Kobanî davasının 45. duruşma periyodunun 4. oturumu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde dün görüldü.
TIKLAYIN - Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
“Ortadoğu’da gelişen siyasi İslamcı hareket”
MA’nın haberine göre, Eski Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in savunmasının devamında, yakın dönem Türkiye tarihine değindi:
“12 Eylül Darbesinin Türk-İslam sentezini benimsemesi siyah ve beyaz Türk faşizminden farklı olarak yeşil Türk faşizmini geliştirmiştir. Rusya’da yaşanan gelişmelerden dolayı, İslam ülkelerinin demokrasi ve sosyalizme geçmesini engellemek amacıyla ABD tarafından geliştirilmiş ve desteklenmiştir.
İngiltere’deki başat rol bu süreçte ABD’ye geçmiş ve Ortadoğu üzerinde etkili olan güç olmuştur. Ortadoğu’da gelişen siyasi İslamcı hareket kapitalizmden bağımsız değildir. Temel hedefi İslam kültürünün yaygın yaşandığı yerde demokratikleşmeyi ve gelişmeyi engellemektir.
İslam hegemonik güçlerin paylaşımlarına hizmet etmek ve çıkarlar için kullanılan bir araç haline getirilmiştir. AKP’nin cemaatlerle kurduğu ilişki artmış, bu kişilere mevkiler verilerek, İslam devletin tekeline sokulmuştur. Diyanetin bu dosyadaki rolü gibi, Müslümanları kimlik üzerinden ayrıştırmıştır, Müslüman Kürtlere karşı yaptığı pervasızlık ve kendini taraf halini getirmesi buna örnektir.”
“AKP’nin çıkışı 12 Eylül döneminde başlamıştır”
Erdoğan’ın ABD tarafından devreye konulmaya çalışılan “ılımlı İslam projesi” eksenli siyaset alanına sokulduğunu söyleyen Tuncel, AKP’nin çıkış sürecini şöyle aktardı:
“İslami hareketler 1970’lerden sonra iktidarda yer almaya başlar. 1970’lere gelindiğinde ABD ve temelde uluslararası güçler artık ırkçı faşist tutuma ihtiyaç duymuyor ve ılımlı İslam projesini geliştiriyor. Buna ihtiyaçları vardı ki keza Erdoğan’ın siyasete girmesi de ancak ılımlı İslam projesiyle olmuştur. Bir kurgunun ürünüdür.
AKP’nin çıkışı sanıldığı gibi 2002 değildir, bu süreç 12 Eylül döneminde başlamıştır. Beyaz Türklük fikri uluslararası güçler tarafından artık ihtiyaç duyulan bir yapı olmaktan çıkmış ve ılımlı İslam planı geliştirilmiştir.
“Kürt kültürel kimliğine müdahalede İslam”
Ortadoğu’ya müdahale edecek yeni bir modele ihtiyaç duyuluyordu. Kürdistan’da, Kürt demokratik siyaseti örgütlenmeye başlamış ve beyaz Türkücülük artık işe yaramamaktadır. Ilımlı İslam projesini harekete geçirmek için ABD, Erbakanı tasfiye etmiş ve Tayyip Erdoğan’ı başa getirmiştir.
Kürt kültürel kimliğine müdahale için İslam’ın rolü çokça kullanılmıştır. Kürt sorunun çözümsüz bırakılması için başta ABD ve uluslararası güçler olmak üzere İslam’ı barındıran Yeşil Türklük daha kullanışlı olmuştur. Ilımlı İslam’ın geliştirilmeye çalışıldığı dönemde siyah Türklüğün temsilcisi olan MHP buna sert karşı çıkışlar yapmıştır.
Bugün MHP son dönemde AKP ile ittifak olsa da daha öncesinde AKP’ye karşı çok sert açıklamaları vardı şimdi ise çıkar birliği içerisindeler. Çünkü cemaatçilerin tasfiyesi ile birlikte AKP kendi kadrolarını yetiştiremediği için MHP ve diğer tarikat kadrolarından devşirmeleri kurumlara yerleştirdi.
“Ilımlı İslam projesi”
AKP’nin iktidarda kalmasının tek nedeni toplumun talebinden çok ABD ve uluslararası güçlerin isteği doğrultusunda. 14- 28 Mayıs seçim sonuçları da bu göstermiştir.
AKP’nin iktidara gelmesiyle beyaz Türklük yerini ılımlı İslam projesine bıraktı. Bu projesinin kurumsallaşması için AKP’nin anayasa talebi var. Bu süreçte devleti ele geçirme aşaması başlamıştır fakat AKP tam anlamıyla devleti fethedememiştir.
