Yazının İngilizcesi için tıklayın
Tayyip Erdoğan'ın, önceki gün "TRT Ortak Yayını" adı verilen, kamu olanaklarının Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası için tek yanlı kullanıldığı canlı TV sohbetinde ağzından kaçırdığı birkaç sözcük AKP'nin propaganda aygıtının içe dönük işleyişinde herhangi bir ahlaki ve entelektüel norm ile sınırlanmamışlığının bir anda herkesçe anlaşılmasına yol açmıştı.
Programda gazeteci rolünde yer alan Abdülkadir Selvi'nin, program sırasında "iki defa bunlarla video çekmişlerdir" diyerek CHP'yi suçlamasını "bir şey mi kaçırıyorum" zannıyla Erdoğan'a teyit ettirmek üzere sorduğu soru cini şişeden çıkarmaya yetti de arttı.
Selvi, CHP'nin seçim kampanyası videosuna, "PKK-CHP işbirliği"nin kanıtı olsun diye, o videonun kendi kurgusunda mevcutmuş izlenimi uyandırmak maksadıyla, PKK askeri liderlerinin Kemal Kılıçdaroğlu fanıymışçasına monte edildikleri, mitinglerde halka izlettirilen kaydın sahteliğini kendisi ve AKP'deki herkesin gayet iyi bildiğinden o kadar emin olmalıydı ki, sorusunu Erdoğan'ın hakikaten başka bir videodan bahsettiğini sanarak sormuştu.
Ne var ki, Selvi'nin boş bulunup Erdoğan'ın akıl dışı açıklamasını irdelemeye kalkışması, durumu iyice acıklı ve gülünç bir hale soktu. Selvi, Erdoğan'ın aslında bu uyduruk montajı kendisine ve -elbette milyonlarca izleyiciye- sahiciymiş gibi anlatması karşısında ne yapacağını bilemeyip dilini yutunca Erdoğan kendisini üstelemek zorunda hissetti: "Ama montaj, ama şu, ama bu video çekimlerini yaptılar," diye İletişim Başkanlığı'nda üretilen videoların montaj olduğunu ifşadan kendisini alıkoyamadı. Böylece Türk siyaset tarihine AKP ile girmiş olan, rakipleri görsel-işitsel şantaj ve montaj uygulamalarıyla bertaraf etme geleneğinde milletçe yeni bir evreye geçmiş olduk. Artık, durum şu: "Ama montaj, ama şu, ama bu" rejim size neyi yutturmak istiyorsa yutulacak, yoksa o yutturmanın bir yolunu bulacak.
Doğrusu durumun böylece patlak vermesinde Erdoğan'ın zihin sağlığında artmakta olan bozulmanın da bir rolü olduğunu düşündürecek belirtiler var. Buna tıpta ne ad verildiğini bilmesem de, epeyce bir zamandır, egemen olduğu her yerde kendini evinde hissettiğini, özel olan ile kamusal olan arasındaki ayrımın zihninde ve dilinde giderek silinmekte, gerçek ile hayalin birbirine karışmakta olduğunu görebiliyor, devlet işleri konusunda halka durmaksızın aslı olmayan şeyler söyledikçe bizzat kendisinin toplum ve devletin gerçekleriyle ilgili referanslarının da bulanmakta ve bu yalanlara kendisinin de zaman zaman inanmakta olduğunu sezebiliyoruz. Bu, "tek adam" rejiminde ciddi sonuçlara yol açma potansiyeli taşıyan başlıbaşına bir sorun. Ancak, bunu şimdilik bir yana bırakabiliriz.
Erdoğan ve en yakın yardımcılarının "montaj" skandalı sonrasında takındıkları tutum, devletin toplumun karşısına yalan ve kurmacayla çıkma konusunda her türlü mahcubiyetten arınarak kamusal alana seslenişi toplumun gerçeklik algısına karşı bir saldırıya dönüştürmekten imtina etmeyeceğini gösteriyor. Asıl yakın ve ciddi tehlike bu.
Gençlerinin kıvrak (!) zekası
Erdoğan montaj faciasının üzerine bir gece yattıktan sonra sonra Salı günü Sivas'ta halkın karşısına geçip şunları söyledi: "Terör elebaşıları videolarla CHP'ye destek verdi. Şimdi bunlar çıkmışlar bu gerçekleri 5 saniyeye sığdıran gençlerimizin kıvrak zekâsının ürünü bir video üzerinde arsızca tepiniyorlar. Bu teröristler desteği açıkça ilan ettiler. Elbette bunları babalarının hayrına yapmadılar. Van'da 'kana kan intikam' dediler. Bu naraları atarken asla gocunmadılar, asla utanmadılar. Milletin gözlerinden kaçırdıkları tüm rezillikler tek tek ortaya saçılmıştır. Bölücü ve FETÖ'cülerle kurdukları ortaklığı gizleyemezler. Eteklerine yapıştıkları emperyalistlerden aldığı cesaretle terör örgütlerine dağıttıkları mavi boncuklar da işe yaramayacaklardır."
