ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü Öğretim Görevlisi Dr. Cenk Saraçoğlu, Yurtsuz websitesiyle yaptığı söyleşide CHP'nin yeni yönetiminin toplumsal ve politik anlamı ve içeriği konusunu yorumladı. Yurtsuz'a teşekkür ederek Saraçoğlu'nun düşüncelerini yeniden yayımlıyoruz.
CHP gibi Kürt meselesinde yıllardır katı bir milliyetçi politika izleyen, orduyu kutsallaştıran ve Kemalizmden taviz vermeyen bir partinin Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir ismin üzerinde genel başkanlık için uzlaşması şaşırtıcı değil mi?
İlk bakışta şaşırtıcı gibi gözükebilir ama Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir ismin üzerinde neredeyse firesiz bir uzlaşma sağlanması CHP'nin iç yapısı ve tabanı ile ilgili bazı gerçeklere işaret ediyor. Deniz Baykal'ın parti üzerinde kurduğu hakimiyet ve parti politikalarının belirlenmesindeki mutlak otoritesi dışarıya partinin tamamıyla homojen olduğu izlenimini veriyordu. Şu son bir hafta içinde şimdiye kadar "görünmez" olan partililer bir anda konuşmaya ve siyaset yapmaya susamışçasına çeşit çeşit televizyon programında boy gösterdiler. Ve merkezi bir otoritenin olmamasının getirdiği rahatlıkla fikren ve tarz olarak geleneksel Baykal politikasından farklı şeyler dile getirenler oldu. Bu otoritesizlik bizim her daim homojen olarak algıladığımız CHP'nin içteki farklılıklarının ortalığa saçılması sonucunu doğurdu. Her ne kadar partililer başlıcası laiklik (daha doğrusu dinsel muhafazakârlığa yönelik antipati) olmak üzere belirli ilkelerde ortaklaşıyorsa da bu ilkelerin hangilerinin öncelikle vurgulanacağı ve bunların nasıl savunulacağı konusunda parti içinde farklılaşmalar var. Bunun da ötesinde bizim CHP'de cisimleştiğini düşündüğümüz bazı siyasi pozisyonların her partili için "kutsal" olmadığını bile söyleyebiliriz. "Elitizm" ve "orduculuk" gibi CHP'nin tanımlayıcı özellikleri olarak düşünülen pozisyonların parti içinde Baykal ekibi sayesinde hakim olsa bile hegemonik olamadığını anlıyoruz. Bu katı elitizm ve orduculuk- darbecilik Ergenekon operasyonu ve "online muhtıra" fiyaskosundan sonra parti içinde de itibarını yitirmiş olmalı. Baykal bile bunun farkında olarak ordu ile arasına mesafe koymaya çalışsa da hem bu konuda net değildi, hem de kamuoyu gözünde artık Kemalist elitizm ve orduculukla özdeşleşmişti. Kılıçdaroğlu, CHP'nin AKP'ye yönelik merkezde güçlü bir alternatif olarak ortaya çıkmasını engelleyen bu pozisyonların uzağında bir imajı temsil ediyordu. Hem partililer ona sarıldı, hem de AKP'yi dizginlemek kaygısıyla ona alternatif bir siyasi parti yaratma özleminde olan sermaye kesimlerinin gözdesi oldu.
Bu, Kemal Kılıçdaroğlu'nun gelmesiyle Kürt meselesi, milliyetçilik, ordu, Ergenekon meselelerinde CHP'de ciddi politika değişiklikleri olacağı anlamına mı geliyor?
