William Saroyan’ın, “Amerika'dan Bitlis'e William Saroyan” kitabından etkilenerek “Saroyan Ülkesi” belgesel filminin senaryosunu yazan ve yöneten Lusin Dink, Saroyan ile kurduğu bağı ve filmin hikayesini anlatıyor.
“Saroyan ile dostluğum, ben Ermeni okulunda okudum, okulda hep duyuyoruz biliyoruz, Saroyan diye bir yazarımız var bizim ama sadece bir halk kahramanı gibi sadece ismini bildiğimiz ve geçiştirdiğimiz biri olarak kalıyor. İşte bir iki öyküsünü sınıfta okursak okuyoruz, o kadarla sınırlı kalıyor. 2000’li yıllarda Saroyan kitaplarını okumaya başladım. Benim için geç bir tanışma oldu tabii…”
Benim adım Sona
“Saroyan Ülkesi” belgesel filmi, röportajlar, kurgu ve yolculuk bölümlerinden oluşuyor. Filmin senaryo yazımı aşamasında Saroyan’ın yolculuğuna çıkan Dink, filmin çok ayrı parçalara bölünerek bir bütün olduğunu söylüyor.
“Saroyan Ülkesi filminin yaklaşık iki yıl kadar yazması sürdü. Çekimler başladığında da hala Saroyan kitapları okumaya devam ediyordum, senaryo çalışması, okumalarla birlikte gelişen süreçte metinleri kolajladım.
“Senaryo sırasında Trabzon ve Bitlis arası Saroyan’ın yolculuğuna çıktım. Kolajladığım metinlerle beraber hem ne ile karşılaşacağımı görmek hem Saroyan’ın o yolculuktaki hissine daha da yaklaşmak amacıyla o yolculuğu yaptım.”
“Film üç bölümden oluşuyor, kurgu, röportajlar ve yolculuk olarak. Yolculuktan sonra röportajları yaptım. Saroyan’a ona Anadolu yolculuğunda eşlik eden Fikret Otyam ve Saroyan’ın çok yakın arkadaşı ve Saroyan edebiyatı üzerine dersler veren Dikran Kuyumcuyan ile görüştüm. Onlar olmadan olmazdı Saroyan belgeseli… Sonrasında filmin kurmaca dediğimiz bölümlerini çektik. Gerek çekimleri gerçekleştirdiğimiz mekanlar, gerek içerik ve çalışma ekibi olarak çok coğrafyalı çok uluslu bir film oldu.”
Bitlis’e gittiğinde, orada birçok kişinin Saroyan’ı tanıdığını dile getiren Dink, onun yolculuğunda karşısına çıkan benzer hikayelerle karşılaştığını söylüyor.
“Saroyan Ermeni olduğunu her yerde söyleyen biri. Bitlis’e vardığımızda kitapta geçen yerler hakkında sorular sordum, ‘bahsettiği evi nerede olabilir’ diye. Polislere kadar Bitlis’te herkes Saroyan’ı biliyor. Muhtemelen bunda 1964’teki Bitlis yolculuğu etkendir.
“Güzergahta da gittiği birçok şehirde, diyelim adı Ayşe olan birisi gelip Saroyan’ın kulağına ‘Benim adım Sona aslında’ diye fısıldayabiliyor. Bizim de orada Saroyan’ın hikayesini çekeceğimizi öğrenen kişiler orada Ermeni ailelerin yaşadığını söylediler.
“Saroyan’ın bir de Ankara hikayesi var bununla ilgili; Ankara’da Fikret Otyam, Saroyan’a çok güzel bir gece düzenliyor. Gece bir meyhaneye gidiyorlar, Karadenizli meyhaneci Saroyan’ın Ermeni olduğunu öğrenince hesap almıyor. Fikret Otyam, bedava hiçbir şey vermeyeceğini söylediği meyhanecinin o gece yüzünü bir hüzün kapladığını ve kendi mekanından hiçbir şey söylemeden erken ayrıldığını söylüyor. ”
Başka bir zamanın ortak yolculuğu
Lusin Dink, Saroyan’ın öldüğü 1981’de doğuyor. Saroyan’ın yolculuğunda belki yarım kalan bir yolu bu filmle tamamlamış olabilir misiniz, Saroyan’ın yolculuğu ile birlikte kendi hikayelerinizle özdeşlik kurdunuz mu diye sorduğumda Dink şöyle yanıtlıyor:
“Ben Sorayan’ın yolculuğuna hep sadık kalmaya çalıştım, ama Saroyan bugünkü Anadolu’dan daha Anadolulu bir insan. Dolayısıyla da öyle özdeşlik kurabildik. Saroyan ile özdeşliği yalnız benim değil, gerçekten sürgün, soykırım, göç yaşamış tüm insanların özellikle bu yüzyılın vahşetinden geçmiş halkların çocuklarının Saroyan’ı çok iyi anlayıp özdeşlik kurabileceğini düşünüyorum.
