Görsel: csgorselarsiv.org/Derya Kap
Haberin İngilizcesi için tıklayın
Türkiye, Polonya, Yunanistan, İtalya, Bulgaristan ve Romanya’dan kadın ve LGBTİ+ aktivistlerini bir araya getiren “Ulus Ötesi Yaşamsal Özerk Mücadeleler” (Essential Autonomous Struggles Transnational E.A.S.T.) 11 Nisan tarihinde Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı üzerine kamuya açık bir toplantıda bir araya geldi.
Kadınların ve LGBTİ+ bireylerin özgürlüğü mücadelemizi ulus ötesi düzeyde örgütlemek için yapılan bu toplantı sonucunda bir açıklama yayınlandı.
"Hepimize karşı doğrudan saldırı"
Kadın Savunması’ndan Çiğdem Çidamlı’nın Türkçeye çevirdiği açıklama metni:
Erdoğan’ın bir gece yarısı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi tüm kadınlara gönderilmiş net bir mesajdır: kadınlara karşı erkek şiddeti ailenin ve aile düzeninin ana ilkesi olarak kabul edilmelidir.
EAST, Türkiye’de mücadele eden kadınlarla birlikte, tüm kadınları, temel işkollarındaki işçileri, göçmenleri ve LGBTİ+ bireyleri Avrupa’nın dört bir köşesinde ve daha da ötesinde yaşamakta olduğumuz patriyarkal saldırılara karşı hep birlikte ulus ötesi bir tepkiyi örgütlemeye çağırmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin onaylanması, ilkelerinin uygulandığı anlamına gelmediği gibi, anlaşmanın uygulanmaması karşısında herhangi bir yaptırım sunmayan böyle bir belge de patriyarkal şiddete karşı bir çözüm olmayacaktır. Ancak, söz konusu belgenin yıllardır süren ulus ötesi feminist mücadelelerin sonucu olarak ortaya çıktığını ve sözleşmeden geri çekilmenin de hepimize karşı doğrudan bir saldırı olduğunu biliyoruz.
Erdoğan’ın kadınların özgürlüğüne yönelik saldırısı yalıtılmış bir olay değildir. Saldırılar İstanbul Sözleşmesi ile başlamadığı gibi, kadınların bin bir zorlukla kazanılmış haklarına yönelik diğer saldırıları devam ettirmektedir ve kadınların hayatları üzerindeki kritik etkileri de ortaya çıkmaya başlamıştır: tedbir kararlarının alınabilmesi zorlaşmış ve uzaklaştırma kararlarının süresi de kısalmıştır. Patriyarkal şiddet biz konuşurken bile yoğunlaşmaktadır.
Bu saldırı Avrupa çapında ve ötesindeki muhafazakâr siyasal figürlerin ve hükümetlerin kadınlara ve LGBTİ+ bireylere yönelik olarak sürdürdükleri örgütlü bir politikalar ve eylemler setinin tam ortasına denk gelmiştir. Polonya’da, hükümet yakın zaman önce yasal kürtaj olma hakkını daha da kısıtlayan bir yasayı kabul ederken, kadınlar buna ulus ötesi yankılar yaratan olağanüstü bir tepki ile yanıt verdiler. 30 Mart’ta, Polonya Parlamentosu, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye yol açacak alternatif bir sözleşmeyi tasarlamak üzere, “Aileye Evet, toplumsal cinsiyete hayır” adı verilen bir yasayı kabul etti.
Tüm Doğu ve Orta Avrupa’da, Sözleşme 2017 sonundan bu yana saldırıya uğruyor ve Bulgaristan, Slovakya, Macaristan gibi ülkelerde, kadın örgütlerinin ev içi ve toplumsal cinsiyet temelli şiddete karşı yürüttükleri uzun vadeli mücadelelere rağmen, onaylanmamış durumda.
Bütün bunlar Yunanistan, İtalya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve diğer bazı ülkelerde uygulanan ve geleneksel aileyi kadınların özgürlüğünün önüne koyma fikrini hakim kılmak için tasarlanan politikalarla ele ele gidiyor. Birçok yerde, şiddetten kaçan kadınlara yönelik kadın sığınaklarının finansmanı kesiliyor ve artık boşanmak veya kadınların tacize uğradıkları ilişkilerde velayet almak giderek zorlaşıyor. Birçok yerde, ücretsiz ve yasal kürtaj olmak neredeyse imkânsız.
Avrupa çapında ve ötesinde yaşanmakta olan bu koordine saldırı küresel bir pandeminin tam ortasında meydana gelmektedir. Birçok kadın açısından, kapatma ölümcül bir kafesin içinde yaşamak anlamına gelmiştir. Pandemi hükümetler tarafından kadınları “geleneksel” yerlerine: eve, ailenin bakımına geri döndürmek için bir fırsat olarak kullanılmıştır. Bizler, sağlık bakımında, temizlikte, ev içi işlerde, toplumu ayakta tutan en temel işleri yerine getirenler olduğumuzdan bu durum daha da katlanılamaz niteliktedir.