Bugün her fırsatta anayasa tartışmalarını gündeme getirmesinin nedeni de budur. Kendini henüz kurumsallaştıramamıştır ve iktidarda kalabilmelerini sağlayacak olan kurumsallaşmadır. Bugün Türkiye’de yaşanan sistem krizine bu gerçeklikle bakmak daha anlaşılır olacaktır.
Hukuki krizler
Son süreçte yaşanan hukuki krizlere bakıldığında, AİHM kararlarının uygulanmaması, Can Atalay, Yargıtay, kendi anayasasını kurma fırsatı olarak kullanmaya çalışsa da başarılı olamamış ve destek bulamamıştır.
Ilımlı İslam içerisinde Türklük kimliğini ve varlığını koruyor ve yeni Fetöcü kontralar devreye sokuluyor. AKP öncülüğünde gelişen yeni ideolojide ulus devlet eksenli Türklük kimliği de varlığını korumuştur. Yine Ergenokoncuların AKP ile kurduğu ilişki çok dikkat çekicidir, şimdi birbirlerine sarılmalarını nedeni ortak Kürt düşmanlığıdır.
Yıllarca ‘Türkiye’de şeriat var’ dediler bütün bu yaklaşımlardan vaz mı geçtiler, elbette hayır ama mesele Kürt olunca ortaklaşıyorlar. AKP, kendi döneminde CHP-ordu ilişkisini aşarak ılımlı İslam ile ordu arasında kendisi ilişki geliştirmiş ve Fetöcüleri orduya yerleştirmiştir.
“Kürtlere karşı tasfiye politikaları”
Kürtlere yönelik saldırılar artık ülkücü kontralar yerine Fettulah Gülenci ABD tarafından kullanılan yeşil kontralar tarafından yürütülmüş, devletin tüm hücrelerine sızarak paralel devlet olarak ortaya çıkmışlardır. Bunun ordu dışında diğer bir alanı da yargı alanıydı. Kürtlere karşı tasfiye politikalarında önemli rol oynadılar. KCK yargılanmaları ve DTP’nin kapatılması buna örnektir.
ABD ile 5 Kasım 2007’de gizli kapılar ardında yapılan Washington protokolünde Kürtlere yönelik tasfiye planları başarılı olamamıştır ve daha planlı ve programlı bir yok etme programı devreye sokulmuştur.
Kürtlere karşı inkar imha politikasının ikinci aşamasını oluşturan AKP, Kürtleri yer aldığı tüm kurumları, yapıları, siyasetçileri hedef almış ve bunları meşrulaştırmak için ‘biz teröristlerle savaşıyoruz, Kürtler bizim kardeşimizdir’ sahteliği eşliğinde bazı Kürt insanları bir araya getirerek kendi kurumlarına yerleştirmiştir.
“Çözüm ve müzakere süreci”
Tüm bu yok etmelere planlarına rağmen Kürtlerin direnişine karşı ve mücadelesine direnemeyen AKP iktidarı çözüm ve müzakere sürecini başlatmak zorunda kalmıştır. Fakat başlatılan çözüm sürecini tasfiye ve imha yolu olarak kullandığı ortaya çıkmıştır.
Bizim özyönetim dediğimiz sizin ise hendek-barikat dediğiniz dönemde bir devlet planı olarak baş göstermiştir. AKP’nin çözüm sürecini bitirme nedeni istediği çıkarı ve yararı elde edememesidir.
Çözüm sürecine baktığımızda Türkiye halkı da umutluydu, herkes gülüyor ve ifade özgürlüğünü kullanıyordu. Türkiye halkları şölen havasındayken şimdi herkes konuşmaktan korkuyor. AKP’nin derdinin çözüm olmadığı böylelikle anlaşılmıştır.
“Kültürel soykırım”
AKP’nin her fırsatta söz ettiği, sözde demokratik açılımlar kültürel soykırım çalışmalarını gizlemek için kullanılmıştır. Kurslar, TRT 6 bu kültürel soykırımın üstünün örtülmesi için atılan adımlardı. Kendi savaş politikasını gizlemenin araçları olarak kullanmıştır.
Rojava’ya baktığımızda bugün savaş devam ediyor ve kendini asla işgalci olarak görmüyor. Uluslararası kurumlara sunulan tüm raporlarda Türkiye’nin işgalci olduğuna değiniliyor. Bugün Türkiye’de siyaset yapan hiç kimse Türkiye’nin yaptığı özel savaş politikalarını üstlenmemiş ve konuşmamıştır.
AKP 90’lı yıllarda yanlış yaptığını söyleyerek OHAL’i kaldırdık diyor fakat şu an OHAL’i kendisi devreye koymuştur. Kürtlere karşı kültürel soykırım sermayenin kısa çıkarlarına kurban edilmiş ve uluslararası güçler buna sessiz kalmıştır.
