Kısa sayılabilecek bir sürede gerçekleşen bu yeniden inşa sürecinde piyasa ekonomisinin kural tanımaz yanı galip geldi ve Türkiye son yirmi yılda çoğu zaman kuralsız, denetimsiz, kimi zaman anarşik bir görünüm arz eden bir büyüme sürecine tanık oldu. Bu zaman zarfında bankacılık, finans, medya, iletişim ve dış ticaret sektörleri çalışanları başta gelmek üzere orta ve üst düzey yönetici işadamlarının gelirleri 1980 öncesine göre büyük ölçüde arttı. Bunda iş dünyasının nitelikli yönetici ve personele yüksek ücretler ödemeye başlaması da etkiliydi.
Medya sektöründe de benzeri bir değişim yaşandı, büyük sermayenin bu sektöre girmesi sonucunda dergi, gazete, radyo ve televizyon dünyasının yıldız isimleri hayalini bile kurmadıkları gelirleri elde etmeye başladı. Özal'ın topluma kazandırdığı "hesabını bilme" bilinciyle de insanlar tasarruflarını İMKB'de, günlük faizde, Hazine bonosunda, dövizde değerlendirerek azami rant elde etmeye uğraştı, bunda da çoğu zaman muvaffak oldu. Bir diğer değişim tüketimin haz alınacak bir olgu haline getirilmesiydi.
Mahrumiyetten tüketime
Köşe yazarları yıllarca tasarruf etme ve "yerli malı" kullanma telkinleriyle büyüyen ve mahrumiyeti hayat tarzlarının bir parçası haline getiren insanlara sürekli para harcamayı, seyahat etmeyi, lüks ürünler satın almayı tavsiye ettiler. Para harcamanın ayıp olmadığı, aksine modern ve kentli insanların doğal bir hali olduğu söylenerek "tüketici olmak" bir meziyet şeklinde sunuldu.
Sadece iş, finans ve medya dünyasının yönetici ve çalışanları için değil, kredi kartı ve taksitli ödemelerle yaşamaya alışan toplumun önemli bir kesimi için de yaklaşık yirmi yıl devam eden bu hayat tarzı, 2001 yılının başlarında aniden durakladı. Bunun nedeni 19 Şubat 2001 günkü MGK toplantısında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında yaşanan gerginliğin ardından ortaya çıkan ekonomik krizdi.
Ekonomik kriz ve durgunlukla birlikte Serdar Turgut'un başlattığı "Öteki Türkiye" tartışması ivme kazanarak devam etti.
Basın kriz ortamına da çarçabuk ayak uydurdu. Bir zamanlar Uzakdoğu ve Amerikan mutfağının Türkiye'deki en iyi örneklerini sıralayan, hangi kredi kartının daha yüksek limite sahip olduğunu yazmak için birbirleriyle yarışan gazeteciler, bu kez kredi kartı borçlarının nasıl ödeneceği, ruhsal denge bozulmadan ekonomik krizin nasıl atlatılabileceği, hangi esnaf lokantasının orta sınıfa hitap ettiği, ekonomik kriz nedeniyle işlerine son verilenlere kimlerin psikolojik danışmanlık hizmetleri verdiği gibi konularda yayın yapmaya başladı. (1)
Basın da 'krizini' yaşadı
Basında yaşanan bir diğer değişim medya çalışanlarının kriz öncesindeki kıpır kıpır neşeli hallerinin yerini depresyona bırakan bir durgunluğa bırakmasıydı. Artık dergilerde hangi lokantalarda hangi ünlü kişiyle ne yendiğinin anlatıldığı yazılar yerlerini işlerini kaybeden genç kadınların karamsarlığını dile getiren yazılara bırakmaya başladı. (2)
Kriz insanların yaşam tarzını da etkiledi. Gelir düzeyi yüksek kişiler bile toplumun geneline hakim olan karamsar havaya aykırı düşmemek ve tepki almamak için ağız birliği yapıp harcamalarında kesintiye gittiklerini söylemeye başladılar. (3) Krizden fazla etkilenmeyen eğlence sektörünün müdavimleri bile duyarlılık gösterip ortadan çekilerek eğlencelerini evlerde düzenlemeyi tercih ettiler. (4)
Ekonomik krizin toplumda böyle derin bir etki yaratmasının ardındaki en önemli nedenlerden biri, geçmişteki benzeri krizlere kıyasla, ilk kez bankacılık, medya ve iletişim sektörlerinde yaşanan toplu işten çıkarmalardı . Haluk Şahin'in ifadesiyle basın ve televizyon alanında "hormonlu dönemin sonu"na gelinmişti. (5)
Bu daralma ortamında işlerini muhafaza edebilenlerin, mesleki dayanışma göstererek, meslektaşlarını günün birinde görevlerinin başına geri dönecekleri konusunda teselli etmeleriyse, işsiz kalanların yarasına pek merhem değildi. (6) Görevine son verilen kimi insanlar, artık medya mensubu olmamanın verdiği toplumsal prestij kaybından dolayı da büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. İşlerine son verilenler arasında yaşanan bu hayal kırıklığı zincirleme bir dalga halinde tüm medya sektörüne yayıldı.
