Ama rüzgar şu anda yön değiştirmekte. Küresel ısınmayla mücadele ve enerji kaynaklarının giderek azalacağı bahaneleriyle, yetkililer yine ipleri ellerine aldılar.
İsviçre'de nükleer enerji dosyasından sorumlu sosyalist bakan Moritz Leuenberger nükleer lobinin oyununa ortak oluyor. Fransa'da nükleer karşıtı gruplar nükleer enerji konusunu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gündemine ekletebilmek için kılı kırk yarmakta.
Sonuç olarak nükleer karşıtları, gündem yaratabilmek için çareyi Normandiya bölgesindeki Flamanville şehrinde yapım çalışmalarına başlanan EPR'nin(Avrupa Su Basınçlı Reaktörü) inşaat sahasını işgal etmekte buldular.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura kalan adayların ikisi de -Sarkozy ve Royal- nükleer enerji sorununu hasır altı etme çabasında.
Ségolène Royal enerji tasarrufundan ve nükleerin elektrik üretimindeki payını azaltmaktan yana olduğunu açıkladı ama nükleer sanayiye son vermek yolunda herhangi bir vaatte bulunmaktan kaçınıyor.
François Bayrou gibi, bu konuda demokratik bir halk müzakeresi düzenleyeceğini söylemekle yetiniyor. Yani kısacası 1981'de François Mitterrand'ın uyguladığı yöntemleri uyguluyor. Bu manevraların sonunun nereye vardığını hepimiz biliyoruz.
Mitterrand'ın Elysée'deki 14 yılının özeti, gazetecilerin kendisine nükleerle ilgili yönelttiği sorulara cevap olarak kullandığı şu meşhur formülde yatar: "Uzmanların sözü benim sözümdür."
Nükleeri tek çıkar yol olarak gören ideolojinin bu denli güçlü olması tüyler ürpertici bir olgu. Bu ideoloji Çernobil kurbanlarının hatırasına saygısızlık ediyor. Çıkarları uğruna, yerkürenin radyoaktif kirliliğe maruz kaldığı gerçeğini yadsıyor.
Radyoaktif kirlilik alanında bağımsız olarak çalışmalar yürüten bir dernek olan CRIIRAD, bu ayın başında Areva şirketinin Gabon ve Nijer'de sebep olduğu ölümcül kirlikten dem vuran bir rapor yayımladı.
Radyoaktif kirliliğin sonunda ancak çıkmaz yol var. Nükleer asla sürdürülebilir bir enerji olamaz. Bugün dünya genelinde toplam 500 santral mevcut. Bu sayının iki katına çıkarıldığı durumda bile nükleerin toplam sera gazı etkisinde yaratacağı fark olsa olsa yüzde 5'lik bir azalmaya karşılık gelebilir.
Sorunun çözümü başka bir yerde yatıyor. Sorunun anahtarı daha çevre dostu, daha az enerji tüketen ve dünya nüfusunun temel ihtiyaçlarını karşılamaya daha uygun üretim şekillerinin ortaya konmasında. Bu da, nükleer enerjinin dayattığı toplum modelinin en temel bileşeni olan piyasa mantığından kesin olarak kopmayı gerektiriyor.
Nükleer toplum, merkeziyetçi ve antidemokratik bir toplumdur çünkü bu sistem genel toplum çıkarlarından ziyade birkaç grubun kâr etmesi mantığına dayalıdır. (PB/ST/TK)
* Philippe Bach'ın 27 Nisan'da Le Courrier'de yayınlanan yazısını, Sezin Topçu Türkçeleştirdi.