İklim krizi nedeniyle Türkiye’nin de içinde yer aldığı coğrafi bölgede de su varlıklarında azalma olacağı çeşitli yayınlarda belirtiliyor.
Örneğin iklim değişikliği sonucu Türkiye genelinde toplam yağış miktarlarında Doğu Karadeniz hariç 2050’den itibaren daha belirgin olmak üzere özellikle Akdeniz, Ege ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yıllık yağış miktarlarında ciddi azalmalar bekleniyor. Tahminler 2030-2040’lardan itibaren yıllık kişi başına düşen su potansiyelinin 700 metreküpe kadar gerileyebileceğine işaret ediyor.
Kişi başına su potansiyeli 2 bin metreküpün altındaki ülkeler "su azlığı", bin metreküpün altındaki ülkeler ise "su fakirliği" çeken ülke olarak tanımlanır.
Su olmadan hayatın devamlılığını sağlamak olanaksız.
Tarım, endüstri ve kentleşme ile ilgili faaliyetleri su olmadan düşünmek de çok zor. Dolayısıyla su varlıklarını korumak, aşırı kullanılmasını ve kirlenmesini önlemek çok önemli.
Yerel yönetimlerin çeşmeden akan suların içilebilir nitelikte olmasını sağlamaları en temel görevlerinden biri. Bunu sağlamaksa suların fiziksel, kimyasal ve biyolojik risk unsurlarından arındırılması ile mümkün.
Bu yazıda günden güne daha çok önem kazanan sulardaki kimyasal kirlilik meselesine ve yerel yönetimlerin bu kirliliği kontrol etmek ve izlemek için ne gibi analitik çalışmalar yapması gerektiğini ele alacağım.
Bunu yaparken yerel seçim atmosferi içinde İstanbul, Adana, İzmir, Ankara ve Antalya gibi büyük iller başta olmak üzere belediye yönetimine talip adayların su konusunda en azından laboratuvar ölçeğinde neler yapmaları gerektiğine ve bu gerekliliğin vaatlerinde ne kadar yer aldığına dair yurttaşlara bir bakış açısı sunabilmeyi amaçlıyorum.
Kimyasal kirleticiler
Yeraltı ve yerüstü sularının kimyasal kalitesinin periyodik ve kapsamlı çalışmalarla kontrol edilmesi çok önem taşıyor. Kentsel, tarımsal ve endüstriyel faaliyetler sonucunda açığa çıkan ve gerekli önlemler alınmayınca sulara bulaşarak kirliliğe neden olan çok sayıda kimyasal madde vardır.
En önemlileri kurşun, arsenik, cıva gibi ağır metaller, sayısı epeyce kabarık olan pestisitler, sudaki klorla birleşen uçucu organik bileşikler, farmakolojik esaslı kimyasal maddeler, aromatik hidrokarbonlar ve organik klorlu kirleticiler gibi toksik etkili kimyasal maddelerdir.
Bu kimyasal maddelerin önemli bir kısmı hormonal sistem bozucu ya da nörolojik gelişim bozucu olarak nitelenir. Bu tip kimyasal maddeler bebek ve çocukların gelişimine zarar verir ve sularda bulunup bulunmadığını tespit etmek önemlidir.
Kontrol edilmesi gereken çok sayıda kimyasal kirletici var. Bu konuda detaylı bilgi almak isteyenler internetten İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik başlığı ile arama yapabilir.
Yönetmeliğin ekler kısmına bakıldığında sulara bulaşması muhtemel ve kontrol edilmesi gereken kimyasal maddelerin ne kadar çok sayıda olduğunu rahatlıkla görebilir. Üstelik yıldan yıla bu sayının artış gösterebileceğini de aklımızda tutalım.
Daha önce Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlıyken son düzenlemelerle Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlanan Su İşleri Genel Müdürlüğü 2014 sonunda tamamladığı bir çalışma ile Türkiye genelinde yeraltı ve yerüstü sularına bulaşması muhtemel bütün noktasal ve yayılı kaynaklı kirlilik etmenleri belirledi.
Bu çalışma sonucunda Türkiye’ye özgü 116 noktasal ve 133 yayılı kaynaklı olmak üzere 249 adet kimyasal kirletici tespit edildiği açıklandı. Bu kirleticilere yönelik çevresel kalite standartlarının bir an önce çıkarılması ve su varlıklarına bulaşıp bulaşmadıklarının belirlenmesi için düzenli kontrol ve izleme faaliyetlerinin yapılması gerekiyor.
Yeraltı ve yerüstü sularının kalitesini belirlemeye yönelik laboratuvar çalışmalarını yapmaktan sorumlu kurumların başında Sağlık Bakanlığı geliyor. Tarım ve Orman Bakanlığı ile yerel yönetimlerde de çeşitli faaliyetler yürütülüyor.
