İlk haber Şanlıurfa'dan: 18 yaşındaki Gülseren Artuk, "gayrımeşru" ilişki sonucu hamile kaldığı gerekçesiyle aile meclisi kararıyla katledildi. Gülseren 5 aylık hamileydi. Bir "töre/namus" ya da biraz daha daraltılmış tanımıyla "zina" cinayeti daha...
İkinci haber Samsun'dan: Sabahleyin CNN Türk'te görüntülü bir haberde, genç bir çift, oturdukları parktan kendilerine "ahlak polisi" edası vermiş görevlilerce çıkartılıyor. Çift uzaklaşıyor... Ama tatmin olmuyor görevliler daha da uzağa gönderiyorlar...
Toplum olarak günlerdir Türk Ceza Kanunu'nu (TCK) tartışıyoruz. Zina yoğun bir biçimde tartışılırken, en az onun kadar önemli ve tehlikeli bir maddeden çok az sözediliyor: 15-18 yaş arası gençlerin rızaya dayalı cinsel ilişkilerine getirilen hapis cezası...
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) amacına ulaşırsa zina hapis cezalık bir suç olarak düzenlenecek, zina yapan eşini/kardeşini öldüren erkeklere haksız tahrik maddesiyle indirimli tarifeden cezalar verilerek "teşvik" uygulanacak ve 15-18 yaş arası cinsel ilişkiye giren herkes cezaevlerine gönderilecek. Bunlar devletin yapacakları....
Her iki olayda da görüldüğü gibi, "devlet vur deyince, vatandaş öldürmeye devam edecek"... Samsun'daki genç çiftin başına gelenlerin hepimizin başına geleceğini kestirmek için müneccim olmak gerekmiyor. Başta kadınlar olmak üzere, genç-yaşlı herkesin hayatı kendini ahlak bekçisi atayanların kontrolünde geçecek. Sokaklarda, parklarda, okullarda, işyerlerinde birileri tarafından "gayrımeşru" ilişkiye girip girmediğimiz hakkında sorgulanacağız. Kimlik kontrollerinden, bekaret kontrollerinden geçeceğiz. Aramızdan birileri öldürülmeye devam edecek.
İşte bugün tartıştığımız konu budur. Biz böyle bir hayatı istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Toplumun ezici bir çoğunluğu açık, net ve kararlı bir biçimde istemediğini söylüyor. Binnaz Toprak ve Ali Çarkoğlu'nun 1999'da yaptığı araştırma, zinaya hapis cezası verilmesini isteyenlerin oranının yüzde 16-18 arasında olduğunu gösteriyor. Bundan daha açık bir veri olabilir mi?
Buna rağmen bu yüzde 16-18'lik kesimin, kendi kafasındaki bu ilkel ahlak anlayışını bütün bir topluma dayatmaya çalışması hiçbir biçimde kabul edilemez.
Bence öncelikli sorun, AB'ye girip girmemekten önce bizim yaşam biçimimize, kendi değer ve kriterlerimize sahip çıkma sorunu...
Sürekli olarak "AB bizim içişlerimize karışamaz", deniliyor. "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) özel yaşamın gizliliği ile ilgili 8. maddesinin ahlak ve sağlık konusunda istisnaları olabilir", deniliyor. Bunlara verilecek yanıt çok... Ama önce asıl sorumuzu soralım:
Peki bizim Anayasamız, Anayasa değil mi?
Bizim anayasamızdaki "kişi dokunulmazlığı, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı" ile ilgili 17. Madde orada süs olsun diye mi duruyor? Ya da kişi hürriyeti ve güvenliği (madde 19), özel hayatın gizliliği (madde 20), konut dokunulmazlığı (madde 21)...
Bu en temel hakları, zinaydı, evlilik öncesi ya da evlilik dışı cinsel ilişkiydi vb. konularda saçma sapan gerekçelerle kullanılmaz hale getirme çabası; Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesini askıya almaya çalışmaktan başka olabilir?
İster Türkiye'de yürürlükteki hukuksal mevzuatta yer alsın, ister uluslararası sözleşmelerde belirtilsin, temel hak ve özgürlükleri ancak başkalarının temel hak ve özgürlüklerine zarar verdiği ya da tehlikeye attığı zaman kısıtlayabilirsiniz. İki yetişkin insanın, kendi tercih ve seçimine bağlı olan, tamamen gönüllülük üzerine kurulu ilişkilerine kim, ne hakla karışabilir? Kimin, hangi temel hakkı, bundan ne zarar görebilir?
Ayrıca, eğer uluslar arası sözleşmeleri, anlaşmaları, kriterleri kendi iç işlerimize müdahale sayacaksak, Anayasanın 90. maddesini neden değiştirdik? Neden uluslar arası sözleşmeleri iç hukukun da üstünde birer hukuk normu haline getirdik? Şık duruyor diye herhalde!
Bugüne dek öne sürdükleri "Anadolu kadınları istiyor" benzeri tüm iddialar, daha ağızlarından çıkar çıkmaz çürütüldüğü için ellerinde kala kala bu iki argüman kaldı: İç işlerimize karıştırmayız ve sizin AİHS'niz bile, zina gibi durumlarda özel yaşamın dokunulmazlığını sınırlamaya izin veriyor argümanları...
Her iki argüman da, birer büyük hukuksal gaf bence... Ne yazık ki, koskoca Başbakan, gidip Brüksel'de aynı gafları tekrar ederek AB'yi ikna edeceğini düşünebiliyor.
Çok yazık... (HG/BB)