Meslektaş ve arkadaşlarının işlerine son verilmesinin sektör çalışanları üzerinde yarattığı moral çöküntü ve yarından emin olmama duygusu sonucunda medya, geçmişteki benzeri krizler esnasında takındığı tavra kıyasla çok daha karamsar bir tablo çizdi. Ekonomik krizin sadece medya ve iletişim sektörlerini değil, bankacılık, finans ve sanayi sektörlerini de derinden etkilemesi üzerine, 1992 yılında Amerika'da yaşayan genç Türklerin Türkiye'ye geri dönmelerini hedefleyen "Tersine Beyin Göçü" projesini başlatan GYİAD bu kez gençlerin yurtdışına gitme arayışlarını destekledi. (7) Aslında seksenli yılların başından itibaren Türkiye'yi etkisi altına alan Amerikan kültürü ve Amerika hayranlığından ötürü gençliğin önemli bir kesimi ilk uygun fırsatta Amerika'ya yerleşmeyi zaten hep hayal etmekteydi. Krizle birlikte yaygınlaşan işsizlik, bu özlemi daha da hızlandırdı.
Ekonomik kriz ve durgunluğun seçkinlerde yarattığı en büyük etki hayal kırıklığıydı. Aslında seçkinler yıllardan beri bürokrat ve siyasetçilerin Türkiye'yi yönetmekten aciz olduklarına dair bir kanaat besliyorlardı. Nitekim Ahmet Altan 1985 yılındaki bir yazısında Türkiye'nin düzlüğe çıkabilmesi için, Özal döneminin "yap-işlet-devret" mantığına uygun bir şekilde, yurtdışından yönetici ithal etmesini savunuyordu:
"Dışarı gidip geldiğinde hep aynı şeyi fark ediyor insan, dünyanın en güzel memleketlerinden birine sahibiz ama bu ülkenin doğal güzelliğiyle bu ülkeyi yönetenlerin arasında ters bir oran var. Yöneticilerin ve onları yönetici yapan toplumun düzeyi, ülkenin doğal güzelliğinin çok daha gerisinde.
Bu çelişkiyi görünce, insan yöneticiliğin ırk ve vatandaşlık birliğini aşan uluslar arası profesyonelliğe dönüşmesi gerektiğini düşünüyor. Aynı kendilerine hangi ulustan olursa olsun en iyi antrenörleri transfer eden futbol kulüpleri gibi ülkeler de yöneticiler transfer etmeli belki de.
İstanbul'a bir yönetim kurulu seçmeliyiz. Mesela, o da bütün dünyayı araştırıp en iyi belediye başkanını kente transfer etmeli.
Polis müdürlükleri, belediye başkanlıkları, valilikler, hatta başbakanlıklar uluslar arası bir profesyonellikte olmalı,her ülke dünyayı araştırıp kendine en iyi polis müdürlerini, belediye başkanlarını, valileri, hatta başbakanları transfer etmeli."(9)
Bu öngörü ekonomik krizin başlamasının hemen akabinde Kemal Derviş'in ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı görevine atanmasıyla bir ölçüde gerçekleşti. Ancak kimi işadamı için bu da yeterli değil, İshak Alaton gönlündeki lideri şöyle tarif ediyordu:
"Genç, dünyayı kucaklayabilen, çağdaş, sosyal demokrasiyi önemsemiş, Türkiye'yi kanatlandıracak ve yirmi birinci asra taşıyacak yetenek ve ufuklara sahip ideal bir insan, isim isterseniz yok, arıyorum ama bulamıyorum . Türkiye'de bulamazsam Avrupa'dan ithal etmeyi düşünüyorum." (10)
Ekonomik kriz sonrasında özel sektörün reklam ve tanıtım giderlerinde ciddi kısıtlamalara gitmesi ve bankacılık ve finans sektörünün daralması, reklam, iletişim ve halkla ilişkiler sektörlerini büyük sıkıntıya soktu. Reklam ajanslarının reklam verenleri harcamaya teşvik etme amacıyla başlattıkları kampanyada yer alan tanınmış simalar arasında Sakıp Sabancı ve İshak Alaton da vardı. Böylece bu iki işadamı "bilge insan" konumlarına yakışır bir şekilde zor zamanlarda da topluma moral verme, yön gösterme görevini bir kere daha üstlendiler. (11)
Beyaz Türkler nasıl yaşar?