Güvencesizlik pekişti
Kapitalist toplumlar bizim bu sektörlerdeki düşük ücretli emeğimize olduğu kadar, evdeki karşılıksız emeğimize de ihtiyaç duyuyorlar. Bu saldırılar elbette açıkça bizim “doğal” yükümlülüklerimiz sayılan şeylerden kaçma girişimlerimize yönelik saldırılardır. Ayrıca, temel işlerde çalışmayanlarımız da kitlesel biçimde işten çıkartılmış, bu da partnerlerimize olan ekonomik bağımlılığımızı, güvencesizliğimizi ve yalıtılmışlığımızı pekiştirmiştir.
İlerici ve liberal Batı ve geri kalmış ve gayrı medeni Doğu arasındaki sömürgeci kültürel çatışma retoriğini reddediyoruz. Ortak ama farklı ezilmişlik deneyimlerimiz, sürekli olarak, dünyanın her yerinde kapitalist birikim süreçlerini korumak için uygulanan yapısal mekanizmaların saldırısı altında olduğumuzu göstermektedir.
Bu bağlamda, Avrupa Birliği de, Erdoğan rejimi mültecileri AB sınırları dışında tuttuğu sürece, kadınlara yönelik bu saldırılara gözlerini kapatmaya hazırdır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, erkek şiddetinden kaçan kadınların sığınma elde etme imkânını ortadan kaldıracaktır ve Avrupa sınırlarındaki, Libya’dan Fas’a, Türkiye’den Balkan Rotası’na uzanan bir alandaki gözetim kamplarında, gebe kadınlara yönelik erkek ve devlet şiddeti gün be gün artmaktadır.
Avrupa sınırlarını geçtiklerinde ise, oturum izni ve ailevi durum veya çalışma sözleşmesi arasındaki bağlantılar, kadınları – şiddet uygulasalar bile!- partnerlerine veya aile üyelerine bağlı tutmakta ve katlanılamaz çalışma ve ücret koşullarına mahkûm etmektedir.
Batı Avrupa’daki birçok ülkedeki refah sistemlerinin, özellikle Orta ve Doğu Avrupa’dan gelen, yüz binlerce göçmen kadının ucuz ev içi emeği olmadan çökeceğinin farkındayız. Bu kadınlar hükümetleri tarafından ailelerinin rahatını bozmakla suçlanmaktadır. Aynı zamanda, sömürüldükleri, taciz edildikleri ve kurumsal ırkçılığa maruz bırakıldıkları varış ülkelerinde de, daha iyi koşullarla karşılaşmayacaklardır.
AB’nin kadınların ve LGBTİ+ bireylerin haklarının savunucusu olarak hareket ettiği yalanını kabul etmiyoruz, çünkü AB hükümetleri her gün öldürülmemize ve tecavüze uğramamıza, sömürülmemize, aşırı çalıştırılmamıza ve ayrımcılığa uğramamıza imkân sunmaktadır.
LGBTİ+ bireylere ve “toplumsal cinsiyet ideolojisi” olarak adlandırdıkları kavrama yönelik tüm saldırıları kınıyoruz; LGBTİ+ bireylerin ve toplumsal cinsiyet ideolojisi denilen kavramın kriminalize edilmesi “geleneksel aileyi” herkesin kaçınılmaz kaderi olarak savunmak ve güçlendirmek anlamına gelmektedir; oysa kadınlar, özellikle de göçmen kadınlar ve LGBTİ+ bireyler zaten pratikte buna isyan etmektedir.
Aile, sadece sembolik bir kurum olarak değil, dağılmakta olan refah sistemleri karşısında bir şok yoksulluk emicisi olarak şiddet yoluyla yeniden onaylanmak zorundadır. Bu koşullar altında, toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirilmesi demek, erkeklerle kadınlar arasındaki hiyerarşinin korunması demektir: erkek şiddetinin İstanbul Sözleşmesi’nin iptali yoluyla meşrulaştırılması, erkeklere ve patriyarkal kurumlara anneler, eşler veya kız evlatlar olarak kendilerine biçilen “doğal” rollere uymadıklarında kadınları cezalandırma yetkisi verilmesi demektir.
Yüksek sesle ilan ediyoruz: kadınların aile içindeki ezilmişliklerine ve LGBTİ+ bireylerin cinsel özgürlük ve kriminalizasyona karşı mücadeleleri ortak bir mücadeledir ve ortak bir hedefe sahiptir: patriyarkal toplumun neo-liberal yeniden üretimini yerle bir etmek!
Korkmuyoruz çünkü bizler her gün şiddete karşı mücadele ediyoruz. Bugün bu mücadelenin Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e daha güçlü bir ulus ötesi örgütlenmeyi gerekli kıldığı her zamankinden daha açıktır. Yeminli düşmanlarımıza diyoruz ki: Kaç, kaç, kaç, kadınlar geliyor!
Açıklamanın orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
(EMK)