İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Türkiye Yayıncılar Birliği'nin ortaklığıyla, iki yılda bir düzenlenen 'Türkiye Yayıncılık Kurultayı'nın beşincisi 3-4 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildi.
Kurultayın açılış konuşmalarını İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Remzi Sanver ve Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celal Zeynioğlu yaptı.
Kurultayın ilk oturumunda, Yordam Yayınları Yayın Yönetmeni Hayri Erdoğan'ın moderatörlüğünde gerçekleşen ilk oturumda, "Yayınlama Özgürlüğü Neden Mümkün Değil?" başlığı altında, Prof. Dr. Ahmet İnsel, Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Ercan İpekçi, gazeteci Ezgi Başaran ve avukat Haluk İnanıcı birer sunum yaptı.
Oturumun başlığının "Yayınlama Özgürlüğü Neden Mümkün Değil?" seçilmesini açıklayan Erdoğan, "böyle önsel bir kanaat, şaşırtıcı gelebilir. 'Konuşmacılar konuştuktan sonra bu yargının oluşması daha doğru olurdu' diye düşünebilirsiniz. Ama biz şaşırmıyoruz, sağolsunlar bize şaşırmamayı öğrettiler. Şehir tiyatrolarının özerkliğine büyük bir darbe vurulurken, başbakanımız sanatçıları hedef alarak 'sen kimsin!' diyerek, aslında iyi bir çerçeve çizdi" dedi.
Erdoğan: "Manzara ortada, kitap bomba ilan ediliyor"
Çok çelişik gibi görünün gelişmelerin bir arada yaşandığına değinen Hayri Erdoğan, bir yandan 12 Eylül'ün yargılanması ve darbelerin sorgulanması, diğer taraftan baskıcı rejimlerin kalıntılarının ortadan kaldırıldığı görüntüsünün, yayıncılık alanında gelişmeler olması yönünde beklentiler yarattığına değindi.
Yaşananların ise bu beklentilerin tam tersi yönünde geliştiğinin altını çizen Erdoğan, "Başbakan kitabı bomba ile özdeşleştiriliyor. Ahmet Şık'ın kitabı henüz yayınlanmamışken bir örgüt dokümanı olarak görülüyor. Basmayı düşünen yayınevi ve çoğaltacak olan matbaa basıldı. İşte manzara ortada. Mahkûm olan gazeteciler, yargılanan kitaplar var. Meselenin tamamının bunlar olduğunu düşünmek de iyimserliktir. Görünenler, görünmeyen büyük bir şeyi ifade ediyor. Büyük bir tehdit oluşturarak bu alanı düzenliyor. Siz bir köşe yazarı olacaksanız Nuray Mert örneğini, kitap yazacaksanız Ahmet Şık'ı gözönüne alacaksınız. Yayıncı olacaksanız Ragıp Zarakolu'nu aklınıza getirmeden bir adım atamazsınız" dedi.
İnsel: Toplumda otoriter gelenek var
Prof. Dr. Ahmet İnsel, oturumun başlığının insanlarda soru işareti uyandırmaya yönelik olduğuna değinirken, normalin değil anormal olanın sorgulandığı bir başlık üzerinde konuşmak istediklerini belirtti.
"Öğretim üyesi veya gazete de fikirlerini ifade etmeye çalışan birisi olarak değil, yayın faaliyetinde bulunan birisi olarak konuşmak istiyorum" diyerek sözlerine başlayan İnsel, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı toplumlarda otoriter bir yönetim olduğunu belirtti. İnsel,bu nedenle Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AKP) otoriter bir parti ve Tayyip Erdoğan'ı otoriter eğilimleri çok yüksek, hatta taşkın bir kişilik olarak ele alabileceğimizi belirtti. Asıl sorulması gerekenin 'neden hala otoriter yönetim altındayız' sorusu olduğu söyleyen İnsel, yanıtın Cumhuriyet'in kuruluş dinamiğinde yattığını söyledi.
"Bakın burası otoriter bir yönetim demiyorum, otoriter bir toplum diyorum. Aileden başlayarak gelen çok güçlü bir otoriter gelenek var. Üniversite, öğretim üyeleri eşitler camiası olması gerekirken, herhangi bir otoriteyi elinde tutan kişilerin eşitlerine yönelik tavrındaki o metaformoz, o toplumun içinden çıkan doğal bir tepkidir. O da bir göstergedir. Yönetim kurulu toplantılarında rektör geldiğinde bütün yönetim kurulu üyelerinin ayağa kalktığını gördüm. Olacak şey değil...