“Hitler'in iktidara gelmesiyle benzer bir yol”
AKP’nin 2011 seçimlerinden itibaren Hitler ile aynı çizgide. AKP’nin iktidara taşınması cumhuriyetin kuruluşu kadar önemli bir süreçtir. Merkezi ulus devlet partisi ve stratejik bir yeşil Türk faşizmi partisidir. AKP 2011 seçimlerinden itibaren Hitler'in iktidara gelmesiyle benzer bir yol izlemiştir.
Yeşil Türkçülüğü güvenceye almak için her fırsatta anayasa talep etmekte. Muhalefet üzerinde yoğun bir denetim uygulamakta, parlamento yetkilerini kısıtlayarak, OHAL kararnameleri çıkararak yargıya ve anayasaya müdahale etmektedir.
AKP hegemonyası Kürt varlığını ortadan kaldırmak için siyah Türk faşizmine yeni taktik ve manevralar ekleyerek bu projeyi geliştirmiş, bu minvalde terörle mücadele kanunu çıkarmış ve Kürtlerin seçme seçilme hakkından tutalım örgütlü mücadelesini engellemeye kadar çok geniş bir alanda kullanılmıştır.
Bunu yaparken işbirlikçi sermaye, medya ve kurduğu sivil toplumla ‘bizim Kürtlerle sorunumuz yok, terörle mücadele ediyoruz’ yalanını yaygınlaştırarak Türk toplumunu kandırmaya çalışmaktadır.
“Neden burada Davutoğlu yargılanmıyor”
Kürtler hala bir çözüm umudu içerisindeyken bu umudu kıran ve engelleyen kim? Hala bu davayı konuşuyorlar. Bağırıp çağırıyorlar, masumiyet karinesi diye bir şey kalmamış bu ülkede Tayyip Erdoğan seçim sonrası ‘idam idam’ sloganları attırıyor, adamları da Mecliste bağırıyor.
Neden burada Davutoğlu yargılanmıyor da ben yargılanıyorum. Dinlensin dedik taraf olarak, bu talebimizi dahi kabul etmediniz. O dönem çözüm süreci vardı PYD eşbaşkanları gelip Kahire’de görüşmelere katıldılar. Bizzat sizin anayasanızın 38. Maddesi ‘o dönem suç olmayan bir şeyden yargılama yapılamaz’ diyor 6 yıl sonra konuştuk diye yargılanıyoruz.
Nedir, panele katıldık, kadın direnişini konuştuk, Kürt kadınlarını, Rojava’yı konuştuk. Size söyleyeyim sadece burada konuşmadım dünyanın dört bir yanında, ülkelerde Kürt kadınlarının mücadelesini konuştuk ve ayakta alkışlandık. Ahmet Altun yeterince çalışmamış, çalışsa çok daha fazla konuşmalarımızı bulurdu.
“Kürtler 200 yıldır dilini, kimliğini, kültürünü korudu”
AKP’nin dış politikasının temelini de Kürt karşıtlığı oluşturmaktadır. AKP Kürt halkının nerede olursa olsun statü elde etmesini ve varlığını sürdürmesini engellemek için çabalıyor. Cihatçı çetelerle ilişki kurmuş ve Kürtlere karşı onları desteklemiştir nitekim bu davanın konusu da budur. Günümüz gerçekliğinde Kürtler varlıklarını korumaya çalışıyor.
Türkiye’nin ilk yıllarında Osmanlı’dan devraldığı beyaz Türk faşizmi geliştirilerek soykırıma dönüştürülmüştür. Kürtler 200 yıldır bu politikalara karşı dilini, kimliğini, kültürünü korumuştur. İkinci Cumhuriyet Kürtler olmadan kurulmak isteniyor ancak tarihsel gerçeklik bunun mümkün olmayacağını göstermiştir.
Kürtler partilerinin kapatılmasına, yöneticilerinin katledilmesine, soykırıma uğratılmalarına rağmen demokratik parlamento zemininden şimdilik vazgeçmiyorlar. Şimdilik. Geçmişten günümüze kurulan tüm partilerimizin programlarında Kürt sorunun demokratik çerçevede çözüleceğine inanılmaktadır ve demokratik anayasa vurgusu bulunmaktadır.”
AKP’li vekillerin Meclis araştırma önergeleri
Davanın “yargılama konusunun esasında “çözüm” adı altında yürütülen süreç olduğunu ifade eden Tuncel, “çözüm süreci” için AKP’li vekillerin o dönemde verdiği Meclis araştırma önergelerini okudu.
Tuncel, önergelerde AKP’li vekillerin “sorunun askeri olarak çözülemeyeceği”, “askeri harcamaların getirdiği ekonomik yük”, “toplumsal barış talebi” ifadelerine dikkati çekti.
