30 Mart yerel seçimlerinin ardından Kürt illerindeki kadınların başarısını, kadınların siyaset sahnesinde temsil eksikliğini ve Kürt kadın hareketinin bu alandaki kazanımlarını Handan Çağlayan’la konuştuk.
Çağlayan’a göre bu seçimlerdeki tablo yeni bir durum değil. Kürt kadınları siyasi hareketin başlangıcından beri kendilerini bu alanda ifade ediyorlar. Eşbaşkanlık ise toplumsal rolleri değiştirebilmek için bir araç.
Çok tartışmalı bir seçim ortamı geçirdik. Fakat bu seçimlerde farklı olarak Kürt illerinde kadın adayların artarak ön plana çıktığını gördük. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yeni bir durum değil aslında. İlk olarak Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) öncüllerinden Halkların Demokrasi Partisi (HADEP) zamanında, partinin bütün karar ve yönetim organlarında kadın temsilini sağlamak üzere yüzde 25 kota uygulanmaya başlanmıştı.
Bugün gelinen düzeyin, o uygulamanın olağan devamı ve gelişmesi olarak değerlendirmek mümkün.
Çok kritik bölgelerde özellikle büyükşehirlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) gibi siyasi partilerin kadın başkan adayları oldukça azdı. Sizce buralarda özellikle erkek adayların tercih edilmesi bir siyasi anlayıştan mı kaynaklanıyor?
Ana akım partiler açısından mevcut durumu, tek parti döneminin, Türkiye siyasi hayatına ve siyasi partilerin yapısına bıraktığı kötü bir miras olarak değerlendirmek mümkün.
Liderlik kültürünün ağır bastığı, parti içi demokrasi yerine liderin belirleyici olduğu bir yapı söz konusu. Karar süreçlerinde üyeler ya da delegeler değil liderler söz sahibi oluyorsa parti içi demokrasinin gelişmesi mümkün değil.
Bütün işleyiş, liderin arzularına, ona yakın olmaya, onun gözüne girmeye göre şekilleniyor. Böyle bir şekillenme içinde ekonomik, sosyal açıdan güçlü olanlar, bu tür ağlara hakim olanlar lidere de yakın olabiliyorlar.
Kadınların ya da toplumsal ve siyasal olarak güçsüzleştirilmiş diğer kesimlerin söz konusu sistem içinde öne çıkma, aday gösterilme şansları çok düşük. Liderler de aday gösterecekleri kişilerin ne ölçüde ekonomik güce sahip olduğuna, sahip olduğu ilişki ağlarına, ne kadar oy getirme potansiyeli olduğuna falan bakıyorlar.
Bu durum ülkede hakim olan siyaset kültürüyle de alakalı tabii. Özellikle yerel yönetim seçimlerinde çok gözü kara bir rekabet yaşanıyor. Bunun yerel hizmete ya da katılımcı demokratik bir yerel yönetime aday olabilmek için olmadığını, yerel yönetimlerin iştah açıcı bir rant alanı olarak görüldüğünü çok iyi biliyoruz.
“Siyaset”in verili yapısı böyle şekillenince adayların profili yadırgatıcı olmakla birlikte hiç de şaşırtıcı gelmiyor.
Bu seçimin Kürt kadın hareketi için bir başarı olduğu açık. Bu aşamaya nasıl gelindi? Kısaca bahseder misiniz?
Gerisinde devasa bir toplumsal ve siyasal mücadele olduğu biliniyor. Kürt siyasal hareketi cinsiyet eşitlikçi bir yaklaşıma sahip. Bu önemli bir etken ama eğer kadınların mücadelesi olmasaydı, sadece örgütlenme çalışmalarına katılmayla, başka bir ifadeyle işin mutfağıyla yetinmek zorunda kalabilirlerdi de.
Refah Partisi’nin (RP) ya da AKP’nin seçim başarılarında kadınların yoğun emeği olduğunu biliyoruz örneğin. Ama bu partilerde benzer bir gelişme olmadı. BDP açısından baktığımızda kadınların uzun yıllardır hem işin mutfağında güçlü, kitlesel bir varoluş sergilediklerini hem de karar ve yönetim organlarında yer alabilmek için etkin bir şekilde mücadele ettiklerini görüyoruz.
Bu ikisi bir arada olmasaydı bugün bu ölçüde başarı elde edemeyebilirlerdi. Hem çok iyi örgütleniyorlar, çok güçlü bir katılım sağlıyorlar ama hem de katılımlarının karar ve yönetim organlarında karşılık bulması için de çaba harcadıkları için bugün yüzde 40 civarında temsil edilebiliyorlar. Kürt siyasal hareketinin sağladığı toplumsal mobilizasyon da işleri kolaylaştırıcı bir etkiye sahip tabii.
Eşbaşkanlık sistemini gittikçe yaygınlaşmaya başlayan bir biçim haline dönüştü. BDP’den sonra bazı sosyalist partiler ve demokratik kitle örgütlerinde böyle bir yönteme gidildiğini görüyoruz. Kadınlar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz. Gerçekten bir zorunluluk muydu? Bundan sonra demokrasiye katkısı/etkisi nasıl olur?
