Nisan ayının ortalarıydı.
Soykırımın 100. Yıldönümü nedeniyle, yazar Sait Çetinoğlu’ndan yardım istemiştim.
Messenger’dan yazışırken, söz dönüp dolaşıp Sevan Nişanyan’ın durumuna geldi.
Nişanyan’ın Şirince’yi Şirince yapması doğanın, tarihin yağmalanmasında hiç bir sınırı olmayan Türkiye’de, birden bire milliyetçi, ırkçı sınırlara çarpmış... Sevan Nişanyan’ın yok olmaya bırakılmış tarihi evlerin mührünü sökerek, kendi parasıyla bu eski Rum evlerini restore etmesi sorun olmuştu.
Türk yargısı ve devlet bakımından sorunun hiç de iyi niyetli olmadığı açık!
Nişanyan’ın “Yanlış Cumhuriyet” ve “Adını Unutan Ülke” kitapları birilerini rahatsız etmiş olacak ki, devletin intikamcılığı ayaklandı.
Onu hapse atmak ve birbiri ardına verdikleri cezalarla içeride tutmakta hiç gecikmediler!
Kaldığı hapishanelerde ise, Nişanyan’ı en kötü koşullarda süründürmeyi ihmal etmediler.
Bütün bu adaletsizlikler için Sevan Nişanyan’ın Ermeni ve sıradışı bir aydın olması yetmişti onlara!
Adaletsizliklerin hiç bir sınırının olmadığı, keyfiyetin ve yargının içinde bulunduğu durumu Türkiye’de yaşayan herkes bildiği ve büyük çoğunluk bir şekilde yaşadığı için; Nişanyan’a yaşatılan bu adaletsizlik bir yere kadar “anlaşılır” olabilir!
Ama yıllardır bu adaletsizliğe sessiz kalmak, hatta bu sessizliklerinin teorisini yapmak, dolayısıyla Nişanyan’ın yaşadığı bu haksızlığı, adaletsizliği onaylamak!
İşte bu davranışı anlamak kesinlikle mümkün değil!
Sait Çetinoğlu ile bütün bu durumları yazışırken, “Nişanyan için belki buralarda bir şey yapabilir miyiz?” diye konuştuk!
Böyle zamanlarda bir şeyler yapmanın hem içerideki tutsak için, hem de yakınları, ailesi için ne kadar değerli olduğunu, ayrıca haksızlığa uğrayan biri(leri) için çaba harcayanların insan olma ve insan kalma çabalarına kattıklarını burada özel olarak belirtmeme gerek yoktur.
Seçim kampanyası sonrasında burada bir şeyler yapmak üzere Sait’le anlaştım.
Ve ilk fırsatta da, meseleyi Hollanda Gezi Dayanışması’ndan arkadaşlarla paylaştım.
Bir başlangıç olarak Nişanyan ailesinden istediğim mektup geçenlerde elime ulaştı.
Mektup Arsen’dendi!
Nişanyan’ın oğlundan...
Biz Hollanda Gezi olarak henüz nasıl bir kampanya yürütebiliriz sorusunu yanıtlamamış olsak da, bir ucundan başlamanın yararlı olacağını düşündüm.
Bu nedenle, Sevan Nişanyan’a özgürlük istemeyi planladığımız kampanyanın ilk adımı olarak, Arsen’in mektubuyla başlamak istedim.
Gelin Arsen’in yazdıklarını birlikte okuyalım:
“Babam Sevan Nişanyan
Ailemle İstanbul’dan Şirince’ye temelli taşınmamız 1995 yılında oldu. İki yaşındaydım. O zamanlar Şirince Köyü şimdiki tantana ve şaşaasından yoksundu. Tek tük turist uğrardı. Köyde dört odalı bir pansiyon dışında, konaklama imkânı köylü teyzelerin nezaketine kalmıştı. Ana ulaşım vasıtası hala eşek ve katırdı. Arkadaşlarım çiftçi, çoban, ormancı çocuklarıydı. Eğlence faslı bittikten sonra dağdan keçi sürülerini indirmeye giderdik.
İlkokula köyde başladım. İlk beş sınıf bir arada, aynı sınıfta okuyordu. Okulun temel maksadı, beşinci sınıfı bitirene kadar, okuma yazmayı kabul edilebilir bir seviyeye ulaştırmaktı. Yani beşinci sınıftan daha erken bir safhada okuma yazmayı sökenler için safi zaman kaybıydı. Okuldan sonra, tepeyi tırmanır, eve yürürdüm arkadaşlarımla. Bir tek bizim evde oyuncak olduğu için toplanma mekânımız benim odamdı. Eve yaklaştıkça tiz sesli aryalar, gümbür gümbür konçertolar veya babamın o an ruh haline hangi klasik parça hitap ediyorsa onun sesi duyulurdu. O zamanlar arkadaşlarıma karşı kendimi mahcup hissederdim. Böyle farklı şeyler dinleniyor bizim evde diye. ‘N’aparsın babam garip adam’ der gibi bir hal alırdı suratım.