Pek çok ilde yerel yönetimler bünyesinde kurulu bulunan ve su kalitesini belirlemeye yönelik çalışmalar yapan birimler mevcut.
Ancak ülke genelinde Su İşleri Genel Müdürlüğü’nce belirlenen sulara bulaşması muhtemel kimyasal kirleticilerin tamamının tespitini ve izlemesini yapan bir belediye yok.
Örneğin İSKİ’nin [İstanbul Su ve kanalizasyon İdaresi] ya da Antalya’da ASAT’ın ya da İzmir’de İZSU’nun su kalitesini kontrol amacıyla yaptığı çalışmalara bakarak yapılanların ne kadar yetersiz olduğunu görmek olanaklı.
Yetersiz, çünkü kontrol edilen parametre sayısı edilmesi gereken sayının çok altında kalıyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ASKİ’nin internet sitesinde sularda hangi kimyasal kirleticilerin analiz edildiğine dair bilgi bile yok.
Özetle ve bir tahmin yaparak şunu söyleyebilirim: Sularda kontrol edilmesi gereken yüzlerce kimyasal madde olmasına rağmen çeşitli yerel yönetimlerce yapılan çalışmalarda sularda kalıntısı araştırılan kimyasal madde sayısı araştırılması gereken kimyasal maddelerin üçte birini ya da dörtte birini bile oluşturamıyor.
Bu durum halk sağlığı açısından potansiyel bir riske işaret ediyor.
Merkezi idare ve yerel yönetimlerin rolü
Görünen o ki yapılan bütün kontrol ve izleme çalışmaları yeterlilikten ve güvenilirlikten oldukça uzak. Ülke genelindeki su varlıklarında kimyasal kirlenmenin boyutu, zaman içinde kirliliğinin artıp artmadığı, kirlenmenin nasıl kontrol altına alınabileceği, kirliliğin yoğun olduğu bölgelerde yapılacak temizlik ya da arıtım işlemlerinin planlanması gibi pek çok kamusal faaliyet için bu çalışmaların düzenli ve titizlikle yapılmasına ve elde edilen bilgilerin açıklanmasına ihtiyaç vardır.
Kontrol ve izleme çalışmaları iyi yapılamadığı sürece sağlıklı bir durum tespiti yapmak olanaksız.
Kritik soru şudur: Merkezi kamu otoritesi örneğin Sağlık Bakanlığı ya da Tarım ve Orman Bakanlığı su kalitesini korumaya yönelik çalışmaları yapmadığında ya da yetersiz yaptığında ne olacak?
Bu soruya verilebilecek tek yanıt bu görevin yerel yönetimler tarafından üstlenilmesi gerektiğidir. Ancak bu sorumluluğu üslenmek için Sağlık Bakanlığı ya da Tarım Bakanlığı gibi kamu kurumlarının su kalitesini koruma görevlerini layıkıyla yapıp yapmadıklarını anlamaya ya da yapmalarını beklemeye hiç gerek yok.
Beklemek anlamsız olduğu gibi, var olan sorunlara müdahalede gecikme zaman içinde su varlıklarında daha büyük bir tahribatın ortaya çıkmasına yol açar.
Bütün bunlara ek olarak iklim krizinin en olumsuz etkileri su varlıkları üzerinde gözlenecektir. Yakın bir gelecekte su teminindeki güçlüklerin yol açacağı kaotik toplumsal hayata şimdiden hazırlık yapmak gerekeceği açıktır ve bu hazırlığın başlangıç noktasını mevcut durumun ne olduğunu tespit etmek oluşturuyor.
Durum tespiti için yapılacak çalışmalardan biri de yeraltı ve yerüstü su havzalarındaki kimyasal kirliliğin ne durumda olduğunu belirlemektir.
Her şey bir yana yerel yönetimlerin su kalitesini korumaya yönelik çalışmalar yapmasının önünde hiçbir engel yoktur.
Musluktan içilebilir su temin etme çalışmaları yerel yönetimlerin asli bir görevidir ve bu görev zaman içinde daha kritik bir konum kazanacaktır.
Öyleyse şimdiden bir şeyler yapmak gerekiyor.
Bu yazıda yapılması gereken çalışmalardan birine değineceğim. Bir yerel yönetimin su kalitesini belirlemeye yönelik analiz çalışmalarında neler yapması gerektiğini, yurttaşlara karşı ne gibi sorumlulukları olduğunu ve bizlerin de birer yurttaş olarak bu meseleye hangi noktalardan dâhil olabileceğimizi su kalitesini kontrol etmeye ve izlemeye yönelik çalışmalar üzerinden kısaca anlatmaya çalışacağım.
Belediye başkan adayları su konusunda ne diyor?
Seçim kampanyaları belediye başkanlığına aday olan kişilerin vaat ettiği mega ya da çılgın projelerle dolu.