“Çözüm sürecinde” birçok aydının ve demokrasi güçlerinin katıldığı barış konferansının sonuç bildirgesini ve alınan kararları aktaran Tuncel, “Biz bütün barış taleplerini konuştuk ve değerlendirdik. Süreci nasıl ilerletebiliriz ve geliştirebiliriz diye çalıştık fakat iktidar tüm süreci başka bir yere evriltti. 6-8 Ekim’in hemen ardından ikinci bir konferans daha gerçekleştirdik. Onun sonuç bildirgesini de okumak istiyorum çünkü davaya konu olan bu konferans” dedi.
“Birçok kurum savaşın durması için çağrı yaptı”
Konferans sonuç bildirgelerini paylaşmasının ardından Tuncel, şöyle devam etti:
“Dört gündür anlatmaya çalıştığım Türkiye’nin cihatçı grupları desteklediği süreçte sadece HDP değil birçok kurum savaşın durması için çağrı yapmıştır. Siz şimdi tüm bu sorumluluğu HDP’ye atıyor, iktidarın ölümlerdeki sorumluluğunu görmezden geliyorsunuz.
Biz çözüm sürecini sonuca ulaştırmak için birçok çalışma yaptık, bunu AKP’ye dahi bırakmadık. Ne yazık ki gelinen aşamada daha çok çatışma, savaş ve ölüm karşımıza çıkıyor. Biz değişmedik, değişen AKP iktidarıdır.
“Birçok dosyam birleştirilmiş, hepsi konuşmalarım”
Hakkımda yer alan iddialara ilişkin de birkaç şey söylemek istiyorum. Hepimizi kadro olarak nitelendiriyorsunuz ve bunun üzerinden ceza vermeye çalışıyorsunuz. Birçok dosyam birleştirilmiş ve hepsi konuşmalarımdır.
Siz iftira atıyorsunuz, kanıtlamamızı istiyorsunuz. Malatya dosyasında PKK’ye ders vermiş deniliyor; kim vermiş, ne zaman, nerede bilgisi yok, Sebahat diyor ama siz oraya kalkıp Tuncel’i eklemişsiniz. Ben milletvekiliyim, HTS kayıtlarını çıkarın demiştik ama araştırmayı dahi kabul etmediniz çünkü etseydiniz gerçek ortaya çıkacaktı. ‘Çamur at izi kalsın’ zihniyetiyle gizli tanık iftiralarıyla dosya hazırlamışsınız.
“Az konuşmuşum keşke daha fazla konuşsaydım”
Bizim talep ettiğimiz delilleri getirmediniz, kendiniz için suç icat edip ardından delil yaratmak istediniz. Yaptığım çalışmaları ve konuşmaları sunuyorsunuz, hepsinin arkasındayım, hatta az konuşmuşum keşke daha fazla konuşsaydım belki Türkiye’de bir şeyler değişirdi.
Savcı Bey 9 tane tapeyi almış ve Ankara’da genel merkezimizde yaptığımız kadın meclisi toplantısını koymuş. Bunların hepsi yasaldır ve açıktır. İllegal tek bir hareket yok. Fetöcüler dinlemiş, ‘belki bir şey çıkar, bir şey buluruz diyerek’ konuşmaları dinlemişler.
Yaptığımız her şey yasal, kadın özgürlükçü ve özgün mücadelemiz ortadadır. Yaptığımız eleştiri ve özeleştiri bizim örgütlenme hakkımız ve programımızdır.
“Parti çalışmalarımızı kriminalize etmeniz suçtur”
Sizin, bizim parti çalışmalarımızı, çalışma biçimimizi kriminalize etmeniz suçtur ve tümünü reddediyorum. En az bir haber 5 kere iddianamede geçiyor. Sayfa doldurmak ve büyük suçmuş gibi algı yaratmaya çalışmak için bilinçli olarak Savcı bunu koymuş.
Tüm bu değerlendirmeleri halkımıza karşı sorumluluğum gereği yaptım. Siyasi mahkemeniz için değil, adil bir yargılama yapmayacağınızı hepimiz biliyoruz.
Çok düşündüm size karşı savunma yapıp yapmamayı fakat halkıma karşı sorumluluk gereği bu savunmayı yaptım. Son olarak, 2005 yılında devletin tarihle yüzleşmesi için özür dilemesine ilişkin bir dilekçem vardı. Şimdi bu Kobane Davası da buna eklenmiştir. Devletin Kürt halkına özür borcu vardır. Özür dileme ve yüzleşme bir daha asla demektir. Mutlaka kazanacağız, mutlaka bir gün Kürt halkı kendi kimliği dili, kültürüne kavuşacak. Tüm bunlar yıldırmak amacıyla yapılsa da amacına ulaşamayacaktır. Herkese selam olsun.”
Duruşma bugün, Tuncel’in avukatlarının beyanıyla devam edecek. (AS)