Fotoğraf: Manuel Çıtak, "Lambalar"
Kahraman olmak için kalabalıkların başında yürümek gerekmez. Kan gövdeyi götüren bir ülkede masanızın başına geçip roman yazmak da kahramanlıktır. "Ölmeye Yatmak"ın Aysel'ine hayat veren Adalet Ağaoğlu öyle de yapabilirdi. "Bir Düğün Gecesi"ni içinden söke söke çıkaran bir yazarın vicdanını temiz tuttuğu sürece sessiz kalmaya, köşesine çekilmeye hakkı vardı. Yapmadı. İçtenlikle, hatta fazlasıyla konuştu.
Sanatçı politik olmak zorunda değil ama çocuk cinayetlerinin bile üstü siyasetle örtülüyorsa bıçak kemiğe dayanmış demektir. Böylece roman kahramanlarından çok yazarı konuşur olur. Vicdanı olanın tepkisi vardır. Tutacak yeri kalmamış düzenlerde, sanatçının, sanatı ne kadar yüce ve görkemli olursa olsun sanatçının, itirazı olur, olmalıdır. Adalet Ağaoğlu'nun itirazı vardı. Öfkesi de. Hepsi anlaşılır şeylerdi. Tavizsiz bir kişilikti. Eğrilip bükülmez, sözünü esirgemezdi. Öyle olmasa yazamazdı. Kimseye zararı dokunmayan hırçınlığı huy edinmese, cumhuriyetin ilk kız çocuklarından birisi "Dar Zamanlar Üçlemesi"ni, "Fikrimin İnce Gülü"nü, "Yazsonu"nu şakıyamazdı. Tiyatro sahnelerinin unutulmaz "Kozalar"ını, "Çatıdaki Çatlak"ını, "Çok Uzak, Fazla Yakın"ını doğuramazdı.
"Ölmeye Yatmak" bile yeterdi, bir çiçekle baharın gelmesine, köşesinde sessiz kalacak olsa bile unutulmamasına. Politik olarak bir sanatçıya kin gütmek için ağır günahlarının olması gerekir. Nazi yanlısı olmak gibi mesela. Öyle olanların bile, Knut Hamsun, Celine gibi eserlerini ayrı bir yere koymadan bakmak mümkün olamıyor. Ha, bununla kıyaslandığında "Hayır" gibi bir romanı yazmış, böyle bir cadı kazanında, kayna kazanım kayna ülkede oturmuş yazmış Adalet Ağaoğlu'nun vebali nedir ki?
HDP seçmeni olduğunu dile getirmeyebilir, Hrant Dink'in Arkadaşları arasında olmayabilirdi. Pek çok "büyük sanatçı" sessizlik içinde yaratmayı tercih etmiyor mu? Gidin onların başına üşüşün demek geliyor içimden doksan bir yıllık ömrün ardından politik doğrularla konuşanlara.
Bunları tartışmayalım.
Hevesle yazmış bir yazarı anlatalım. Yaşlanmak bilmeyen gencecik bir dimağın hatıralarını paylaşalım. Her şeyi takipte olan, edebi yarenlik dışında hayatla ilgili mevzularda karşısındakiyle arasına usturuplu bir mesafe koyan, sözünü esirgemeyen ama bunu şaşırtacak bir samimiyetle yapıp kalp kırmayan bir meslaktaşı konuşalım.
En sevdiğim huyu kimseyi "eğlememesiydi." Özellikle bu geleneksel tanımı kullandım çünkü Adalet Ağaoğlu, tercihlerini ifade etmek konusunda bir batılı kadar açıktı. Londra Kitap Fuarı'nda karşılaştığı bir grup kadın yazara "Yemeğimi yalnız yemek istiyorum çünkü düşünmek istediğim şeyler var," demek gibi. On numara beş yıldız bir hareket.
Son konuşmamız Milliyet Sanat Dergisi'nde yayınlanan yazı nedeniyle olmuştu. Tanışmamız çok eski. Yazıyı okumuş çok sevmişti, telefonu, "Seni buldum, seni buldum," diye açmıştı. Telefonumuzun değişmeyişine sevinmişti. Tiyatro okuyan kızımın daha o yaz kendisinin oyunlarını okuduğunu, etkilendiğini anlatmıştım. Kuşaktan kuşağa. "O kadar büyüdü mü?" demişti. Kızım doğduğunda tebrik telefonu açmıştı, hatırladı. Hiçbir şeyi unutmamaktan muzdarip olabilirdi. Bir yazarın masa başında işini kolaylaştıran şey hayatını zorlaştırabilirdi.
Pek çok hatıramız var. Ben de onları unutmadım. 1996'daki kaza. Hastane ziyareti. Kazayı bir gece önce rüyasında görüp Halim Bey'e anlatmış olması. Aylar sonra evde ziyaret. Bir yemek. Sonra karşılaşmalar. Yakın zamanda kaybettiği Halim Bey'i andığımızı hatırlıyorum. Güzel bir hayat arkadaşlığıydı. Birbirlerini bulmuşlardı. Önceliğinin hep yazı oluşuna ve hayatını kimsenin ele geçirmesine izin vermeyişine saygı duydum.
Çınar Oskay'a verdiği son röportajında, bu arada çok zekice bir gazetecilik refleksi tabii bu söyleşi, "Mutlu olsam yazar mıydım hiç?" demiş. Öyla ama yazmanın, yazabiliyor olmanın, kurmanın, anlatmanın, Aysel'i, Tezel'i ve daha nicesini yaratmanın mutluluğunu kim bilebilir Adalet Hanım?
Daha fazla konuşulmayı, ilgilenilmeyi hak ediyordu hiç kuşkusuz. Bazı yazarlar vardır, okursunuz, sonra başka başka yazarlardan o okuduklarınızı kat kat aşan büyüklükte güzellikte eserler okursunuz ama o okuduğunuz yazar ilk okuduğunuz hislerle kalır kalbinizin bir köşesinde. Ustalıkla, olmuşlukla, olmamışlıkla değerlendirmezsiniz artık onu. İlk okuduğunuz hislerle vardır ve gün yüzü görmemiş bir ülkenin halkı için oturmuş yazmış, bizim için hayaller kurmuş, anlatmıştır. Yetmez mi? (Şİ/AÖ)