Türkiye’nin “düşük yoğunluklu savaş“ atmosferinde barış mücadelesinin ön saflarında hep kadınlar yer alıp,barış bir hak mücadelesine dönüşürken ısrarla barışa ses vermeye devam ediyorlar.
Bugün ise yeniden Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahale planları, 21 Temmuzda gerçekleşen Suruç saldırısı, Urfa’da iki polisin öldürülmesi ile birlikte savaş yeniden gündelik hayatımıza giriyor.
Savaş ve birlikte gelen nefret dili çatışmayı alevlendirirken hem şehirlerde hem de sınırda savaşın birincil muhatabı kadınlar yine tek bir şey söylüyor; barış, barış, barış…
Fakat kapsayıcı ve onurlu bir barış olması gerektiğini, adalet gözeten bir barış olması gerektiğini de söylüyorlar.
Çatışma bölgelerinde yaşayan kadınlar anlatıyor:
“Sınırlar kalksın aramıza bir şey koymasınlar “
Emine Nusaybin Belediyesi’nde de mahalle yöneticiliğini yapıyor.
Eşleri çalışmak için şehir dışında olduğundan sınıra sıfır noktasında beş kadın bir arada yaşadığı evde oturuyorlar. En çok arzuladıkları şeyin barış olduğunu söyleyerek anlatıyor:
“Barış olsun, annelerin yüreği yanmasın, artık kan dökülmesin. Burada her şey gördük savaş gördük, açlık gördük, eğer Türkiye insanlık için Suriye’ye girecekse girsin fakat savaş için asla girmesin çünkü biz savaş istemiyoruz. Hiç kimse istemiyor savaş olsun, herkes iyi bir şekilde barış içinde yaşasın. Suriye’deki insanlar mallarını topraklarını bırakıp buralar geldiler. Ve biz Kürtler onlara yardım ediyoruz.
Biz fakir olmamıza rağmen elimizden geldiği kadar yardım ediyor, onlara ekmeğimizi paylaşıyoruz.
Nusaybin’den Kamışlı şehrinin görünümü.
Bu sınırları kaldırsınlar aramızda bu istiyoruz bir şey koymasınlar aramıza, onlarda bizim insanlarımızdır. Barışı istiyoruz, onlara gidip gelmek istiyoruz, biz burada onlar orada olmuyor. Bu sınırı bizim aramızda kaldırsınlar. Bu sınırları istemiyoruz”.
"Savaşın sesleri ile yaşam"
Mizgin, Nusaybin’de öğrenci. Sınıra sıfır noktasında oturuyor. Bize mahallesini ve yaşamını anlatırken en büyük isteğinin üniversiteye gitmek olduğunu anlatıyor.
Nusaybin’de savaştan en çok çocukların etkilendiğini ve son beş yıldır savaşın sesleri ile birlikte yaşadıklarını söylüyor.
Eğitimine İstanbul ya da İzmir’de devam etmek istiyor.
“Düzenimiz bozuldu“
Gülçin Ertaş, Urfa’nın merkezinde oturuyor. Çalışmıyor. Barış arzusunun yanında düzenlerinin de bozulduğunu bir kaç kez tekrarlıyor.
Urfa merkezde özellikle Suriyeli mültecilere karşı ayrımcı bir hava hakim. Gülçin’in beş yaşındaki oğlu oyuncak silahı ile oynarken “bütün Suriyelileri öldüreceğiz“ diyor. Aile müdahale etmiyor.
“Suriye gibi olmaktan korkuyorum“
Adını vermeyen Hataylı bir kadın ise Suriye gibi olmaktan korktuğunu söylüyor. Hatay’ın ise Suriye’nin bir yansıması olduğunu oradaki çatışmanın mahallelerine sirayet ettiğini anlatıyor. Savaşın emek boyutuna da dikkat çekerek“Suriyelilerin zengin iş adamları tarafından nasıl kullanıldığını en iyi biz biliriz, çoğu zaman paralarını bile alamıyorlar, içim yanıyor” diyor.
“Sadece Kürtler değil Türkler de barışı haykırsın“
Mardin Beyazsu’dan Zeynep ise “ biz yıllardır hep barış dedik artık Batı’dan destek bekliyoruz“ diyor ve Mardin’de erkeklerden çok kadınların barış mücadelesini öne çıkardığını ekleyerek “kadınsız barış olmaz, kadınlar barış yapacak“ diye ekliyor.
Düşük yoğunluklu savaş
Her ne kadar düşük yoğunluklu olarak adlandırılsa bile kaybedilen 30 bin can savaşın yoğun olduğunun en büyük kanıtı ve kırılgan bir ateşkes siyasi iradenin hamlelerine yenik düşüyor.
Bir yandan da Barış için Kadınlar, Barış Bloku, siyasi partiler, bireyler savaşa karşı ses çıkaran birçok kişi #SanaSavasYaptırmayacağız başlığı altında buluşuyor. (BZ/HK)
* Besna Tonguç, Ali Alsalleh’ye çeviri için teşekkür ediyorum.