Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden ihraç edilen Doç. Dr. Tezcan Durna'nın Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Şimdi size bu metne neden imza/onay vermek zorundaydın onu anlatayım
Mahkemeniz beni teröre ve şiddete destek vermekle suçluyor. Ben sadece önce sıradan bir yurttaş sorumluluğuyla sonra da aslında çok da arzu edip benimseyemediğim ancak her karşılaştığımda “sen okumuş adamasın” diyen annem, ailem ve çevremin bana yüklediği “okumuş/yazmış” olma ve dünyada olan bitenlerden bu nedenle kendini sorumlu hissetme duygusuyla insanlar ölmesin, sivil insanlar da asker/polis olarak görev yapan ana kuzuları telef olmasın arzusuyla sadece BARIŞ talep ettiğini düşündüğüm bir metne ONAY verdim.
Metin üyesi olduğum muhtelif mail grupları aracılığıyla mail kutuma düştü. Zaten bu metin önüme gelmeden önce de ülkenin Güneydoğu’sunda olan bitenlerle ilgili olarak kaygılanıyor, üzülüyor, kahroluyordum.
“Bir şey yapmalı” deyip duruyordum kendi kendime ve metni görünce, devlete seslenip, ondan şefkatli davranmasını ve sivil yurttaşlarına karşı ölçülü ve hukuk dairesinde davranmasını istemenin en çıkar yol olacağını düşündüğüm ve metni de bu çerçevede bir talebi dillendirdiğini düşündüğüm için imzaladım.
Metni imzalarken, kimin/kimler tarafından kaleme alındığına da dikkat etmedim. Bu konuda herhangi bir tereddüt de geçirmedim. Metni imzalarken tek beklentim, savaş, şiddet ve çatışmanın bir an önce bitmesi ve barışın ve huzurun yeniden tesis edilmesine vesile olacağıydı.
Açıkçası bu talepler karşısında ne devlet ne de hükümet katından bu derece sert bir reaksiyon geleceğini de beklemiyordum. Zira ben en doğal insan hakkı olan ifade özgürlüğünün hukuk devletinde güvence altında olduğuna inanıyorum ve hala bu inancımı yaşadığım tüm mağduriyetlere rağmen ısrarla koruyorum.
Suçlandığım “terör ve şiddete destek verme” suçunu kabul etmem mümkün değil. Her şeyden önce böyle bir suçlama benim mizacıma ters. Ben herhangi birisiyle ağız dalaşına girip, herhangi birisini azarlamaktan bile büyün üzüntü duyabilecek mizaçta birisiyim.
İkincisi de ben bir akademisyenim ve benim işim düşünce, kitap, kalem ve araştırma iledir.
Ben üniversiteden hukuksuz bir şekilde ihraç edilmeden önce verdiğim derslerde onlarca, yüzlerce Kürt, Türk, başı kapalı – açık , sağcı, solcu, milliyetçi her grup ve sınıftan öğrenciye ders verdim.
Ve bütün bu öğrencilerime ilk derste söylediğim şey şu oldu: Benim politik olarak hiç tasvip etmediğim/etmeyeceğim kişi/gruplarla ilgili dahi olsa asla sınıfımda şiddeti/terör eylemlerini övücü, militarist bir söylemin propagandasını yapan, nefret söylemi üreten, hedef gösteren ifadeler dışında her şeyi derste konuşabilirsiniz. Saçmalamak da buna dahildir.
Bu standardımdan hiçbir dersimde vazgeçmedim. Hiçbir öğrencimin sınıfımda kamuya mal olmuş herhangi bir aktöre, hakaret etmesine, hiçbir grubu ya da kişiyi hedef göstermesine, şiddeti öven ya da tasvip eden söylemde bulunmasına izin vermedim.
Şimdi ne gariptir ki kendim asla tasvip etmediğim bir eylemle suçlanıyorum. Suçlanmaktan değil suçlandığım şeyden üzgünüm. (TD/TP)