"Siyasi partiler de benzer biçimde. İçerisinde çeşitli eğilimlerin resmen temsil edildiği parti yok. CHP'si, MHP'si, AKP'si ve BDP'si bütün siyasi partilerimiz yekpare partilerdir. Hepsi lider partileridir. Ancak BDP açısından farklı bir unsur var BDP sürekli kapatıldığı için lider partisi olamıyor. Fakat AKP'ye bakın, CHP'ye bakın lider partisidir. Grup toplantılarında ifade özgürlüğü var mı? Lider geliyor, herkes ayağa kalkıyor, konuşuyor ve sonrasında toplantı bitiyor. Grup toplantısı falan değil, liderin beyanı.
İpekçi: Utanç tablosunun zemini TMK
Daha sonra söz alan Ercan İpekçi, 2005-2006 yılında yapılan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) değişikliklerini "bugünkü utanç tablosunun" zeminini hazırladığını belirtirken, tutuklu gazetecilerin hepsinin aynı suçlardan tutuklandığını belirtti.
İpekçi, iktidarın kendi dinsel çerçevesi içerisinde hangi konu olursa olsun tartışıldığında sorun olmadığını, fakat iktidarın çizgisi dışında, alternatif düşüncelere yer verildiğinde, otoriter devlet anlayışının devreye girdiğini söyledi. 'Neden yayınlamak mümkün değil' sorusunun burada başladığının altını çizen İpekçi, "Egemenin isteklerine uygun yaparsanız, istediğiniz her türlü yayını yapabilir, her şeyi söyleyebilirsiniz, sorun yok. Ama ötesine geçtiğinizde size yakıştırmalar yapılıyor. Bu, pozitif hukukla destekleniyor. 2005-2006 yılında yapılan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) değişiklikleri bugünkü utanç tablosunun zemini hazırlamıştır" dedi.
Başaran: "Unutursam kalbim kurusun
Ezgi Başaran "Bir gazetecinin yayınlama özgürlüğü ile yayıncıların yayınlama özgürlüğünün aynı şey olmadığını" düşündüğünü belirterek başladığı konuşmasında, Viyana'da Dünya Gazeteler Birliği konferansındaki Wikileaks tartışmasına yer verdi.
"Assange'ın ortaklarından birisi hepimizin olduğu yerde 'Afganistan savaşı ile ilgili belgeler neden gazetecilere değil de, Wikileaks'e geldi. 'Çünkü siz güvenilmezsiniz. O belgeleri edinen kaynaklar, sizin yayınlayamayacağınızı düşündüler bu yüzden bize gönderdiler' dedi. 'Güvenilmezsiniz' son derece haklı bir tespit."
Başaran, son 10-15 yıl içerisinde, dünyanın en saygın gazetelerinin Irak ve Afganistan savaşıylae ilgili haberlerde nasıl soğukkanlılıkla yalan söylediklerinin görüldüğünün altını çizerken, "Bizdeki sadece son iki yıla bakıldığında aslı çıkmayan manşetleri anlatmaya gerek yok herhalde" dedi.
Ahmet İnsel'in basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü tanımına katılmadığını belirten Başaran, ifade özgürlüğünün, doğru ya da yanlış olduğu önemli olmayan düşünceyi ifade etme durumu olduğunu, basın özgürlüğünün ise böyle olmadığını açıkladı.
"Çünkü ben gazeteci olarak, belli etik kurallar çerçevesinde hareket etmek ve doğruları yazmak zorundayım. Çeşitli çıkar grupları tarafından gerçekleri yazmam engellenebilir. İşte o zamanda sansüre uğramış olurum. Hepimize hayırlı olsun!"
Gazetecilik ilkesinin devlet tarafından nasıl istismar edildiğini açıklamak istediğini belirten Başaran, gazeteciler için bir sır olmadığını, birkaç tane sır olduğunu söyledi.
"Roboski Katliamı yaşandı. Sabah saatlerinde hiçbir ajanstan geçmemişti bu haber. 'Savaş uçakları sivilleri vurdu' diye haberi Rueters'dan derledik. Gazete manşetlerine ise kimse gerçeği yansıtamadı. İki, üç gün sonra da gazetelerden uçtu, gitti.
Ben gazeteci olarak basın özgürlüğünü değil, Ezgi olarak ifade özgürlüğümü kullanıyorum. 'Unutursak kalbimiz kurusun' diyorum."
İnancı: TMK olduğu sürece yayın özgürlüğü yok
Avukat Haluk İnanıcı ise "Yayma özgürlüğü, halkın bilgiye erişim hakkıdır" dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: "1991'de düşünce suçları kaldırılıyor adı altında bütün kazanımlarımız toplumun elinden alındı. İleri bir hukuk reformu yapılıyor adı altında, düşünce suçları terör ve terörist tanımı içerisine sokuldu. TMK'nın 7. Maddesi varolduğu müddetçe yayın özgürlüğü ve bütün özgürlükler karşısında engel vardır." (HA/HK)