Oysa yapılması çok basit, hayati önemde ve epeyce mütevazı bir bütçeyle gerçekleştirilebilecek bir proje var: “Çeşmelerden akan suyun güvenli olduğunu kanıtlayacak laboratuvar çalışmalarının eksiksiz yapılmasını ve elde edilen bilgilerin erişime açık kılınmasını sağlama projesi.”
Bu projenin hayata geçirilmesini en temel haklarımızdan biri olan sağlıklı suya erişim hakkı çerçevesinde yurttaşlar olarak talep etmeliyiz.
Dolayısıyla yerel yönetimlere talip olanlar su kalitesini belirlemeye yönelik laboratuvar altyapısını kuracaklarını veya güçlendireceklerini taahhüt etmelidir.
Yaklaşık Maliyet Nedir?
Su kalitesini izlemek amacıyla yeni kurulacak bir laboratuvar biriminin yer ve personel dışındaki analitik cihaz bedeli KDV hariç yaklaşık olarak 3,5 milyon lira tutuyor.
Böyle bir laboratuvarın bir yıllık çalışma sürecinde ihtiyaç duyulacak sarf malzemelerin tutarı ise yaklaşık olarak 300-400 bin lira aralığındadır.
Ancak bu tutarlar eğer laboratuvar yeni kurulacaksa söz konusu yerel yönetimlerin çoğunda su analiz birimi var ve o birimlerdeki mevcut cihazlar dikkate alınarak ihtiyaç duyulacak cihazların alım bedelinin daha az olacağı açıktır.
Örneğin İstanbul’daki İSKİ ya da İzmir’deki İZSU bünyesindeki laboratuvarlarda yapılan analiz sonuç raporlarına dayanarak bu kurumların sıvı kromatografisi esaslı bir kütle spektrometresi cihazı almak suretiyle İnsani Tüketim Amaçlı İçme Suları Kontrol Yönetmeliği’nde yer alan çok sayıda kimyasal kirleticiyi analiz edebilmelerinin mümkün olacağını söyleyebilirim.
Böyle bir cihazın fiyatı yaklaşık olarak 900 bin lira civarındadır. Yani öyle çok büyük meblağlardan söz etmiyoruz.
Bu tip laboratuvarların her belediyede kurulması da gerekmiyor. Bütçe imkânları kısıtlı ve coğrafi olarak birbirine yakın belediyelerin bir araya gelerek sularda kontrol ve izleme çalışmalarını yapacak bir bölge laboratuvarı kurmaları da mümkündür ve akla uygundur.
Su varlıklarındaki kimyasal kirliliğin ne düzeyde olduğu konusunda elimizde kapsamlı (yani çok sayıda kirleticiyi içeren), geçmişten günümüze uzanan (yani zamana yayılan ve böylece herhangi bir kirleticinin sulardaki miktarının zamanla ne ölçüde değiştiğini görebileceğimiz) ve güvenilir analitik ölçümlere dayalı bir bilgi seti ne yazık ki yoktur.
Aksini iddia edenlerin elindeki bilgileri açıklamasını talep ediyorum.
Bilgi sahibi olmak ne işe yarar?
Kamu kurumlarının çalışmalarının nasıl yürütüldüğüne dair her türlü bilgiye birer yurttaş olarak erişebilmemiz idari süreçlere müdahil olmamızın önünü açar.
Meselenin en önemli kısmı budur. Ama dahası da var. Su kalitesini izleme çalışmalarından elde edilen bilgilerin kamuoyuna açıklanması hem yurttaşların bilgi edinme hakkının gözetilmesi ve hem de sularla ilgili konularda çeşitli kurum veya ilgili kişilerce yürütülen tartışmalara bilgi içeriği sunabilmek açısından önemli.
İşin aslına bakılırsa sularda kalite kontrol ve izleme konusunda faaliyet gösteren kamu kurumlarının ne gibi çalışmalar yaptıklarını ve yaptıkları çalışmalardan hangi sonuçları elde ettiklerini açıklamaları yasal bir zorunluluk.
İnsani tüketim amaçlı sular hakkında yönetmeliğin 14. maddesi kamu kurumlarına tüketicilere yeterli ve güncel bilgi verme ve her üç yılda bir sularda yaptıkları ölçüm sonuçlarının tamamını kamuoyuna açıklama zorunluluğunu getirdi.
Ama bu yasal zorunluluğun tatminkâr bir şekilde yerine getirildiği söylenemez. Ne Sağlık Bakanlığı ve ne de yerel yönetimler bu konuda yeterli açıklamada bulunmuyorlar.
Ne Yapmalı?
Devletin, merkezi idarelerin kamu sağlığı ve refahını koruma işlevinin giderek aşındığı günümüzde bu aşınmanın devam edeceğini varsayarak yerel yönetimlerin çok geç olmadan su varlıklarının korunması konusunu gündemlerine alması bir gerekliliktir.
