Fotoğraf: MA
Uluslararası Ege İnsan Hakları Okulu’nun 2022 Sonbahar Çalıştayı, “Adalet Krizi ve Hak Siyaseti” başlığıyla İzmir, Şirince’deki Nesin Köyleri’nde düzenleniyor.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Demokrasi ve Dünyada İnsan Hakları İçin Avrupalı Hukukçular Örgütü (ELDH), İzmir Dayanışma ve Bilimsel Araştırma Derneği (İDA) ve Avrupalı Demokrat Hukukçular Akademisi (AED) ile İzmir Dayanışma ve Bilimsel Araştırma Derneği’nin düzenlediği çalıştayda akademik özgürlük ana başlığında tartışmalar yapılıyor.
MA’nın haberine göre, ilk günün son oturumu, dün düzenlenen ÖHD İzmir üyesi Aryen Turan’ın moderatörlüğündeki “Otoriter devletin inşasında hukuk ve yargılama” başlıklı tartışmaydı.
“Hukuk yapım süreci dönüştü”
Oturumda ilk olarak konuşan Akademisyen Hülya Dinçer, devletin otoriterliği açısından bir kesinti ve kopuşun aksine bir devamlılık olduğunu kaydetti.
Türkiye tarihinin parti kapatma davaları, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve kitlesel siyasi davalardan oluştuğunu söyleyen Dinçer, şunları söyledi:
“Hukuk otoriter yönetimlerin elinde hep bir silah ve dışlayıcı bir unsurdu. Şimdi ise bu dışlamanın genelleştiğinden bahsediyoruz. Yeni cezasızlık rejiminin nasıl inşa edildiği ve nasıl bir dönüşüm olduğunu konuşmak önemli. Hem hukuk yapım sürecinde ciddi bir dönüşüm var.
“Dünyada ortaklaşan otoriterleşme ve muhafazakarlaşma da hukukun farklı biçimlerde işlevsel kılındığını görüyoruz. Türkiye’deki hukuk pratikleriyle Macaristan, Polonya veya Brezilya’daki pratikler örtüşüyor. Birbirlerinden ödünç alınıp geliştiriliyor. Ortaklaşan belirli noktalar ise iktidarın merkezinin yürütmeye kayması, yasa yapma yetkisini gasp etmesi ve hukuk devletinin işlevsizleşmesi…”
Hukukun bir diğer işlevinin de kamusal düzeni sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemek olduğunu vurgulayan Dinçer, şöyle devam etti:
“Hukukun bu işlevi hem iç güvenlik hem de ekonomik alanda istisnai yetkilerin olağan hukuk içinde yer edinmesine neden oluyor. Neoliberal politikalar bakımında hukukun nasıl bir güç olduğuna örnek olarak acele kamulaştırma istisnai bir yetkiyken bugün enerji yatırımlarında bir güç olarak kullanılıyor.
“İkizdere, Mezeköy’de olduğu gibi devasa yatırımlar, mülksüzleştirme acele kamulaştırma kararlarıyla hayata getiriliyor. Buna 2015 sonrasında Sur’un bakanlar kurulu kararıyla tamamen yıkılması buna bir örnek. Yine OHAL ile birlikte yürütmeye grev erteleme yetkisinin verilmesi güvenlik soruşturmasının artık yerleşik yasaklara dönüşmüş durumda.”
“Cezasızlık yasal hale geldi”
“OHAL hukuku ile OHAL’in dışına çıkan yeni bir rejim inşa edildi” diyen Dinçer, sözlerine şöyle devam etti:
“Hem devletin güvenlik aygıtı hem de OHAL uygulamaları için yeni bir cezasızlık rejimi oluştu. Bu cezasızlık savaş politikalarına dokunulmazlık alanı açmayı hedefliyor. Yasaya aykırı biçimde hayata geçirilen bir cezasızlık değil bizzat yasayla oluşturulan bir durumla karşı karşıyayız.
