Aslında Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın ilk görüntülerini, yakalanıp götürüldüğü Samsun Emniyet Müdürlüğü’nün altındaki çay ocağında çekilmiş fotoğrafta görmüştük. Samast kendinden emin rahat tavrıyla iki elinin arasında gerdiği bir Türk bayrağı tutuyordu. O dönem bunun üzerinde durulmadı değil, duruldu, ama davanın seyri içinde devletin izine her uğrakta o kadar çok rastlandı ki, Samsun Emniyeti’nin çay ocağında çekilmiş o fotoğraf zihinlerin gerisinde kaldı. Kuşkusuz o görüntü, bu devletin aklını ve “devamlılığını” bilenler için bugün olduğu gibi o gün de şaşırtıcı bulunmamıştı.
Yine de o fotoğrafın çekildiği sırada ve sonrasında çekilmiş görüntüleri dokuz yıl sonra izlemek, yapılan konuşmaları duymak, o çay ocağında ne olduğunu bilen ve tahmin edenler için bile can sıkıntısı oluşturuyor. Her türlü kötülük ve melanet “FETÖ”den bilinmeseydi belki biz de şimdi deşifre edilmiş bu görüntülere ulaşamayacaktık! Ne çay ocağında çekilmiş görüntülere, ne de Hrant’ın öldürüldüğü gün orada bulunan sayıları altıya varan jandarma istihbaratçılarının görüntülerine.
Aslında Hrant Dink davasına, davanın seyrine, dava sırasında ortaya saçılanlara bakıldığında tümüyle konjonktüre bağlı olarak sıçramalı bir seyir izlediği görülüyor. Önce Ergenekon, şimdi de Cemaat operasyonları ve tutuklamaları bu davanın gelişimini önemli ölçüde etkiledi diyebiliriz. Yoksa bu soruşturma da başka benzerleri gibi çoktan “öfkeli bir genç” hezeyanı olarak tozlu raflardaki yerini alabilirdi. Ama almadı ve biraz da iktidar bloğu içindeki tepişmenin sonucu Hrant davası dokuz yıl sonra yeni tutuklamalar ve yeni görüntülerle aktüalitesini koruyor.
Hrant Dink davasına dair, bu görüntüler üzerinden karşılaştırmalı örnekler vererek, siyasi cinayetler tarihine dalarak derin analizler yapanlar ise bir şeyi unutuyorlar. Hrant öldürülmeden önce Genelkurmay’dan İstanbul Valiliği’ne kadar devletin kurumlarınca “ayağını denk alması konusunda” uyarılmış, yaygın medyada hedef haline zaten getirilmişti. Dolayısıyla yukarıdan aşağı devletin bütün kademelerinin gözü önünde işlenen, dahası işlensin diye elden gelenin yapıldığı ve delilleri yok etmek için üzerinde hep birlikte anlaşılan, yakaladıkları katille fotoğraf çektirme yarışına girilen ve “aslanım, koçum, kahramanım” diye sırtı sıvazlanan kaç katil, kaç siyasi cinayet biliniyor? Çok bulunabileceğini sanmıyorum.
Bu nedenle Hrant Dink davasını yakın dönemin kimi siyasi cinayetleri ile karşılaştırmak, benzerlik aramaya çalışmak, yüzleşilmesi gereken bir gerçeklikten bir kez daha kaçmak ve bütün olan biteni hafife almak anlamına geliyor. İlle de bir benzerlik arayanlar ise bunu ancak Malatya Zirve Yayınevi katliamında ya da Rahip Santora davasında bulabileceklerini biliyorlar elbette.
“Gavur” kültürü ile şekillenmiş zihinler
Toplumun büyük bölümünü saran “gavur” düşmanlığını, bu toprakları koruyabilmek ve savunabilmek adına “Yedi düvele karşı verilen ve hala da sürdürülen savaş”tan ayrı ele alabilmek olanaklı değildir. Toplumun her milliyetçi kalkışmasında akla gelen ajitasyon Ermenilere ve Müslüman olmayanlara duyulan nefretle kendisini açığa vuruyorsa burada ciddi bir travma, sağaltılması gereken bir hastalık vardır.
Gayrimüslimlerden arındırılmış Anadolu’da yeni bir devlet kurulurken hemen her şey Türkleşme ve İslamlaşma ekseninde geliştirildi. Kimi zaman Türk vurgusu öne geçirildi kim zaman da İslam. O “arınmanın” nasıl ve hangi yöntemlerle yapıldığı, yapanların yapılanların gerekli ve kaçınılmaz olduğuna inandıkları için de yok sayıldı. Ya da onlar, o yapılanları hak etmişlerdi zaten!
Bu yüzden demokrasi adına hiçbir şey yerli yerine oturmuyor bu topraklarda. Demokrasi adına konuşanlar bile işin esasını değil de kimi şekillerini konuşarak yol alıyorlar. Daha dün 6-7 Eylül’ü geride bıraktık. Atatürk’ün Selanik’teki evini bombalayarak büyük bir provokasyon yaratan Oktay Engin daha sonra Nevşehir valisi olmadı mı? Orgeneral rütbesiyle özel harp daire başkanlığı yapan Sabri Yirmibeşoğlu’nun 6-7 Eylül için “Mükemmel bir özel harp harekâtıydı, amacına da ulaştı” sözlerine “halkı kin ve nefret duyguları yaratarak birbirine düşürmek”ten soruşturma açıldığını da hiç duymadık. Duyamazdık da zaten. Kimbilir o kusursuz ve “mükemmel” harekât sonrası nasıl da taltif edilmiştir? Aslında yıllarca kurnaz biçimde anlatılan, savunulan ırkçı Türk milliyetçiliği her uğrakta beslenip büyütüldü. Zihinlerinin böyle şekillendiği devlet mekanizması içinde görev yapanlar için vatan mevzu bahis oldu mu, “bölünme tehlikesi” retoriği ile karşılaşıldı mı, dün ne yapıldıysa aynısı yapılmaktan geri durulmadı.
O yüzden tarihimizde kara bir leke gibi duran ve insanlığa karşı işlemiş suçların başında gelen Ermeni, Rum, Süryani ve Ezidi soykırımlarıyla yüzleşmeden, farklı etnik kimlikler ve inançlar kabul edilip hakları teslim edilmeden bu nefret söyleminden kurtulmak mümkün olmayacak.
İşte bu yüzden farklı etnik kimlikler, inanç grupları ve onların kanaat önderlerine, sözcülerine benzer saldırılar devlet mekanizması içinden onay görüyor, dahası orada planlanıp uygulamaya sokuluyor. Onun için bu saldırıları yapanların aynı Ogün Samast’ın Samsun Emniyeti’nin çay ocağındaki gibi sırtları sıvazlanıyor. Dolayısıyla zihinlerde “gerçek katil kim sorusu” cevabını aramaya devam ediyor. (KA/YY)
HRANT DİNK DAVASI'NDA KAMU GÖREVLİLERİ YENİDEN HAKİM KARŞISINDA