Şirince’nin ağır bir havası vardı kışın. Eski bir Rum evinin hayvanların barınağı olarak tahsis edilmiş alanını mutfağa devşirdiği için annemle babam, yemekler karanlık ve kasvetli bu yerde yenirdi. Pek sık, bize babamın arkadaşları eşlik ederdi yemekte. Türkiye’nin en parlak zihinleri, güzel işler ortaya koyabilmek için ömürlerini tüketmiş değerli insanlar; Ali Nesin, Asaf Savaş Akat, Taner Akçam, Kemal İnan vs. Muhabbet edecek konu sabaha kadar tükenmezdi.
Ben de esas eğitimimi, karakter sekilenmemi bu ortamda aldım. Bu derin kontrast, bana hayatta vasatlıkla yetinmemeyi öğretti. İçine doğduğun dünya her nasıl olursa olsun, bunu kabullenmek zorunda olmadığımı gösterdi. Babam, içimde taşıdığım potansiyeli açığa çıkarabilmem için her daim ortam sağlamaya, yordam göstermeye uğraştı. Kendi doğrusunu asla empoze etme gafletinde bulunmadı. Aksine hayatta tek bir yol olmadığını, onlarca yolun olduğunu ve benim bu yollardan en kolayını değil, en kestirmesini değil, bana en doğru gelenini seçmem gerektiğini daima hatırlattı. Bana ve kardeşlerime karşı sergilediği bu tavır, bizim Şirince Koyu’nun maddi ve manevi çoraklığı içerisinde fevkalade bir formasyon almamızı sağladı.
Bu tutumu sadece bizle sınırlı değildi. Türkiye’ye yapmaya çalıştığı şey, bana yapmaya çalıştığı şeyin aynısı bence. Fikren ve ruhen köhnemiş bu yağız atı, Sokratesvari bir atsineği gibi yerinden hoplatmak değil çabası. Onlarca yıldır kabullenilmiş bazı şeylerin, illa öyle olması gerekmediğini göstermek. Alternatif bir yolun olabileceğini ifade etmek, yeri geldiğinde öğretmek.
Şirince Köyü’nün eski gösterisinden yoksun, çürümeye terk edilmiş, kaçınılmaz bir şekilde yok olmaya mahkûm olmadığını göstermeye çalışarak başladı. Uğraştı, didindi, bağdadi tarzda Rum evi nasıl inşa edilir öğrendi ve Şirince’nin restorasyon surecini başlattı. Küçük oteller kitabıyla ve Nişanyan otel ile turizmin betonarme, hücremsi otel odalarına sıkışıp kalmak zorunda olmadığını gösterdi. İnsanların hayatına küçük de olsa bir kalite katmayı başardı. Türkiye’de görmeye değecek yerlerin sadece Antalya ve Muğla sahilleri olmadığını ifade edebilmek için Karadeniz’i, Doğu Anadolu’yu didik didik etti, gezi kitapları yayınladı. Etimolojik çalışmaları ve siyaset/tarih üzerine yazdıklarıyla milli ideolojinin karamboluna sıkışmış fikirleri bu boyunduruktan kurtarabilmeyi denedi. Bitmek tükenmek bilmeksizin, her türlü mecra üzerinden insanlarla konuştu. Bu alanların tartışılabilir kılınması için elinden geleni yaptı. Nesin Matematik Köyü ve Tiyatro Medresesi ile insan potansiyelini ezmek, tebaa üretmek üzerine kurulmuş olan Türk eğitim sistemine soluk aldırmak istedi.
Türkiye doğa kanunlarının hükmünü yitirmediği bir ülke. Yetişkin güruhlara yol yordam göstermeye çalışmak... Onlara bildikleriniz, yaptıklarınız, inandıklarınız, hissettikleriniz belki de mutlak hakikat değildir. Bunların alternatifleri vardır ve hatta bu alternatifler gayet de güzeldir demek, bir çocuğun karakterini inşa etmek gibi olmuyor. Hislerine, fikirlerine bunca yatırım yapmış insanlara, hatta aidiyetleri bunlar üzerinden tanımlanmış insanlara, sizinkilere alternatifler de var. Hatta bu alternatifler sizinkilerden daha iyi demek temel bir insani güdüyü tetikliyor. İnsanların sinirine dokunuyor. Bu sinir neticesinde yıllardır birikmiş bir husumetin sonucu olarak simdi babam hapiste. Pek yakin bir zamanda da çıkacağa benzemiyor. Bana bazen, barbarlar her daim kazanır derdi. Bu dediğinin yanlış olmasını içten içe umuyorum.”
Tüm içtenliğiyle babasını böyle anlatmış Arsen.
Eğer bizler, dışarıdakiler Sevan Nişanyan’ın uğradığı adaletsizliği, haksızlığı sessiz kalarak onaylamazsak, bu defa “barbarların her daim kazanmasına” karşı durursak...
O zaman Sevan Nişanyan özgürlüğüne kavuşur!
O zaman Arsen’in ve kardeşlerinin, Nişanyan ailesinin umutları gerçek olur!... (FE/EKN)