Uzatılmış bayram tatili, İKSV’nin “Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” temalı 14. Bienal’ini tümüyle olmasa bile, gezmeme fırsat yarattı.
Carolyn Christov-Bakargiev, bienal temasına ilişkin –özetle-: “(…) tuzlu su ve düğümlerle dalgaların çelişen imge-biçimlerinin etrafında dönüyor. Çizginin nereye çekileceğini, nerede geri çekileceğini, nerede yaklaşıp nerede uzaklaşacağını araştırıyor. Bunu, açık denizlerde, düz yüzeyler üzerinde parmak uçlarımızla yaptığı gibi, sualtının derinliklerinde, kat kat şifrelemeler açılmadan önce de yapıyor. Kentin geneline yayılan sergi, dünyayı şiirsel ve politik olarak şekillendiren ve dönüştüren, görünür ve görünmez farklı dalga örüntülerini ve frekanslarını, su akıntılarını ve yoğunluklarını ele alıyor. Sanatla birlikte ve sanat aracılığıyla yas tutuyor, hatırlıyor, kınıyor, iyileşmeye çalışıyor ve kendimizi bu mekânda yaşamış birçok topluluğun neşe ve canlılık olasılıklarına adıyor, formdan yeşeren yaşama sıçrıyoruz”, diyor.
7 bölgedeki 36 mekânda yüzlerce iş
Boğaz’ın Kuzeyi’nde 2, Şişli’de 2, Beyoğlu’nda 21, Boğaz’da 1, Balat-Tarihi Yarımada’da 1, Kadıköy ‘de 1, Adalar’da 8 olmak üzere toplam 7 ayrı bölgede ve toplam 36 mekâna yayılan Bienal; ziyaretçilerini mekânlar arasında gezdirerek kenti içselleştirmesini (mi?) sağlıyor. Hatta Bienal haritasında bu durum “Mekânlar arasında, özellikle de vapurlarla yapılacak seyahatlerle, ziyaretçilerin sanatı deneyimleme süreleri yavaşlayacak. Bu da çok sağlıklı, çünkü tuzlu su solunum problemleriyle pek çok başka hastalığın iyileşmesine yardımcı olduğu gibi sinirleri de yatıştırıyor”, diye açıklanıyor.
Bildik-alışıldık sergi-bienal mekânlarına yenileri eklenmişbu kez. Rumeli Feneri, Riva Kumsalı, Hrant Dink Vakfı ve Agos, ARTER, Flo Binası, Özel İtalyan Lisesi, Dükkan, Otopark, The House Hotel Galatasaray, Ev, Cezayir, Masumiyet Müzesi, Otopark, Fransız Yetimhanesi, Depo, Pera Müzesi, Casa Garibaldi, Adahan Otel, Adahan Sarnıcı, SALT Galata, Vault Karaköy The House Hotel, Kasa Galeri, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, İstanbul Modern, Balıkçı Teknesi, Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Tuncağ Subaşı-Çağrı Saray Atölyesi, Kaptan paşa Deniz otobüsü, Büyükada Halk Kütüphanesi, Splendid Palas Oteli, Rizzo Palas Oteli, Mizzi Köşkü, Çankaya 57, Troçki Evi, Sivriada…
Bienal: Tuzlu su
Hem karada hem suda bu bienal. Teknede, deniz otobüsünde, otel odasında, okul bahçesinde, evlerde, otoparklarda, restoranda, elbette müze ve sergi alanlarındaki 200 kadar sanatçının katılımıyla çokça iş sergileniyor.
Ben ARTER, SALT Galata, İstanbul Modern, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, Özel İtalyan Lisesi, The House Hotel Galatasaray, Cezayir, Depo, Vault Karaköy The House Hotel, Kasa Galeri’yi gezip çokça çalışma gördüm. Bayramın ilk günü tüm mekânlar kapalı olması, diğer bayram günlerinde İstanbul Modern, Pera, ARTER ve Masumiyet Müzesi dışında diğer 32 mekanın kapalı olması nedeniyle bienali eksik gezmekten mutsuz oldum ama yapılacak bir şey yoktu.
