Akdeniz ülkeleri, denizlerinin yüzde 10'unu koruma altına alma ve bölgedeki denizel biyolojik çeşitlilik kaybını durdurma konusunda vermiş oldukları taahhütleri yerine getiremedi.
WWF'in (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) son raporu bugün Akdeniz'in sadece 1.27'sinin etkin bir şekilde korunduğunu, bunların da ağırlıkla Akdeniz'in kuzeyinde yer aldığını ortaya koyuyor.
TIKLAYIN - BM Raporu: 1 Milyon Tür Yok Olma Tehlikesiyle Karşı Karşıya
Barselona Sözleşmesi
Barselona Sözleşmesi'ne taraf olan Akdeniz ülkeleri, denizlerin korunması konusunda kat ettikleri yolu masaya yatırmak üzere İtalya'nın Napoli kentinde bu hafta bir araya geldi.
Toplantıda hükümetlerin, denizel biyolojik çeşitlilik kaybını durdurmak ve mevcut kayıpları geri kazanabilmek için 2020 sonrasına yönelik yeni eylem planları üzerinde anlaşma sağlamaları bekleniyor.
1976 yılında kabul edilen Barselona Sözleşmesi, Akdeniz'in kirliliğe karşı korunmasını ve eşsiz denizel biyolojik çeşitliliğini korumayı amaçlıyor.
WWF'in raporu, Barselona Sözleşmesi'nin ve sözleşmeye taraf olan ülkelerin bu amaçlarına ulaşamadığı gibi Akdeniz'in, petrol ve doğal gaz faaliyetlerinin baskısı altında bulunduğunu ortaya koyuyor.
İklim krizinin etkilerine karşı da savunmasız
WWF-Türkiye Doğa Koruma Direktörü Sedat Kalem, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şu görüşleri dile getirdi:
"Barselona Sözleşmesi, Akdeniz ülkelerine işbirliği için eşsiz bir fırsat sunuyor ancak bugün gelinen noktada radikal bir değişime ihtiyaç var.
"Akdeniz ülkelerinin, denizel biyolojik çeşitliliği koruma konusundaki ilgisinin yetersizliği denizlerimizin her türlü tehdide ve iklim değişikliğinin etkilerine karşı savunmasız kalmasına neden olurken, denizlerde sürdürülebilir bir ekonomiyi gerçekleştirme çabalarını da olumsuz etkiliyor.
"Akdeniz ülkelerinin liderleri, denizlerdeki biyolojik değerlerin korunmasını ve deniz ekosistemlerinin sürdürülebilirliğini birinci öncelik haline getirmeli ve 2030 yılına kadar Akdeniz'in en az % 30'unu etkin bir şekilde korumayı taahhüt etmeli."
WWF'nin önerileri
- DAHA İDDİALI HEDEFLER: Öncelikle biyolojik çeşitlilik ve ekosistem hizmetleri açısından görece az temsil edilen alanlar olmak üzere, deniz ve kıyı alanlarının en az %30'unun koruma altına alınmasını sağlayacak daha iddialı hedeflerin benimsenmesi.
- DAHA GÜÇLÜ NİTEL GELİŞİM: Denizlerdeki çeşitliliği deniz koruma alanlarında daha iyi temsili, korunması, deniz koruma alanları arasındaki bağların güçlendirilmesi ve paydaşların süreçlere daha etkin katılımının sağlanması.
- ŞEFFAF İZLEME MEKANİZMALARI: Bütün ülkelerdeki ilerlemeyi takip edebilmek için daha güçlü, şeffaf ve ölçülebilir izleme mekanizmalarının geliştirilmesi.
- SÜRDÜRÜLEBİLİR DENİZEL PEYZAJ YÖNETİMİNE ENTEGRASYON: Deniz koruma alanlarının, bütünsel bir yaklaşımla, içinde yer aldığı geniş coğrafya ile birlikte ekosistem temelli planlanması ve yönetilmesi.
- ULUSAL KARASULARI İÇİNDE VE ÖTESİNDE İYİ YÖNETİŞİM: Devletler ve kurumlar arasında küresel ve bölgesel ölçekte, daha iyi hukuki ve sektörel işbirliklerinin gerçekleştirilmesi
Türkiye'de durum ne?
Türkiye, genel olarak 1988'den itibaren, Akdeniz ve Ege kıyıları boyunca deniz koruma alanı (daha sonra Özel Çevre Koruma Bölgesi "ÖÇKB" olarak adlandırıldı) ilan etmeye başladı.
Bugün Türkiye'de farklı statülerde (ÖÇKB, milli park, tabiat parkı, vb) koruma altında olan ve farklı bakanlıklarca yönetilen yaklaşık 32 deniz ve kıyı alanı bulunuyor.
Bunun yanında Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü'nce yönetilen toplam 18 ÖÇK Bölgesinin 12'si, yaklaşık 17.575,79 km² deniz ve kıyı alanını kapsamaktadır. Halen Türkiye karasularının yaklaşık %4'ü yasal koruma alanı statüsüne sahip.
WWF-Türkiye'nin önerileri:
- 2015 yılında hazırlanan Ulusal Deniz ve Kıyı Koruma Alanları Ulusal Stratejisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanarak bir an önce hayata geçirmeye başlanmalı.
- Mevcut % 10 Deniz Koruma Alanlarının hedefi, bu Stratejiye uygun olarak, 2030 yılına kadar en az % 30'a yükseltilmeli ve tüm sahaların etkin yönetimi ve korunması sağlanmalı.
- Daha etkin koruma ve yönetim (planların uygulanması, izleme, denetleme, koruma) için ilgili kurumların yapısı ve yerel birimleri güçlendirilmeli; Kaş-Kekova ve Datça örneklerinde olduğu gibi STKlar, uzmanlar ve yerel paydaşların katılımına olanak sağlayacak ortak yönetim mekanizmaları geliştirilmeli.
(PT)