Ankara Mamak Cezaevindeki anıların farklı bir anlatımla sunulduğu “Mamak Tatlısı” kitabı adını, cezaevinde mahkumların görüş günü yaptıkları tatlıdan alıyor. Görüş günleri mahkumlar için özeldir, çünkü o gün eğitim, dayak olmaz. Mahkumları, görüşe gelecek yakınlarını beklemenin telaşı alır. Bu telaş arasında elde olan malzemelerle yapılan tatlıdır Mamak Tatlısı. Mahkumlar etimekle yaptıkları tatlıyı beklemeye bırakıp çıkar görüşe. Uzun bekleyişin içinde üç dakikalık görüş sonrasının ödülüdür tatlıyı tatmak. Her koğuşun tatlısının ayrı olduğunu anlatan Mehmet Öz, tatlının asıl tadını beklemekten aldığını söylüyor:
“Mamak Tatlısı yazıldıktan sonra iki yıl bekledi, oysa yazım süresi çok kısa süren bir çalışmaydı. Hemen hemen hiçbir değişiklik yapılmadı bu iki yıl içerisinde, kim yazıyordu diye ben de izledim aslında bu süreçte. Yazan aldı götürdü ve geçişlerde de bu kendini daha belirgin biçimde gösterdi. Yani ben bir yerden sonra yazarın takipçisi oldum. Bazı şeyler vardı ki gerçekten zamanın gücüne bırakılmalıydı, hep şunu düşünmüşümdür; yıllar sonra bile sizinle yaşamaya değerse bazı şeyler öyleyse yazmaya da değerdir. Bu kitap neden yıllar sonra yazıldı derseniz, tadını ancak alabildi.”
Asla kin duymamak ve unutmamak… ve Mamak
Mamak’ta yaşadıklarını ağzında kalan bir parça tatla anlatan yazar, geçmişe dönüp bakıldığında kin duymadığını ve unutmadığını söylüyor. İnsanların, inanıp, savaşıp yenilmiş olmalarının pişmanlıkları olmadığını dile getiren Öz, kitaptaki karakterlerin birer kahraman olmadığını sadece güzel günlere inanan insanlar olduklarını anlatıyor.
“Bugüne kadar Mamak üzerine birçok şey anlatıldı belki, ama kötüyü anlatmak zordur, anlattığınız zaman dinletmek de zordur. O halde olabildiğince tatlı anlatılmalıydı, kötülüğün karşısındaki hikayelerin içine girilmeliydi. Ben Mamak Tatlısı’nı hala yaparım, dostlarımla, oğlumla paylaşırım. Bu unutmama çabasıdır, unutmama çabasının paylaşımıdır.”
Zeytin ağacının hikayesi
Kitaptaki karakterler ve hikayeleri anlamlı metaforlarla sunulurken, zeytin ağacına takılıyor gözünüz. Öz, henüz kitabı yazmadan zeytin ağacını anlatırken arkadaşına, tanıdık çıkıyor arkadaşı zeytin ağaçlarına ve babaannesinin, kulağında çınlayan sesiyle tanışıklığını anlatıyor yazara. “Bizim oralarda çoktur zeytin ağaçları, ağacın dalları kırılıp yere düştüğünde, babaannem o kırılan dalları tek tek toplatırdı bize; ‘Kırılan dallar yerde kalırsa ağaç küser meyve vermez sonra’ diyerek.” Yazar, ağacın kırılan dallarını insanlara benzetiyor.
“Zeytin ağacı kendiliğinden yetişir ve bin yıl yaşar. Kimseciklere yük olmaz, havadan, sudan, nemden beslenir dağların yamaçlarında. Ama meyvesini verirken dövülür, dalları kırılır, oysa barışı temsil eder onun dalları. Zeytin ağcının dalları gibi kırılıyor insanlar. Oysa barış, bir arada yaşayabilmenin meyvesi değil midir?”
“Anadilinde susmak yarım bırakırdı çocukları”
Barışı temsil eden zeytin ağacının dalları gibi, kırılan insan hikayelerinin iç içe geçişlerinde buluyoruz kendimizi “Mamak Tatlısı”nın sayfalarını çevirirken. Atılan yumrukların, tekmelerin arasında “Emret Komutanım” demesi gerektiğini öğrenen mahkumun ezberinin anlamsızlığında susuyoruz.
Annesinin Türkçe bilmediği için görüşüne gelmesini istemediği mahkumun, özleminde küfrediyoruz ana dilimizle. Mahkumların arasında dolaşırken bir anda Mamak Cezaevi’nden çıkıp İstanbul’un bir semtinde buluyoruz kendimizi. Ankara sokaklarında yürüyoruz en çok, anlatıcının çocukluğu, gençliği ve tutsaklığının kenti Ankara.
“ sevdim seni
doğduğum, doyduğum, yaşadığım kentsin sen
kaldırımlarında babaharman’da öldüğünde babam
on ikisindeydim, gömemedim küçücüktü yüreğim
ellerim kadar…
öncesi sokaklarında saklambaç oynadım seninle
sonrası saklankaç…
on sekizinde götürülürken senden
ellerim ellerinde
girişi yasakları taşıdım kimliğimde…
özledim
ölene dek değil
sende ölemeyecek kadar çok sevdim
sana ağlamadım seni ağladım ANKARA…” (ASA/EKN)
* Mamak Tatlısı, Mehmet Öz, Bilim ve Sanat Yayınevi, İstanbul, Kasım 2013, 133 sayfa.