Bir seçim kampanyasının orta yerinde, kamu olanaklarını şahsi mülkü gibi kullanarak rakibini alt etmeye yeltenmesinin suç, kusur, kabahat olması bir yana kalsın, bu yeterince utanç verici değilmiş gibi, bu olanakları üstelik bir de yalan imalatı için kullanmayı, "gerçekleri 5 saniyeye sığdıran gençlerimizin kıvrak zekâsının ürünü bir video" olarak savunmanın toplumsal maliyetini ve bundan doğacak bütün diğer sonuçları tasavvur etmek bile bir kabustan farksız.
Devlet gücünü elde tutmak ve o gücü asıl hak edenden almak için kurduğunuz yalan fabrikasının faturasını "gençlerin kıvrak zekası"na ciro etmek kaçınılmazca şuraya varacaktır: Pratikte herkesin her yerde aynı yalanı üretmeye devam etmesi bir tür "delikanlılık" mertebesine yükseltilecek; bu, kalleşliği erdem haline getirecek, yalanı ister istemez toplumda ve devlette gerçekten daha güçlü, daha değerli, ve daha itibarlı kılacak ve sonunda yalan devlet gücüyle, devlet yalanın üstünlüğüyle tahkim edilecektir.
Nitekim Erdoğan'ın tutum, davranış ve huylarından norm üretmekle görevli kapı kulları olan Cumhurbaşkanlığı danışmanlarının başı İbrahim Kalın, sadece bir kaç saat sonra İletişim Başkanlığının tahsis ettiği kanaldan bu maksatla Erdoğan'ın incilerini yeniden saçıyordu:
Video değilse de unsurlar gerçek (!)
"Bir grup kıvrak zekalı gencin kurguladığı video. Videoda bir araya getirilen unsurlar gerçek. Asıl mesele bu açıklamaları PKK kadroları yaptı mı, yapmadı mı? Sorması gereken bu. 1,5 aydır PKK kadroların ardı ardına sayın Kılıçdaroğlu'nun destek açıklamalarını biliyoruz. Bir terör örgütü sizinle ilgili lehte açıklamalar yaptı. Doğal olarak rahatsız olursunuz. Doğal olarak 'siz kimsiniz' dersiniz. 1. turda bunlarla ilgili bir şey duyduk mu biz? Sayın Kılıçdaroğlu'nun bundan rahatsız duyduğunu düşünüyorum ama bu konuda sessiz kalındı. Bunu birinci turda ifade etmesi gerekirdi ama şimdi ediyor. O zaman HDP ile konuşsun bunu. Kamuoyunda böyle bir tablo var. İnsanlar da haklı olarak 'Bunların temsilcileri nasıl oluyor da bir adayla ilgili açıklama yapıyorlar, 28 Mayıs'ta zafer halayları çekeceğiz' diyorlar."
Başdanışman da teyit ettiğine göre, bundan böyle iktidarın duymak ve duyurmak istediği yalanı kurgularsanız, rejim size "bir grup kıvrak zekalı genç" sevimliliği ihsan edecek, hem de bedavadan. Gezi isyanının içinden doğan zeka parıltılarının, sınır tanımayan nüktenin, neşe ve heyecanın, derinlik ve karmaşıklığın altında ezilmiş bönlük devlet katına yükselince, hem haset hem zulümkarlıkta ne kadar sınırsızlaşabilir, yaşayıp görüyoruz.
Ne kadar zıvanadan çıkılırsa çıkılsın, ne kadar pişkin görünmeye çalışılırsa çalışılsın, ne kadar utanma duygusundan arınılmış olursa olsun, ta devletin en tepesinden rakibi vurmak için bula bula en eblehçe kurguya sarılmış olmanız yetmez gibi, kendinizi de bu öyküye inandırmış olmanız fakat milyonların tanıklığında dalkavuğunuzu bile inandıramamanız ve "ama montaj, ama şu, ama bu" diye sayıklarken yakalanmanızın acısı hiç de kolay geçmez.
Kral çıplak yakalandı.
"Arsızlık", çıplaklığın görünmesinde, ifade edilmesinde, hatta çıplaklığın kendisinde bile değildi. Milyonların görünen gerçeği idrak etmeyeceklerine inanacak kadar kendini kaybetmekteydi.
(AEK)