2001 yılının başında kendini gösteren ekonomik krizden en çok etkilenenin seksenli ve doksanlı yıllarda büyük bir gelişme gösteren sektörler olması toplumsal piramidin üst kesiminde yer alan ve sayıları ihmal edilemeyen yüksek gelirli bir kesimi ciddi şekilde sarstı.
Bu aynı zamanda toplumun harcama düzeyi en yüksek olan kesimiydi. Bir başka deyimle "Beyaz Türkler"di. Birkaç ay önce üstü açık spor arabalarıyla, Yeşilyurt'ta veya Boğaz yolunda gezinen çiftler aniden gelir kaybına uğrayarak ve hatta işsizlikle tanışarak kendi kendilerine "Yolun sonuna geldik. Eğlence galiba bitti. Paranın gözü kör olsun" diye mırıldanır oldular.
Seksenlerden sonra ön plana çıkan bu yeni sınıfın bir süre için mütevazı ve geçmişe kıyasla daha parıltısız bir yaşam sürdüreceği kesin. "Eğlence" şimdilik kaydıyla çok yavaşladı. Partiye gelenler sıkıntı içinde birer ikişer evlerine dağılmış gözükmekteler. Ancak ekonominin biraz istikrara kavuştuğu ve tekrar canlanmaya başladığı an bu kesimin eğlenceye kaldığı yerden devam edeceğini düşünmek için çok fazla öngörü ve geniş ufuk sahibi olmak şart değil.
Notlar
1 Adil Küçük ve Veri Araştırma A.Ş., "Öteki Türkiye", Radikal, 25-31 Mart 2001.
2 Elif Genç, "Cosmo Kızının Kriz Günlüğü", Cosmopolitan, Mayıs 2001, sayı 110,s. 58-60.
340
3 Melis Danişmend, "Şölen bitti". Vizyon, Mayıs 2001, sayı 130, s. 32-35 / Ersin Süzer ve Asude Şengül, "Planlarımızı tatile gönderdik". Tempo, 2-9 Mayıs 2001, sayı 699.
4 Nur Çintay ve Çağdaş Ertuna, "Sosyete eve. çekildi", AfetdcI, 19-25 Nisan 2001, sayı 509,s.25-28.
5 Haluk Şahin, "Hormonlu dönemin sonu", Radikal, 25 Mart 2001.
6 Murat Birsel, "Kriz 20'li yaşlarda vurunca", Sabah, 21 Mart 2001 / Ertugrul 02-kök, "O enkazın altından dimdik çıktık", Hürriyet, 2 Mart 2001.
7 "Şimdi yurtseverlik gitmektir!", Aktüel, 29 Mart-4 Nisan 2001, sayı 506, s. 30-32.
8 Bu kanaati ifade eden bir yazı için bkz Melih Aşık, "Tüymek isteği", Milliyet, 8 Temmuz 2001.
9 Ahmet Altan, "Memlekete dönüş", yeni yüzyıl, 24 Temmuz 1995. Bu yazıya bir eleştiri için bkz. Nuray Mert, "Kartpostal insanları", Radikal, 22 Mart 2001.
10 Asude Şengül, "Gönüllerdeki liderler", Tempo, 29 Mart-4 Nisan 2001, sayı 694, s. 34-35.
11 "İletişim Platformu" adını taşıyan bu kampanyada yer alan diğer kişiler AKUT Başkanı Nasuh Mahruki, TEMA Başkanı Hayrettin Karaca, Türkan Şoray, Fatih Terim, Tarkan ve Demet Akbağ'dır. Bu kampanyaya eleştirel bir bakış için bkz. Ece Temelkuran, "O gemide ben de olsaydım!", Milliyet, 29 Haziran 2001 / Zeki Coşkun, "Vapurdakiler-İskeledekiler", Radikal Cumartesi, 7 Temmuz 2001.
* Yazı, Rıfat N. Bali'nin İletişim Yayınları'ndan çıkan 'Tarzı Hayattan Life Style" kitabından alınmıştır.
* Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.