Bu yazı yazıldığında cinayetin dördüncü günüydü ve ekranlarda, gazetelerde cinayetin aslında bütün Türkiye'ye karşı işlenmiş bir ihanet olduğu ifade ediliyor ve bu tür "ülkenin imajını bozucu sapkınların" ise neden özellikle Trabzon'dan çıktığını anlamaya yönelik hummalı bir çaba hasıl oluyordu.
Katilin apaçık ortada olan faşist kimliği sinirlilik, heyecanlılık, tezcanlılık, delikanlılık gibi niteliklerle özdeşleştirilen Trabzonluluk gibi sanal bir kategori içinde görünmez kılınmış, Hrant'ın vatan hainliğiyle mahkum edilmiş solcu/özgürlükçü tavrı ve yine bu ülkede pek çok ayrımcılıkla karşı karşıya kalmasının esas nedeni olan Ermeni kimliği "bu kurşun aslında Türkiye'ye sıkılmıştır" korosu tarafından "asimile" edilmişti bile. Artık katil bir faşist değil Trabzonlu, "maktul" ise solcu bir Ermeni gazeteci değil, Türkiye'nin imajı idi.
Cinayeti Trabzon'a has dinamiklerle ilişkilendirmek önemli ve gerekli olabilir, ama onu Türkiye'nin genel ikliminden yalıtıp Trabzon'a sıkıştırarak incelemek bize olayın -eksik değil- çarpık bir kavrayışına ulaştıracaktır. Trabzonluların eşi benzeri görülmemiş "delikanlı bir heyecana" sahip olduğuna dair yaygın ama tartışmaya değmez sığ kanaati bir yana bırakalım. Bugün yapılan yorumlar Trabzon'dan başlayıp genel Türkiye nesnelliğine doğru ilerlemiyor; tersine Trabzon'un kendine has dinamiklerinden başlayıp O.S.'nin psikolojisine doğru ilerliyor.
Böyle olunca da önümüze konulan hedef faşist şiddeti besleyen toplumsal zeminle, yani Hrant'ın gerçek katiliyle değil, Trabzon'da yoğunlaştığı iddia edilen "psikopatlıkla" mücadele etmek oluyor. Türkiye'de faşist/ırkçı hezeyanı besleyen dinamiklerin en güçlü etkisinin Trabzon'da hissedildiğine dair kanıtlanması pek de mümkün olmayan bir varsayımı kabul etsek bile Türkiye'nin son yirmi yılda şahit olduğu sosyoekonomik ve siyasal dönüşümlerin yarattığı ulusal iklime bakmadan genel tabloyu kavramak mümkün değil.
Bu olayı Trabzon'a indirgemek onun asıl nedenleriyle yüzleşmekten korkmaktır. Bugün sadece Trabzon'da değil özellikle hızla göç alan Türkiye'nin pek çok kentinde zaman zaman faşizme tırmanan dışlama ve kutuplaşma mekanizmaları gündelik yaşamda hızla tesirini arttırıyor.
Sosyalist siyasetin henüz zayıf olduğu bu dönemde, 90'lardan itibaren yoksullaşma, işsizleşme ve hızlı göç süreçleriyle ve diğer yandan da ABD emperyalizminin tehditleriyle yüzleşen kitleler devrimci sol/yurtsever bir muhalefete yöneleceğine yeni tür bir faşizmin arkasında saf tutuyor.
Bugün yükselen ırkçi/şoven tepkilerin kendisini ancak linçler ve siyasi cinayetler şeklinde gösterebilmesi ise bu eğilimi AÇIKTAN örgütlemeye veya sahip çıkmaya "cüret" eden herhangi bir parti, örgüt vs. olmaması. Zaten kitlelerin yüzeysel ırkçı/faşist güdülerine doğrudan seslenen ve onları örgütlemeye talip olan bir örgütlülük olsaydı bugün karşılaştığımız tablo çok daha acı olabilirdi.
Eskiden bu ırkçı/ayrımcı dinamiğin enerjisi belirli bir örgütlülük altında komünistlere karşı seferber edilirdi. O yıllarda kimseye de "sağcılar adam öldürüyor" dedirtemezdiniz. Nice "güvercinimizi" bu bizzat devlet erkanının meşru gördüğü faşist şiddete kurban verdik. Şimdi ise bu enerjiyi kontrol etmeye ve yönlendirmeye doğrudan talip olan ne bir parti var ne de bu şiddet potansiyelinin akabileceği bir mecra. Bugün CHP ve MHP gibi partiler hem yükselmesi için yeterince elverişli bir zemini olan tepkisel milliyetçiliği oya dönüştürmek adına kışkırtıyorlar, hem de bu tepkisellik kontrol dışına çıkacak faşizan bir mahiyet kazandığında onunla aralarına ciddi bir mesafe koyma gereği hissediyorlar. İktidar stratejileri bunu gerektiriyor.
Böyle olunca da bu yükselen ırkçı/şoven hezeyan kendini kah Ordu'da, Trabzon'da tanık olduğumuz kitlesel linçlerde, kah İnternet sitelerinde Türk olmayan herkese ve özellikle de Kürtlere küfrederek, tüm bunlar yetmediğinde de aylardır ısrarla vatan haini ilan edilmiş Hrant'ı katlederek gösteriyorlar.
İşte tüm bu süreçleri araştırarak olayı iyi teşhis etmenin ve önümüze bir eylem programı koymanın önündeki en büyük engel, katilin Trabzonluluğuna takılıp kalmak, Hrant'ın neden öldürüldüğünü unutmaktır. Geçenlerde Can Dündar'ın "Neden" programına katılan profesör Mümtazer Türköne isimli akademisyen ciddi ciddi cinayeti faşist veya milliyetçi olarak nitelemenin ona bir paye vermek, değer biçmek anlamına geleceğini iddia ediyor, cinayetin sadece adi bir suç olarak görülmesinde ısrar ediyordu: Halbuki, cinayeti faşizmle bağdaştırmayı "adi bir eyleme değer biçmeyelim" diyerek eleştiren bir anlayış aslında mantıksal olarak faşizme bir değer biçmiş olmuyor mu? Üstelik, biz Hrant Dink'i, yılbaşı gecesi eğlenirken, havaya mermi sıkan bir şuursuzun kurşunuyla yitirmedik; o mücadelesinde bir Ermeni olarak faşist bir kurşuna hedef oldu. Bunu unutturmamak lazım.
Sonuç olarak, O.S., Türkiye'de ayrımcı/faşist eğilimlerin boy vermesini hızlandıran genel sosyoekonomik ve politik atmosferin ürettiği bir katildir. Sorumlular ise sadece Trabzonluları değil tüm Türkiye halkını hem düşünsel hem de maddi yoksulluğa hapseden süreçlerdir. Bu yüzden Hrant'ın anısını yaşatmak ve faşizm ve ırkçılığa set çekmek isteyenlerin 312'ye muhalefet ederken gösterdikleri hassasiyeti ülkenin bütününde son yirmi yılda uygulanan neoliberal politikalara karşı da göstermelerini istemeye hakkımız var. Bir bebekten katil yaratan karanlık, ülke yoksulluğa ve işsizliğe mahkum edildikçe her geçen gün daha da koyulaşıyor. (CS/KÖ)
* Cenk Saraçoğlu, University of Western Ontario, Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi.