubunu, yılın ilk aylarında Doğu'daki tatbikatta komutanların bir ağızdan okuduğu Harbiyeli marşının anlamını, Cumhurbaşkanlığı seçimini 15 oyla kaybeden Muhsin Batur'un askerlerin yüreğini nasıl ağzına getirdiğini, 11 Temmuz tarihinin neden ve nasıl ertelendiğini.
Anlaşılan 25 yıl saklanan haberi güveler yemiş. Ama bunun, bu haberin haber değerinin vs. hiçbir önemi yok.
Önemli olan şu: Bazen insanların toplum önüne çıkamayacağı durumlar vardır. Kabahatleri vardır. Utançları vardır. Yaşı büyütülüp idam ettirilen çocukların vebali, ailelerinin işkencelerden lime lime aldıkları evlatlar, Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar, tepetaklak olmuş hayatlar.
Tarih apaçık ortada. Sorumlular kim, biliniyor. Bari birileri şunu yapmasın: Onlardan tatlılıkla söz etmesin. Kişisel anılarını bizimle paylaşmasın. Bunu yapmaya hakları yok, çünkü onların Nurettin amcaları bu memleketin yakın tarihinde Nurettin Ersin, ve toplumun belirli kesimlerinde bu isim güzel anılara tekabül etmiyor.
Ortada iki nedenden dolayı garip bir şey var:
Bir, halk akın akın 'Babam ve Oğlum' filmine gidiyor ve ağlıyor. Filmin neresinde ağlıyor?
Baba oğlullarının öleceğini aileye açıklarken. Ne diyor baba, "Bunu içeri aldıklarında işkence yapmışlar ya..." Kim yapmış, kimler izin vermiş, o zaman memleketi kimler idare ediyormuş? Filmdeki o genç adamı kim öldürdü? Film zaten travmatik bir 12 Eylül hikâyesiyle açılıyordu.
Peki yakın tarihine sinemada gözyaşı döken halk, o tarihi yazanlardan amca hitaplarıyla söz edilmesini nasıl olağan karşılıyor, sinemadan çıkıp Kenan Evren ile karşılaştığında nasıl sorabiliyor: "Paşam geçmiş olsun, kanseriniz nasıl?"
İki, Nurettin amca haberini veren gazetenin manşetinde aynı gün "İspanya Kara Kuvvetleri Komutanı darbe tehdidinde bulununca sekiz gün ev hapsine çarptırıldı, ordudan da ihracı bekleniyor" haberi vardı.
Ellerine sağlık, demokrasi işleyince böyle işler minvalinde bir haber. Bunu ibret olsun haberi olarak yapan, kendi yakın tarihindeki darbecileri niye hürmetle anar ki?
Basının da halk gibi 12 Eylül'ü kendisine karşı yapılmış saymamasının, 12 Eylül öncesinin toplumun eseri bir durum olarak algılanmamasının acıklı sonuçlarından birisi!
İşte bu sebeble halk yakın tarihindeki bu dönemi önemli bir sorun, konu saymıyor. Bunun üzerine istediğiniz kadar "Benim cici amcam" haberi döşenebilirsiniz, kimsenin kanına dokunmaz.
İşte böyle Nurettin amca!
Kızıma hamileyken 1998 yazında adaya gittiğimde, çiçekli bol bir entari vardı üstümde. Arkamdan başka bir isimle bana seslenen, koşarak peşimden gelen çıplak ayaklı bir kadın.
Yeşim'in annesi, yıllarca çiçekli elbiseli genç kadınların arkasından koştu belki kızıdır diye. Salondaki kanepeye uzatmışlardı beni, üzüntüden elim ayağım kesilmişti.
Rahmetli babaannem alameti farikası bir şey akıl etmişti: Dört ucundan tutulmuş bir çarşaf başımın üzerinde bir alçalıp bir yükseliyor beni serinletecek rüzgarı yaratıyordu.
Ben ve ailem Yeşim ablanın annesini dinliyorduk. Sayıklar gibi anlatıyordu; bir tomar kağıt için o kadar işkence etmeselerdi, efendice yatırıp çıkarsalardı...
Kederli annenin anlattıklarına dayanamayıp kütt diye bayılan ben değil, çarşafın bir ucundan tutup havalandıran Galip amcam olmuştu. Diyeceğim o ki, marifetlerinizle benim cici amcamı bayıltmıştınız Nurettin amca! (Şİ/BA)
15.1.2006 tarihli bu yazı yazarın kendi sitesinden alınmıştır.
(Yazıda söz edilen olayla ilgili habere buradan ulaşabilirsiniz.)