“Hak arama sürecinin kendisinin şiddete dönüştüğü hukukun askıya alındığı hiçbir hukuki güvenceye sahip olmayan bir suç rejimi inşa edildi. Hiçbir adli makamın yargılamaya dahil olmadığı, faillerin anonim kaldığı ve kalacağı, yargının baştan yaşananlardan elini çektiği bir düzen oluştu.
“Örneğin OHAL döneminde işlenen suçları yargılamak yürütmenin iznine bağladı. Oysa ki uluslararası hukuk ‘işkence ihlal edilemez bir yasak ve yargılanması izne bağlanamaz’ der. Fakat Türkiye’de güçlendirilmiş yasal koruma kalkanı oluşturuldu.”
“Hukuk, devletin bekası normuyla işliyor”
Ardından konuşan ÖHD üyesi Avukat Özgür Erol, ulus devletlerin otoriter eğilimlere sürüklenerek yasayla yöneten değil yasayı yöneten bir konuma geldiğini dile getirdi.
Hukukun yönetilmesinin bir yurttaşın suçlanması için hukuki bir gerekçe aramama anlamına geldiğini belirten Erol, “Bu mekanizma içinde hukukun yeri, devletin kuvvetine dönüştürülemeyen her kesimi devletin içine almaya yarayan bir duruma dönüştü. Türkiye’de hukuk politik tekeli devletin bekası normu üzerinden işliyor. Devletin bekası olağan ya da olağanüstü yasaların tamamından azade bir duruma takabil eder. Örneğin son dönemde yasılan askeri operasyonlar hangi hukuksal saike dayanmaktadır. Buna dair herhangi bir süreç işliyor mu” dedi.
“Türkiye’de artık standart suç kavramı ikiye bölünmüş durumda” diyen Erol, şunları söyledi:
“İlk olarak adli suçlar olarak tabir edilebilecek kriminal eylemlerin düzenlendiği yargılama rejimi var. Son 5 sene yapılan yasal değişiklikler bu tip suçların yargılama ve infaz maliyetini en aza indirgeme üzerine kurulmuş durumda.
“İkinci yargılama düzeyi olan siyasi yargılamalar. Büyük müsamere salonları ve büyük infaz mekanları bunlar için kuruldu. Bunlar için hiçbir maliyetten kaçılmaz. Bunların maruz kaldığı düzene ceza sömürgesi diyorum. Bunun en somut örneği Ankara’da görülen Kobani davası. Bu davada TEM şubenin bilgi notunda HDP’nin şiddetin odak merkezinde bulunduğunun kabul edildiği hukuki olarak değerlendirildiği gözlenmiştir. Bu değerlendirmeyi bir hukuk kurumu değil idari bir kurumdaki alt şube yapıyor. Savcılıkta bunu baz alarak iddianame hazırlıyor.”
“Yeni hukuksal aktör ve kurumlar kuruldu”
AKP’nin dizginsiz bir hegemonya kurma hevesiyle yeni hukuksal aktör ve kurumlar oluşturduğunu sözlerine ekleyen Erol, böylece hukuk dışı pek çok mekanizmanın hukukun içerisine dahil olduğunu söyledi:
“Örneğin hükmün açıklanmasını geri bırakma düzenlemesi eliyle 5 sene boyunca insanları denetleme yetkisi getirildi. Bu yasayla birlikte politik davalarda beraat etme oranı azaldı. Adli takip ile birlikte serbest bırakma meselesi ortadan kalktı. Adli kontrol sistemi binlerce kişi sürekli ve düzenli olarak kayıt ve denetim altında. Bunlar cezalandırmayı toplumun derinlerine doğru götürmenin yoluydu. Bu sistemlerin derinleşmiş olmasının sebebi ise Türkiye’de demokratik direnç seviyesinin yüksek olmasıdır. Dolayısıyla bu sistemi asıl belirleyen sisteme karşı direnme kapasitesidir.”
Çalıştayın ilk günü ressam Sevinç Altan’ın resim sergisi ve söyleşi ile son buldu. (AS)