İlk mekân ARTER
Bienal’de ilk İstiklal Caddesi’ndeki ARTER oldu. Binanın 3 katında 3 iş sergileniyordu. Thale Elisabeth Sorli- Anne B. B. Langleite tarafından düzenlenen ‘soyut matematikçi’ “Fredrik Carl Stormer’in özel malzemeleri” adlı çalışma fotoğraflar, fotoğraf makineleri, fotoğraf albümü, kişisel çalışma kağıtları, duvar yazısı, video ve kitaplardan oluşuyordu ve binanın 3 katına da yayılmıştı.
Fotoğrafa heves sarmış bu matematikçiye ilişkin çalışma bence ilginçti. “Kendini çizgiye adamış” sanatçı Christine Taylo Patten’in “mikro/makro: 1001 çizim” başlıklı çalışması karga tüyü kalem ve siyah mürekkeple üretilmiş 2000 adet 2.5x2.5 cm.lik çizimler dizisi ile 200x700 cm.lik bir çizimden oluşuyordu. Her çizimin bir önceki çizimde yer alan bir olaydan yola çıktığını okusam da, yakın gözlüğüm yanımda olmadığı için ben bu farkı algılayamadım ama 2001. eser etkileyiciydi. Bracha L. Ettinger’in ismi bile değişik “Ve Kalbim, İçimdeki Yara Yeri” adlı işindeki çalışma defterleri görülesi, bence.
İkinci mekân İstanbul Modern
Bienal mekânlarını gezme esnasında en uzun süre İstanbul Modern’e vakit ayırdım, mecburi. 55 sanatçının her birinin birden fazla işi vardı. Mekân büyüktü. Çok kalabalıktı. Her bir eseri görsem de bazılarını inceleme olanağı bulamadım.
Paris’te yaşamını sürdüren Sarkis’in “68 Mayısının ardından Tutumlar Forma Dönüşünce(1969) Sergisi için “2 Su Tankı” adlı işi, içi su dolu iki plastik küvetten oluşuyordu. Kabın birinde protestocu gençlerin bir fotoğrafının negatifi, diğerinde polislerin fotoğrafının negatifi vardı ve suyun içinde sanki banyo ediliyormuş gibi, duruyordu. Görevli bu negatifleri sudan çıkarıp gösteriyordu, izleyiciye.
Kiev’li Nikita Kadan “Sığınak” adlı iki katlı yerleştirmesinde kauçuk, doldurulmuş hayvanlar, kereviz fideleri, toprak kullanmış. Kadan, Doğu Ukrayna’da bir müzedeki resimden esinlenerek yapmış bu işi. Üst katta barınaklardan esinle yıkıntı halinde araba lastiği, doldurulmuş hayvanlar yer almakta, alt katta sığınaklardaki gibi toprak doldurulmuş ranzalar yer almakta ve bu topraklarda kereviz fideleri büyümekte.
Meirilies’in “Sahtekar Politikacıları Atmak İçin Proje Deliği” adlı yağlıboya çalışması, sergiyi gezenlerin birbiriyle iletişim kurmasına neden oluyordu. Brezilyanın kent mekânına ve mimarisine egemen olan güçlerin iktidar iddiasını resmetmiş sanatçı. Tablo iki kanatlı. Çalışmaya ilişkin olarak “ sanatın sürreal bir dobralıkla politik olarak eyleyebilma potansiyeliğini övdüğü, iktidarın iddiaklarını dayandırdığı kabuğun aslında incecik olduğunu ortaya çıkararak politik yozlaşmaya son verebilir mi? Kırmızı bir boya damlası bu deliğin girişi olabilir mi? Bilemeyeceğim.
Kocaman bir giysi yığınına yüzünü dönmüş porselen(?) çıplak kadın yerleştirmesi değişikti. Kanadalı sanatçı Ibghy ile Corner’in “2013’ten itibaren” adlı ahşap, asetat sicim, metal, tel, örgü kullandığı “peygamberler” adlı çalışmalarının yeni versiyonu olan bu yerleştirmede sanatçıların 500’e yakın eseri var. Mekândaki izleyicilerin en çok dikkatini çeken çalışmanın bu koleksiyon emek, tüketim, vergiler, tasarruf, yatırım ve kredi gibi veriler grafikleştirilmiş. Çok ince işçilik isteyen bu heykelcikleri yapmanın çok güç olduğu kesin.
