"Paşam!
Türk Ordusu'na karşı psikolojik bir savaşın açıldığını geç fark ettiniz.
"Üç-beş sorumsuz gazetecinin yazıları" olarak değerlendirip küçümsediniz. Arkalarındaki dış gücü fark etmediniz.
Bugün Türkiye'nin bulunduğu bölgedeki büyük mücadeleye dikkat çekip, Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynandığını satır aralarında verip, TSK'nin hedef olduğunu söylüyorsunuz.
Ama geciktiniz Paşam!
TSK tarihinin hiçbir döneminde bu kadar büyük bir saldırıyla karşı karşıya kalmadı.
Ama bu sürpriz değil ki...
Soğuk Savaş'ın "duvarı" yıkıldıktan sonra ABD think thank'leri, CIA şefleri, sözüm ona akademisyenleri Türkiye'nin rotasını çizdiler. Bunu da hiç saklamadılar; demeçler verdiler. Kemalizm devri artık bitmeliydi.
İşte bugün bu demeçlerin, gizli kapılar ardındaki toplantıların hayata geçmesini izliyoruz.
"Gerçeği yazmak zorundayız: Kuşatılmış durumdasınız.
'İşgal güçleri' İzmir'e asker çıkarmış, İstanbul'u işgal etmiştir.
Önünüze Sevr Haritası'nı koymalarına çok vakit yoktur." [1]
Paşam, paşam diye yankılanan bu ses, şimdilerin demokrasi mücahitlerinin adresi Oda Tv'ye ait. 1 Temmuz 2009'lu manifestolarında Oda Tv ve Soner Yalçın ekibi böyle sesleniyordu dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a. Ve kendi gerçeklerini anlatıyorlardı paşalarına. Oda Tv imzalı bu yazıya göre, ülkede Kemalist devrim bitirilmiştir ve her taraf işgal altındadır. Yaşanan bir iç savaştır ve bunun toğu tüfeği gazeteler, STK'lar, cemaatler, tv'ler ve kuşkusuz Oda Tv gibi yapılanmalardır. Türk milliyetçiliğinin kurucu paranoyası Sevr sendromu ile her türden ucuz milliyetçiliğin en sevdiği "dış güçlerin parmağı" yine iş başındadır bu yazıya göre.
Takip edenler iyi bilir, Oda Tv sadece Genelkurmay'ı "göreve çağırmaz", Kürt düşmanlığı, anti-semitizm ve ırkçılık Oda Tv imzalı haberlerin vazgeçilmezlerindendir. Metis Yayınları'nı Cumhuriyet savcılarına ispiyonlamaksa son işlerinden biridir. İlker Başbuğ'a önerdikleri "psikolojik harekat"ın yılmaz neferleri, kendi tabirleriyle de "iç savaşın" topu tüfeğidirler. Ve an gelir, Soner Yalçın içeri alınır.
Bu yazının asıl derdi de bundan sonra kopan kıyametle ve basın özgürlüğü tartışmalarıyla ilgilidir. Ölümlerle, sansürlerle, baskılarla ve failin kim olduğunu iyi bildiğimiz faili meşhullerle dolu basın tarihimizde hiç görülmemiş bir fırtına kopar. Bu tutuklamayla Türkiye'de basın özgürlüğü ayaklar altına alınmıştır, ifade özgürlüğü hiçe sayılmıştır. Metin Göktepe polisler tarafından öldürüldüğünde susanlar, sokak ortasında Apê Musa vurulduğuna sevinenler, adı hep değişmek zorunda olan Gündem gazetesi bombalandığında, Uğur Mumcu, Hrant Dink ve sayısız bası emekçisi devlet eliyle katledilirken, kılını kıpırdatmayanlar canhıraş bir şekilde öne çıkarlar ve basın özgürlüğünden, demokrasiden, insan haklarından dem vurur.
Darbe yapanların, halka katledenlere "iyi çocuklar" diyen eski generallerin insan hakları uzmanı kesildiği, mevcut başbakanın Libya diktatörü Kaddafi'den insan hakları ödülü aldığı, tarihi katliamlar, kan ve şiddet üzerine kurulu bir utanç coğrafyasında basın özgürlüğü de ifade özgürlüğü de demokrasi de parsellenmiştir, her tarafın kahramanları bellidir.
Bugün Soner Yalçın'ı savunmanın basın özgürlüğünü savunmanın temel koşulu ilan edenler ya da Kürt sorununun çözümü için erkeklerin Güneydoğu'dan kuma almasını öneren AKP Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı'nın sözlerindeki ırkçılığı ve cinsiyetçiliği (sömürgeci izleri şimdilik bir kenara bırakırsak) ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirenler, en fazla Kaddafi kadar inandırıcıdır.
Pek garip ve bir o kadar sinsi bir görüşe göreyse 1990'larda Kürtlerin ve solcuların başına gelenlerin devamıdır Oda Tv'nin kapatılması. Ancak aradaki farkı görmemek için ya beyin damarlarının ya da ar damarlarının çatlaması gerekir.
Yasallığın ve hukukun sürekli olarak askıya alındığı bir dönemde onlarca yüzlerce Kürt basın emekçisi, sayısız devrimci katledilmiştir. Unutmamak gerekir ki, bu insanlar sırtlarını darbeci generallere dayayanlar ya da darbe yapmayanları darbeye ikna etmeye çalışanlar değildir.
Savunulması gereken bir basın özgürlüğü varsa o da bu darbelere karşı çıkanların, psikolojik harekatların nesnesi olanların söz hakkıdır. Ötekiler ne de olsa paşalarının yanında kendilerine yer bulacaklardır.
Ezilenleri ve solu saf tutmaya çağıran bu kavgada alınması gereken tavır ne yıllarca kendi kontrolündeki şiddet aygıtlarının eline düşen Kemalist-ulusalcı kanadın sahte demokrasi çığlıklarına ne de her geçen daha da despotlaşan AKP'nin ileri demokrasi soslu diktatöryasına inanmaktır.
Tutuklamalar, yargı savaşı ve karşılıklı hamleler, demokrasi, adalet ya da özgürlük gibi kavramların konusu olmaktan ziyade iktidarını kaybetmiş elitin yeni muktedirlerle çarpışmasının hikayesidir. Muktedirlerin çarpışmasında sağa sola savrulan her türlü taraf olma çağrısı ezilenleri ve muhalifleri bölmeye, yapay ayrışmalar oluşturmaya yöneliktir.
Eski hikayedir, filler tepişir çimenler ezilir. Bize düşense yer altından kemiklerin fışkırdığı, toplu mezarlar ülkesinde adaletin, özgürlüğün ve barışın dilini ararken en azından bu kavramların kirletilmesine karşı çıkmaktır. (OG/EÖ)
[1] SÜRECİ ANALİZ EDEMEDİNİZ, odatv.com. http://www.odatv.com/n.php?n=sureci-analiz-edemediniz-0107091200