Cumhurbaşkanlığı'nın sadece yabancı gazetecilere olur vermesi, Başbakanlık'ın da Çankaya'ya uyması sonucunda dün nasıl basın özgürlüğü heyetinin dışına itildim? İşte hikayesi...
Oysa ne kadar güzel başlamıştı, dünyanın basın özgürlüğü konusunda en önde gelen iki kuruluşu olan Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) ve Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) üyesi gazetecilerin 1-2 Ekim'de Ankara'da yaptığı temaslar...
IPI Türkiye Başkan Yardımcısı olarak yer aldığım heyet önce Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ile görüşme imkanı bulmuş, ardından Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından kabul edilmişti.
Yüksek yargı, iktidar, muhalefet; tüm bu kesimlerin basın ve ifade özgürlüğü konusundaki görüşlerini dinlemek, eleştirilerimizi dile getirmek, sorular sormak fırsatı bulmuştuk.
Örneğin meclis için çok kritik bir günde heyete uzun bir zaman ayıran, toplantıya son derece hazırlıklı gelen, her söyleneni büyük bir dikkatle dinleyen Bakan Bozdağ'a şunu sormuştum:
"Sayın Bakan, bazı gazetecilerin bomba koymaktan, banka soymaktan yıllardır hapiste olduğunu savunurken polis delillerini heyete örnek gösteriyorsunuz. Fakat bu eylemlere karışmadıklarını, polis komplosuna kurban gittiklerini söyleyen gazeteciler var. Sayın Cumhurbaşkanı'nın bile 'paralel yapıdan' şikayet ettiği, yolsuzluk soruşturmalarında polisin elde ettiği delillere 'montaj' dendiği bir ortamda bu tür bir söylem çifte standart değil mi?"
Bakan Bozdağ, hapisteki o gazetecilere Anayasa Mahkemesi'ne başvurmalarını salık verdi... ki belki de bazıları bunu bir başka çifte standart diye yorumlayabilir.
Kuşkusuz basın özgürlüğünün geleceği açısından bize büyük umut veren bir Ankara ziyareti olmuyordu, ama yine de en azından o ana kadar konuştuğumuz yetkililerin ifade özgürlüğü konusunda diyaloğa açık olduğunu görmek heyeti memnun etmişti.
Ta ki Çankaya'ya çıkma vakti gelene kadar...
Ziyaretten kısa süre önce CPJ İcra Direktörü Joel Simon, "Cumhurbaşkanlığı ofisinin bazı şartlar getirdiğini" heyetteki IPI üyelerine bildirdi. Katılımcı sayısı sınırlanacaktı ve Cumhurbaşkanlığı "daha önceki temsil durumlarına bakarak tüm heyet üyelerinin uluslararası delegeler arasından seçilmesi yönünde güçlü bir arzu" dile getirmişti.
Bu, "Heyetteki Türkiyeli gazeteciler olan Emre Kızılkaya ve Burcu Karakaş Çankaya'ya gelmesin" demekti. Biz de gitmedik.
Bence daha ilginci, Çankaya'dan hemen sonra, Başbakanlık'taki toplantıda yaşandı. Bu kez bir yetkili bizzat bana, Başbakan Davutoğlu'nun, sadece Cumhurbaşkanı'na giden katılımcıları kabul edeceğini söyledi.
Bu bana bugünkü devlet işleyişi konusunda epey sembolik bir karar gibi geldi. Toplantıdan birkaç saat önce yetkiliye şu mesajı attım:
"Heyetin Türk gazeteci üyelerinin, Türkiye'de basın özgürlüğüne dair en üst düzey iki toplantıya giremeyecek olması Ankara'dan bize ironik bir hatıra olarak kalacak."
Sonuçta, CPJ ve IPI, Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile görüşmelere farklı yabancı gazetecilerle katılmalarına rağmen, hiçbir Türk üye iki toplantıya da giremedi.
Heyet üyelerinden biri daha sonra bana şöyle dedi: "Böylece hükümetinizin ülkenizdeki basın özgürlüğünden ziyade, kendi uluslararası imajına önem verdiğini görmüş olduk."
Bense, heyeti Başbakanlık merkez binaya bırakıp, televizyon kameralarının önünden geçerek Güvenpark'a doğru yürürken bir gece önceki meclis resepsiyonunda yaşanan trajikomik olayı düşünüyordum.
Bir meclis aşçısı balkabaklarından insan yüzünü andıran heykeller yapıp masaları süslemiş, ama bunlardan bir tanesini bazıları bir devlet büyüğümüze benzetmiş, fotoğraf sosyal medyada esprilere konu olmuştu.
Muhabir bir arkadaş bu olayı haber yapmaktan çekindiğini söylüyordu. İnsanlar sırayı girip fotoğraf çektirmeye başlayınca balkabağını apar topar kaldıran aşçı ise kovulma korkusuyla önce kimseye konuşmak istememiş, ardından canhıraş kendisini savunmuş, kötü bir niyeti olmadığını vurgulamıştı.
İnsanların mahkemelik olmaktan, işten atılmaktan, dayak yemekten korkmasını anlayışla karşılıyorum.
Anlayamadığım şey; olgulardan, gerçeklerden, sorulardan, eleştiriden korkanlar...
Ama korku ikliminin her tarafa sindiğini söyleyip Ankara'yı tukaka ederek İstanbul ukalalılığı yapmayacağım.
Ankara'da özgürlük ve demokrasi havasının solunduğu o binayı gelecek yazıda anlatırım. (EK/HK)