İstanbul Modern’deki işlerin tümünü yazıyı daha fazla uzatmamak adına anlatmam na mümkün. Ayrıca modern sanatla ilişkisi sınırlı ama iyi niyetli bir bienal seyircisi olarak tümünü tam anlamıyla kavradığımı da söyleyemem. Çok mekânda gerçekleşen bienali gezmek için zamanınız yoksa hiç değilse burayı gezmenizi, ardından da terasta bir Türk kahvesi içmenizi hasseten öneririm.
Üçüncü mekân Galata Özel Rum İlköğretim Okulu
En sevdiğim bienal mekanı burası, hele tavan arasına ve terasına bayılıyorum. 1. katın tümünün değerlendirildiği Anna Boghiguian’ın yerleştirmesi bienal ana temasıyla doğrudan ilgili, çok detaylı ve çok iyi bir çalışma. Başta dünya suyla kaplıydı, insan ya da hayvan yaşamı suyla kaplı olarak başlar, bir embriyo tuzlu suda yaşar. Deyiş, insanların tuzu ol der. Tuz ve kum zamanı ölçer ve zaman eylemlerde kendini tekrar eder“, diyen sanatçı “Gemi kaptanının sözleri” ne de yer vermiş. Yerleştirme 2. kat balkonundan bakıldığında da çok etkileyici.
Emre Hüner’in çalışması anlatılası değil görülesi. Yerleştirme çok etkileyici. Rupali Patil’in “Birilerinin Vizyonu, Kalanların İnancı Var” yerleştirmesi okul sıralarının üstünde pleksiglasların altındaki suluboya-guaj kullanılan resimler. Her bir sıra ayrı bir çerçeve olmuş sergileme için ve çok keyifli.
“Eti Sizin, Kemiği Bizim” projesi Irak asıllı Amerikalı sanatçı Michael Rakowitz’e ait. Kıymet Daştan’ın koordinatörlüğünü yaptığı proje çok parçalı bir iş. Alçı kalıpları, Sivriada’da bulunmuş köpek iskeletleri, Anadolu’da terk edilmiş Ermeni çiftliklerinde bulunmuş hayvan kemikleri, Şikago’da yıkılmış bir binadan parçalar, kabartma çizimler, fotoğraflar ve mektupların yerleştirildiği projenin, İstanbul’un Ermeni geçmişiyle güçlü bağlantısı var.
İstanbul’un art nouveau binaları, Ermeni nüfusun azaldığı bir dönemde inşa edilmiş. Bu binaların ön cephesindeki alçı kalıplarını ve duvar süslemelerini Ermeni zanaatkâr Garabet Cezayirliyan’ın yapmış. Sanatçı Rakowitz, Garabet Ustadan ve onun hikâyesinden almış bu işinin ilhamını. İki oda dolusu alçı işini görebildiğimiz bu çalışma çok yönlü bence. Ve en önemlisi de galiba bizlere unutturulmaya çalışılan Ermeni yurttaşlar yönü.
Ses kompozisyonu olan “IO-OX: İki Dünya Sistemi Hakkında Bir Diyalog” adlı işi enteresandı. Anlatması en azından benim için güç olan bu işte yerleştirmede Agop’un zillerine bagetle vurup, titreşimi hissetmek çok keyifliydi.
Dördüncü mekân Depo
Öncelikle ilk kez gördüğüm bu mekânı çok sevdiğimi, sergilenen işlerden de çok keyif aldığımı söylemeliyim. Mesela M. Zolamian’ın “Biz Her Yerde” çalışması. Sanatçı yağlı boya ile yaptığı 13 adet resimde bir çekirdek aileyi resmetmiş. Sanki aile hep aynı, giysilerinin de sadece renkleri değişik ve mekânlar farklı bu resimlerde. Ama yüzlerindeki ifade aynı olsa bile aynı değil aslında ve sanki hüzün var hepsinin yüzünde.
Bienali gezme sürecimde adını hatırla(ma)dığım videolar izledim ama beni en çok etkileyen iki video Depo’da oldu. Biri Achot Achot’un “Afactum” adlı 4 dakikalık video projeksiyonu. Rengahenk ve nakışlı elbiseli ve diz çökmüş birinin (bence ayak tabanlarına yüksek bir yerden çok yavaş bal dökülüyor, ardından da çiçek yaprakları. Açıklamada bu görüntünün Hindui ritüellerini ya da İsa’nın ayaklarının mesh edilmesini anımsattığı yer alıyor. Etkileyici ve izlenesi.