Toplum örgütleri açısından ayrıca değerlendirilmesi gerekebilir ama siyasi partiler açısından eşbaşkanlığın çeşitli avantajlarından söz etmek mümkün. Bir kere liderlik kültürüne karşı önemli bir araç olduğu belirtilebilir. Basında, kamuoyunda tek bir kişi temsil konumunda olmuyor.
Öte yandan kadınların görünür olmaları açısından da önemli olduğunu düşünüyorum. Parlamentoya, yargıya, toplum örgütlerine, bürokrasiye, sendikalara ya da benzer alanlardan hangisine bakarsak bakalım temsil konumunda hep erkekleri görüyoruz. Bu neredeyse kanıksanmış bir durum. Öylesine kanıksanmış ki, “bu işte bir terslik yok mu acaba” diye düşünmüyoruz bile.
Eşbaşkanlığın bu kanıksamaya karşı uyarıcı bir etki yaptığı belirtilebilir. BDP’de grup toplantılarında, basın karşısında her seferinde eşbaşkanlardan birinin görünmesi, kadınların bu anlamda görünür olması, yukarıda kanıksanmış diye söz ettiğim tablonun sorgulanmasına yardımcı oluyor.
Kadınlar yapılan işlerin her aşamasında olduklarına göre temsil konumunda da olmalarından daha doğal ne olabilir. Bu anlamda zorunlu olduğu belirtilebilir.
Barış süreci asker/gerilla ölümlerinin durması ve çatışma ortamının bitmesi gibi görülüyor. Sizce kalıcı barış nasıl sağlanır? Özelde Kürt kadın hareketinden genelde kadın hareketine bu konuda neler düşüyor?
Silahların susması çok önemli ama barış, bundan ötesini ifade ediyor. Her şeyden önce savaşa neden olan etkenlerin neler olduğunun kamuoyunda açıkça konuşulması, tartışılması, bunların toplumun çoğunluğunun desteğini de alarak ortadan kaldırılması gerekiyor.
Kürtlerin senelerdir dile getirdikleri hak talepleri var. Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde ve sonrasında yaşanan çok ağır hak ihlalleri, işlenmiş suçlar, insanlara yaşatılan yıkımlar var. Bunların konuşulması, telafi edilmesi gerekiyor.
Öte yandan barışın inşasının, kimlik taleplerinin ötesine geçen boyutları da var. Farklı farklı düzlemlerde doğaya, emekçilere, kadınlara karşı yürütülen savaşlar var. Gözü dönmüş bir rant hırsıyla ormanlar yok ediliyor, dereler kurutuluyor. Emekçiler iş kazası adı altında sermayeye kurban edilirken, kadınlar da erkek şiddetiyle katlediliyor.
Emekçilerin de kadınların da can güvenliklerinin yasalarla güvenceye alınamaması, katillerin etkili bir şekilde yargılanıp cezalandırılmaması, devleti suç ortağı kılıyor. Dolayısıyla tüm bu meseleler barış başlığının altında yer alıyor. Bu bağlamda barışı çok boyutlu, çok yönlü yeni ve daha eşit, adil bir toplumsal inşa, toplumsal sözleşme süreci olarak düşünmek mümkün. Kadınlar olarak bu süreçte etkili bir şekilde yer almak, taleplerimizi, barıştan ne anladığımızı duyulur kılmak durumundayız.
Bütün bu barış tartışmalarının arasında her geçen gün kadın ölümleri devam ediyor. Siyasi partilere ve devlete bu kadın ölümlerini durdurmak ve kadın katillerine caydırıcı yaptırımların/cezaların verilmesini sağlamak için kadın hareketi ne gibi hamleler yapmalıdır?
Kadın cinayetleri siyasi cinayetlerdir. Çünkü gazete haberlerinde yazıldığı gibi “anlık cinnet”lerin, kıskançlıkların falan değil, erkeklerle kadınlar arasında tarihsel olarak oluşmuş güç eşitsizliğinin sonucudur. Önce bunun altını çizmek gerek.
Ayrıca devlet iktidarı ile erkek iktidarı arasında çeşitli boyutlarda birbirini besleyen görünür, görünmez pek çok ilişki mevcut ve kapitalist sistem de işin içinde. Bu nedenle caydırıcı cezalar verilmesi ya da daha genel olarak kadınları korumaya, cinayetleri engellemeye ve işlenen cinayetler karşısında etkili soruşturma ve cezalandırmanın yapılmasını sağlamaya yönelik hukuksal düzenlemeler önemli olmakla birlikte sadece hukuksal düzenlemelere bel bağlayamayacağımız ortada.
Nitekim şu anda kadına yönelik şiddeti önlemeye ve bunu cezalandırmaya yönelik son derece ayrıntılı düzenlenmiş çok iyi bir yasal düzenlemeye sahibiz. Ama kadınlar öldürülmeye devam ediyor. Böyle bir yasamız var ama sığınma evleri neredeyse yok denecek kadar az örneğin.
Bu bağlamda kadınları güçlendirmeye, cinsiyet eşitsizliğini ortan kaldırmaya hizmet edecek her türlü çalışmanın önemli yadsınamaz. Biraz klasik gelebilir ama bu tür çalışmaların başında da örgütlenmenin geldiğini düşünüyorum. Çünkü çoğunlukla etkimiz örgütlü gücümüzle paralel oluyor. (DBN/EKN)