Asıl beka meselesi budur ve öncelikle de kontrol ve izleme çalışmalarını olması gerektiği düzeye çıkarmak gereklidir.
Kontrol ve izleme çalışmaları iyi yapılamadığı sürece sağlıklı bir durum tespiti yapmak olanaksız.
Sularda kimyasal kirlilik etmenlerinin varlığı ve ne düzeyde var oldukları periyodik olarak kontrol edilmediği sürece önümüzdeki yıllarda su varlıklarının ne oranda kirleneceğini ve hangi önlemlerle bu kirliliğin kontrol edilebileceğini anlamak ve gerekli planlamaları yapmak çok zor.
Buna ek olarak, kimyasal kirlenme dediğimiz olgu doğal olarak gerçekleşen, kendiliğinden açığa çıkan bir şey de değil.
Kirliliğe yol açılması durumu söz konusudur daha çok ve genellikle de birileri kirletir ama zararı toplum öder. Dolayısıyla hangi iktisadi faaliyetlerin, işletmelerin ya da kurumların sularda ne ölçüde kirliliğe yol açtığını belirleyebilmek, kirliliğin önüne geçmek için gereken önlemleri alabilmek ve kirliliğin toplumsal maliyetini kirletene ödetebilmek için de kontrol ve izleme çalışmalarının yürütülmesine ihtiyaç var.
Sadece halk sağlığı açısından değil iktisadi faaliyetleri planlayabilmek, yakın gelecekte yaşanacak su krizini dikkate alarak ilde mevcut iktisadi faaliyet alanlarını dönüştürmenin gerekip gerekmediğine karar verebilmek için de kontrol ve izleme çalışmalarına ihtiyaç var. Ülkemizdeki endüstri, tarım ve turizm sektörlerin yaklaşmakta olan su krizine karşı herhangi bir hazırlıkları ne yazık ki yok.
Antalya örneği
Yerel yönetimlere talip olanların seçim kampanyaları ise önümüzdeki yıllarda yaşanacak su krizini hiç dikkate almayan çılgın projelerle dolu.
Örneğin Antalya ilinde önümüzdeki 20-30 yıl içinde ciddi bir su kıtlığı probleminin açığa çıkacağı bilinmesine rağmen şehrin yeraltı tatlı su kaynaklarının deniz suyu ile kirlenmesine yol açacak çılgın “Boğaçayı Marina Projesi”nin hızla inşa edilmesine başlanmıştı. Proje deniz suyunun en az bir kilometrelik nehir yatağı boyunca içeri alınarak yapay bir marina oluşturulması esasına dayanıyordu. Ancak gelen itirazlar üzerine proje şimdilik donduruldu. Ancak seçim vaatleri benzeri çılgın projelerle dolu. Ama bir yurttaş olarak Antalya Belediyesi’nin sularda kontrol ve izleme faaliyetlerini yapan birimi olan ASAT’ın internet sitesine girdiğinizde sularda kimyasal kalite kontrolü ile ilgili çalışmalarının hiç de öyle çılgın olmadığını görüyorsunuz.
Kontrol edilmesi gereken çok sayıda kimyasal parametre ASAT’ın kontrol ve izleme çalışmalarında yer almıyor. İnsan ya da çevre sağlığını korumak için çalışmalar yapmak çılgın bir iş olarak görülmüyor besbelli.
Bize vaat edilen ne?
Birer yurttaş olarak İSKİ, İZSU, ASAT ya da Ankara ve Adana’daki ASKİ gibi kurumların hayli düşük bütçeler gerektirmesine rağmen su varlıklarında kalite kontrol ve izleme faaliyetlerini neden kapsamlı ve güvenilir bir biçimde yerine getirmediklerini mesele yapmak gerekiyor.
Bize vaat edilen çılgın projelere değil sağlığımızı ama özellikle de çocuklarımızın sağlığını koruyacak projelerin hayata geçirilmesine ihtiyacımız var. Suların kalitesini kontrol ve izleme amacıyla yapılacak çalışmaların kapsamını genişletmek, doğru ve güvenilir bilgi sağlamak ve elde edilen bilgileri kamusal erişime açık kılmak hayata geçirilmesi gereken projelerden biridir.
Bunun yapılmasını sağlamayı en çok çocuklara borçluyuz. Sulardaki kimyasal kirlilik hormonal ve nörolojik sistemlerinde sorunlara yol açarak en çok çocukların sağlığına zarar veriyor çünkü.
Yerel yönetimlere aday olan kişilerin sağlıklı, temiz ya da içilebilir su temini konusunda taahhütlerinin neler olduğunu, iş başına geldiklerinde neler yapacağını sormak gerekiyor.
Vaadiniz ne? Neler yapacaksınız? (BŞ/APA)