Fotoğraf: TTB
Aşı güvenli mi etkili mi, geldi gelmedi, ben olurum ben olmam derken aşılama nasıl yapılacak, nerede, kim yapacak da sıraya girdi, daha fazla konuşulur oldu. Sağlık Bakanlığı’nın genelgesinden aile sağlığı merkezleri, kamu, özel, üniversite (vakıf dahil) hastanelerinde oluşturulacak Covid-19 aşı uygulama birimlerince yapılacağı anlaşılıyor.
Pandeminin ölçeği ve aşılamanın olabilen en hızlı şekilde hayata geçirilmesinin önemiyle birlikte konu ister istemez en yaygın, ulaşılabilir, organize sağlık hizmet birimleri, birinci basamak örgütlenmesi/tartışmasını gündeme taşıyor. Doğrusu tartışma daha önce başlamıştı. AKP’nin çarpık sağlık hizmeti anlayışı, propagandasıyla salgınla mücadele şehir hastaneleri ve çok başarılı tedavilerimizle “yapılıyordu”. Bir salgına ancak sahada müdahale edilerek sonuç alınabileceği gerçeği tartışmayı birinci basamağın önemine taşımıştı, şimdi aşılamayla tazelendi.
224’ün 60. yılı
Ülkemizdeki 175 bin hekime “224” desek, 2000 sonrası tıp fakültesi girişlilerin önemli bir kısmı boş boş bakabilir. 2000’li yıllardan önce mezun olanların büyük çoğunluğunun ise aklına ilk olarak sosyalleştirme/”sosyalizasyon” yasası ya da tam adıyla "Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun" gelir.
5 Ocak 1961’de kabul edilen 12 Ocak 1961’de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 224 sayılı Kanun artık tarih oldu. Kanun tarih olsa da vatandaşın ağzından hala “Sağlık ocağına gidiyorum” cümlesi silinmiş değil, insanlar aile sağlığı merkezini (ASM) sağlık ocağı olarak adlandırabiliyorlar ama... Ama değil. İşin aslı sağlık ocağını, sosyalleştirmeyi var etmek -yasa kağıt üzerinde geçerliyken- de bir mücadele gerektiriyordu. Sağlık ocağı toplum sağlığını önceleyen, ne kadarsa o kadar olan “sosyal devletin” imkanlarını yoksullardan yana, eşitsizlikleri azaltıcı kullanmasını isteyen, sağlık alanında birinci basamağa bu motivasyonla “rol” yükleyen sağlıkçıların heyecan ve iddia ile sarıldıkları bir imgeydi.
224’ün temel özellikleri
Kanunun çıkışının 60. yılında 224’ün ana özelliklerini çok kısaca hatırlatalım:
Sosyal devlet anlayışının, kapitalizmin bir döneminin ürünüydü.
Sağlık ocağındaki her türlü sağlık hizmetinin ücretsiz sunulmasını hedeflemişti.
Tam gün çalışma (madde 3), basamaklı hizmet ve sevk sistemi (madde 13), entegre ve nüfusa orantılı hizmet (madde 2), ekip hizmeti (madde 10), sürekli eğitim (madde 12), alt yapı temini (madde 17), planlama ve değerlendirme üst kurulu (madde 22), toplum katılımı (madde 23) ve sektörler arası işbirliğini bir arada kurgulayan bir tasarıma sahipti.
Mevcut sistem: Aile hekimliği
Bilindiği gibi Türkiye’nin birinci basamak örgütlenmesi 2005’de Düzce’de pilot olarak başlayıp 5 yılda bütün ülkeye yayılan 2010’lu yıllardan bu yana aile hekimliği sistemi. Uzun uzun değerlendirme yapmayı gerektirmeyecek açıklıkta bir tespiti (Türkiye Sağlık Sektörüne Genel Bakış; TOBB, Aralık 2017) aktarmak durumu tanımlamak için yeterli: “Sağlık Bakanlığı aile hekimliği sistemini 2005 yılından bu yana güçlendirmeye devam etmiştir… Orta vadede sevk mekanizması gibi büyük yapısal değişikliklerin yapılamayacak olması talebin ikinci/üçüncü basamak sağlık hizmet sağlayıcılarından birinci basamağa kaymasını engelleyecektir.”
Yukarıdaki saptama birinci basamağı tedavi edici hizmetlerle değerlendiren eksiklikle malul; o haliyle bile sistemin başarısızlığını aktarıyor. Bütüncül bir kavrayışla entegre bir sağlık hizmeti örgütlenmesi açısından ise çıtayı geçmesi olanaksız. Dolayısıyla Türkiye önümüzdeki yıllarda yaşanabilecek olası salgınlara hazırlık açısından birinci basamağın önemini kavramak zorunda.