Hüzün veren oda
Silvina Der-Meguerditchian sanatçıları 1915’e dair ya da değil, kendi korkularına, travmalarına , içlerindeki iblislere ilişkin ortak cümle kurmaya davet etmiş. Çok sevdiğimi söylediğim videoların ikincisi de bu kapsamda üretilenlerden. “İsimsiz” ve K. Matsukyan’ın, 2000 tarihli ve 4.40 dakikalık çalışması, bu. Demir perdenin yıkılışından 10 yıl sonra Ermenistan’da yaşanan büyük değişiklikler sonrası çekilen bu videoda orta yaşlarındaki bir kadını oyuncak bir bebekle oynarken görüyoruz. Ama bu bebek değil yaşlı bir kadın. Hüzünlü, yaşadığı acı olaylar yüzünün çizgilerine işlemiş, yorgun, öfkeli, kızgın ve kırgın yaşlı bir kadın. İzlenesi… Bir başka video yerleştirmesinden de söz etmeliyim “hüzün odası” kapsamında. Yanlarında çalıştıkları Ermeni ustalardan öğrendikleriyle ustalaşan ve o işleri sürdüren dört zanaatkârın ustalarını anlattığı senkronize dört videolu yerleştirmede iç burkucuydu.
Kapıya, sokağa, cana, evlada, şehre, ülkeye gelmek/gitmek
Ani Setyan’ın 2015 tarihli yerleştirmesi “Geldim” en sevdiğim yerleştirme oldu. Sadece bir baston, ses ve ışıklardan oluşuyordu. Çok etkileyiciydi, açıklama metnini sesle birlikte okumak da etkiyi arttırıyordu.
“Tak, tak, tak, üç tak sesi;
sol ayak, sağ ayak, baston-gelmek,
sol ayak, sağ ayak, baston-yürümek,
sol ayak, sağ ayak, baston-yola çıkmak,
sol ayak, sağ ayak, baston-tırmanmak,
sol ayak, sağ ayak, baston-gitmek,
yürümek…
ayak sürüyerek yürümek,
gitmek-gelmek, sol ayak, sağ ayak, baston…
tak tak tak-yitip gitmek…
GELDİM
3 tak sesi… Yürürken bir çift ayağın çıkaracağı sese eşlik eden bir üçüncü ses,
bu ses yürürken zorlanan bir bedene eşlik eder, bir yerden bir yere
varmasına yardım eder…
etrafta yankılanan ses; sağ ayak, sol ayak ve ona eşlik eden bastonun sesidir.
Bulunduğu yerden kalkmak, bir yerden başka bir yere doğru yola çıkmak,
hedeflediği yere varmaya çalışmak, yürümek, tak tak sesleri…
sağ ayak, sol ayak ve baston. Varışş!
Yola çıkıldıktan sonra zorlu da olsa gerçekleşmesi umut edilen şey…
kapıya, sokağa, cana, evlada, şehre, ülkeye…
Gelmeye… Gitmeye… Bir bilinmeye…”
Beşinci mekân Cezayir
Beyoğlu güzelliklerinden olan Cezayir’in toplantı salonunda; Diyarbakır yöresindeki kadınların bir araya gelerek oluşturduğu Alternatif Üretim Ve İstihdam Derneği’nce geliştirilen İNLAND projesi yerleştirmesi vardı.
Bienal görevlisi Zinnet Ö. Bahçetepe’nin projeye ilişkin anlattıklarını kaydettiğim ses dosyasını sehven sildiğim için üzgünüm. Çok değerliydi verdiği bilgiler. Ana konusu “toprak, tarım ve sanat kavramlarının kırsaldaki görüntüsü” demişti Zinnet. “Kırsal diye bahsettiğimiz alanlar, boşaltılmış köyler ve tarım topraklarının yanı sıra mevsimlik işçi olarak kente göç etmek zorunda kalan insanların yaşamaya çalıştığı alanlar”, diye devam etmişti Zinnet. “Kadınlar 'patronsuz' bir şekilde üreterek yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor”, demişti. Yerleştirmede yer alan ürünler satılıyor; fiyatlandırmayı alacak olan kişi belirleyip o miktarda bağış yapıyor projeye.