“Bu Saroyan’ın gücü, onu anlayabilmiş olmakta kendimi kimseden ayrı tutmuyorum. Ben yolculukta hep Saroyan’ın yolculuğu ve onun edebiyatına çok sadıktım… Bu noktada ne kadar benim yolculuğum olduğunu çok bilemiyorum, sadece şunu söyleyebilirim bir dönem filmin mekanlarına çekimden önce gittiğim zamanlarda küsmüştüm Saroyan’a… Neden duyguları hakkında hiç yazmadığı ve sonunda yazdığı Bitlis yolculuğunda da duygularını çok ifade etmemiş olmasına. Bitlis yolculuğuna dair yazdıkları genelde sorgulamaları üzerinden giden bir metindir. Fakat bir süre sonra onu anladım… ”
Saroyan’ın yolculuklarından filmde olamayan ama Lusin Dink’e kalan bir hikaye;
“İki yıl olmayan bir insanla yaşamak paranoyakça bir durum, ben iki yıl Saroyan ile yaşadım. Ve aranızda bir mahremiyet oluyor artık senin ve onun. Yolculuklarda ve hikayeyi yansıtmaya çalıştığım diğer bölümlerde de o mahremiyetin bozulmasını istemedim sanki. Saroyan’ın doğduğu yer olan Fresno’ya gittim. Orada ‘Wiilam Saroya Theatre’ diye onun adına bir bina var, tabii Saroyan’ı tanıyan bir sürü insanla da tanıştım orada oraları gördükten sonra dönüş yolunda 95-96 yaşında Saroyan’ın en yakın arkadaşının eşi ile tanıştım, tabii çok yaşlıydı ve çok az şey hatırlıyordu.
“O bana Saroyan öldükten sonra onun için onun adına basılmış ilk onu anma yazılarının olduğu zarflar vardı elinde, çok az sayıda olmasına rağmen bana birini hediye etti. Biz bu anı çektik, elbette filme koymak için değil kendimiz için fakat o kayıtlar silindi bir aktarma işlemi sırasında. O bana filmden geriye bir hüzün olarak kalmıştı, ama bir taraftan da filmde Saroyan’ı görmüyoruz.
“Ben zaten Saroyan’ı kendi edebiyatından ve onu tanıyan insanlardan ve kendi hissiyatlarım üzerinden de bütünleştirerek ‘bir Saroyanım var benim’ diyorum ama asla kahramanım değil, çünkü o da kendini öyle tanımlamayı isteyen bir insan değil, kahramanlara çok inanan biri de değil… Dolayısıyla o kaydın silinmesi de filme ve benim Saroyan ile kurduğum bağa uydu diye düşünüyorum, hafızamda zaten aktarılan bir şey olarak hep kalacak bu anı.”
İlk filmi olan Saroyan Ülkesi belgesel filminin ardından gelecek projelere dair bir soruya Dink, vakıf olabileceği hikayeleri anlatacağını söylüyor.
“Saroyan’ın filmde gölge olması, elbette ben vakıf olabileceğim bir hikayeyi anlattım. Ben kendi tarihimin ve kendi halkımın yaşadıklarına daha çok vakıf olabilirim. Saroyan filmde göçmen olmuş, soykırımlar ve sürgünler yaşamış bütün insanları temsil ettiğini düşünüyorum. Bu noktada seyirci ile bağdaşlık kuracağını düşünüyorum. Bundan sonra da daha vakıf olacağım filmler yapmayı tercih ederim, tabii Türkiye koşullarında film yapmak biraz daha kolaylaşırsa.” (ASA/EKN)