Yeniden 224 mümkün mü?
Sosyal devlet yeniden ne kadar mümkünse 224 de o kadar mümkün!
Yasanın mimarı olarak bilinen Nusret Fişek’in yasanın hazırlanması süreci için belirttiği “ … aklımda olan hizmetten en yoksun olan kırsal bölge”* alıntısıyla hemen tamamen tarım ve ev ekonomilerini hedeflediği, oysa bugün nüfusun -1960’ların tam tersi- çoğunluğunun kentlerde yaşamasıyla çeliştiğine dikkat çekerek, yıllar boyu yapılan bir tartışmayı -yeniden- başlatabiliriz. Koruyucu sağlık hizmeti anlayışının ana çocuk sağlığı ve çevre sağlığına odaklandığını, sağlıksızlığın kaynağı olan üretim ilişkilerini “görmediğini” ekleyebiliriz. “Eşit, parasız, devlet eliyle hizmet” ifadeleriyle tanımladığı hizmetin eşitlik terazisinin parası olana özel sektör seçeneğini de sunmasıyla sakatlandığını, “burjuva anlamda” bir eşitlikle sınırlandığını söyleyebiliriz.**
Eleştirilerin değiştiremeyeceği çok önemli bir gerçek yoksul köylü ve kent yoksullarının sosyalleştirme uygulamalarından büyük ölçüde yararlandıklarıdır. 224’ten öğrenilecekler ve ileriye taşınacaklar olduğu da bilinen bir diğer gerçek. Örgütlenme ilkelerinin yanı sıra 224’ü iddia ile sahiplenen bir sağlıkçı kuvveti yaratmış olması en başa kaydedilmeli. Bugün Türkiye’de Dünya Bankası’nın, sermayenin, AKP’nin 15 yılı bulan bütün propagandif çabalarına rağmen Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı sahiplenen kritik büyüklükte kütleye ulaşan bir sağlıkçı kuvveti yaratılama6dı. Son 5 yılın şehir hastaneleri propagandasına daralan dönüşüm süreci ise inandırıcılık taşımıyor.
Yeninin tasarımı ve sahibi
Salgının içinde yaşadığımızın yetersizliğini sergilemesi ve farklı arayışlara yönelmeyi uyarması nedeniyle bir pencere dönemi olarak düşünebiliriz. Ne var ki nesnel yaklaşımın yitirilmesi, bilimin ve bilimsel yöntemin yol göstericiliğinin terk edilmesi, “doğrulama yanlılığı” ile herkesin kendisini haklı bulduğu bir patinaj sürüyor.
Bu patinajı sağlıkta kırmaya en fazla şansı olan tartışma halkası birinci basamak olabilir. Sağlık sisteminin salgınlara yanıtını (salgını sınırlayıcı, durdurucu, geriletici ve nihayetinde sonlandırıcı), müdahaleyi yapacak yer sahadaki çabalar, birinci basamak sağlık örgütlenmesidir. Türkiye 5 maskeyi dağıtamayan organizasyon beceriksizliği, grip aşısından pnömokok aşısına, aile sağlık hekiminden eczaneye, eczaneden aile sağlığı hekimine yönlendiren kararsızlıklarıyla zihin açıklığına, bir sisteme ve yanı sıra yetkin, deneyimli, liyakat sahibi yöneticilere sahip olmadığını belgeledi.
İhtiyaç bir “icat” gerektirmese de yeninin zorlayıcısı bir siyasal-toplumsal-sınıfsal dinamik, bunun sağlıkçıları da kapsayacağı bir hava, bu havayla sahiplenen bir sağlıkçı kuvveti “aranıyor”. Sağlık hizmetinin toplumcu bir kavrayışla sahiplenen bir sağlıkçı kuvvetiyle buluşması tarihin özel anlarının ürünü, toplumsal dönüşümlerin eseridir. Dolayısıyla bugün içinde bulunduğumuz ruh emici atmosferin toplumcu ve devrimci bir dönüşüme uğramasıyla koşut bir iklim değişikliği mümkün olabilir. Pandemi gibi büyük ölçekli olaylar bu değişikliklerin tetikçisi olabilecek sarsıntılardır. Belli bir program dahilinde tartışmaları kamuoyuna mal etmek ihmal edilmeyecek bir sorumluluktur.
(NÖ)
*Söyleşilerle Sosyalleştirme Yasasının Öyküsü, Zafer Kars; TTB yayını.
**Türkiye’de Sosyalleştirme’nin 50 Yılı; İlker Belek’ten aktaran Akif Akalın; TTB yayını.