Altıncı mekân Özel İtalyan Lisesi
Bienalin ana mekânlarından biri olan bu okulda; tavan arası, normal üç katı, giriş ve bodrum katına yerleştirilmişti eserler. Bodrum kattaki İz Öztat ve Fatma Belkıs’ın “Suyu Kim Taşır” adlı geniş kapsamlı yerleştirilmesi; bitkilerle renklendirilmiş ve tahta baskılı tülbentler, fındık değnekleri, teksir makinası, mumlu kağıt, daktilo, ‘suyu kim taşır’ metni, kağıt üzerine suluboya, işlenmiş fındık değnekleriyle örülmüş sepet, keçiboynuzlarından oluşuyordu. Çevreci sanatçılar elektrik enerjisi gerektirmeksizin sırf elle yapılan işlemleri tercih etmişler çalışmalarında… Bahçede ağaçlara asılan tülbentlerin Loç vadisinde direnen kadınların simgeleşmiş tülbentlerine nazire olduğunu okuyoruz açıklamadan.
Teksir makinası, mumlu kağıt, daktilo, ‘suyu kim taşır’ metni değişik bir işti. Dahası genç nesillerin inanması güç bir çoğaltım –baskı- tekniği olan bu çalışma için oluşturulan metin de ilginçti. Evet, “kaynaklar sınırlı sayıda çoğaltmamıza imkân vermekte” diyen sanatçılar ana metinde “Kuruyan derelerden çıkardıkları kumlarla/ Şehirler inşa ediyorlar/ Kaybolan dere yataklarının hayaleti/ Şehirli vatandaşlara musallat oluyor/ Kendime kırmızı bir göze yapıyorum./ Suya yatırdığım kabuslardan/ Felaketleri ayıklıyorum”, diyor.
Irena Hainduk, Cheng Ran, Esra Ersen’in çalışmaları da görülesi, izlenesi.
Diğer mekânlar
Tarihi bir bina olan The House Hotel Galatasaray’da iki odaya yerleştirilen iş için bienal görevlisi Sefa Tokgöz’le yaptığım ses kaydını da sehven sildim. Anlatılması güç ama görülesi bir yerleştirme var o güzelim binada. Vault Karaköy The House Hotel’de bienal sayesinde gördüğüm binalardan biri oldu. Biri piyanist ve biri balerin olmak üzere iki kukladan oluşan bu yerleştirme 4 dakika sürüyor ve sadece 3 kişi izleyebiliyor. Bir daha izlemek isterdim ama bekleyenler vardı. Kasa Galeri’deki yerleştirme iç içe üç odada üzerine İznik motifleri oyulmuş kutulardan/kasalardan oluşuyordu. Işıklandırma, mekâna yayılan ahşap ve oluklu mukavva kokusu sarmıştı içeriyi.
14. Bienal teşekkürler
Salı ve Çarşamba günü gezebildim bienali. Bayramın ilk günü tüm bienal mekânlar kapalıydı; diğer bayram günlerinde de İstanbul Modern, Pera, ARTER ve Masumiyet Müzesi dışındakiler kapalıydı. Bienali eksik gezmek, hiç gezmemiş olmaktan daha az üzdü beni.
Bienale her düzeyde emeği geçen kişi ve kuruluşlara, destek veren tüm kişi ve kuruluşlara teşekkürler; iki gün süreyle bana yaşattığınız güzellikler için. Ellerinize ve yüreğinize sağlık. (ŞD/ÇT)
*Şadiye Dönümcü. sosyal hizmet uzmanı.
** İş bu yazı “Asla bir şeyi anladığını varsayma, anlamış gibi yapma. Çünkü senin de aynı bizim gibi bir şey anlamadığını biliyoruz”, diyen Magdy’e kulak asmadığımın kanıtı. Bienal işlerini –birazcık- anladığını varsayan ya da anlamış gibi yapan birinin bir de bunu –tüm iyi niyetiyle- yazıya dökmeye kalkışması diyelim bu yazı içi