Bu konularda radikal değişiklikler hem parti bütünlüğünün bozulması, hem de CHP'nin geleneksel seçmen tabanının daralması riskini içinde barındırıyor. Bugün Kılıçdaroğlu'nu ideal bir alternatif olarak gören çevrelerin ondan beklentisi CHP'nin sabit oy tabanını koruyarak dışarıya doğru genişlemesi. Kılıçdaroğlu'nun elitizmden uzak imajının ve popülist söyleminin bu genişlemeyi sağlaması umuluyor. Fakat aynı zamanda size garip gelebilir ama aynı popülist söylem CHP'nin geleneksel orta ve üst sınıf tabanının da partiyi desteklemeye devam etmesinin garantisi aslında. Ekonomik temelli bir popülizm ve dürüstlük vurgusu Kemal Kılıçdaroğlu'nun sorunuzda belirttiğiniz milliyetçilik, Kürt sorunu, Ergenekon gibi meselelerde bir yandan Baykal'ın şahinliğinden uzak kalarak diğer yandan geleneksel oy tabanını korumasının basit bir formülü. Kılıçdaroğlu'nun konuşmalarını dinlediyseniz gözlemlemişsinizdir, ekonomik popülizm ve dürüstlük vurgusu onun söyleminde Türkiye'nin bütün kritik meselelerini içine çeken kara bir delik gibi. Daha somut olarak şöyle ifade edeyim: Ergenekon meselesi gündeme geldiğinde Kılıçdaroğlu belki Baykal gibi hararetle muhalefet etmeyecek ama "onca yolsuzluk yapanlar dışarıda bunlar içeride" diyerek meseleyi savuşturacak. Kürt meselesi söz konusu olduğunda belki Baykal gibi "Türk kimliğinde" ısrar etmeyecek ama Kürtlerin politik hakları konusunda somut bir şey söylemektense, "oradakilere iş, aş verelim sorun kalmaz" söylemini devreye sokacak. Popülizm bütün bu riskli konuları içine çekip, eriterek bir yandan kentli orta sınıf tabanın partiden yabancılaşması engellenecek, diğer yandan özellikle uluslararası kamuoyuna hiç değilse bu konularda şahin bir Kemalist olmadığı güvenini verecek. Tüm bunları sağlama almasıyla da risksiz bir şekilde partiyi eski elitist imajından uzaklaştırarak genişletecek. Özellikle AKP karşısında düzen içi bir alternatif beklentisi olanların bunu umduğunu düşünüyorum. Kılıçdaroğlu'nun kişisel olarak tüm bunları stratejik olarak hesaplayıp geliştirdiğini iddia etmiyorum. Tüm bu dengelerin korunmasında Kılıçdaroğlu'nun imajı ve söylemiyle biçilmiş kaftan olduğunu ve o yüzden üzerinde uzlaşıldığını söylemek istiyorum.
Peki Kılıçdaroğlu'nun partinin başına geçmesiyle CHP'nin kalesi olarak bilinen İzmir'de partiye yönelik yaklaşımda bir değişiklik olur mu?
İzmir'de CHP sempatizanı geniş kesimin bu partiye Deniz Baykal'ı çok sevdikleri için oy verdiklerini sanmıyorum. Bu şehirde CHP'lilerin önemli bir kısmı AKP'nin İslami kimliğini bir tehdit olarak gördükleri için CHP'ye kendilerini yakın hissediyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP'sinin, AKP'ye özellikle bu konuda öfkeli İzmirlilerin adresi olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Kılıçdaroğlu'nun partiyi güçlendirmesi ve genişletmesi AKP karşısında kendilerini "yenik" hisseden seküler kesimin özgüvenini artırıp onları heyecanlandıracaktır. Diğer yandan Kılıçdaroğlu'nun popülizmi, gelirin bu kadar eşitsiz dağıldığı bir kentte partinin tabanını daha da genişletebilir. Bu noktada Kılıçdaroğlu'nun "halktan gelme" yanının ve popülist söyleminin kimi İzmirliler tarafından "avam" bulunarak bir iticilik taşıması ve partiye karşı bir soğukluk yaratması ihtimali bence yok denecek kadar az. Şunu belirtmek gerek: İzmir'de muhafazakârlık üzerinden dile getirilen kaygıların tek taşıyıcısı zengin "elitler" değil; farklı söylemler ve rasyoneller üzerinden dile getirilse de şehir nüfusunun hemen her kesiminde benzer bir kaygıdan söz etmek mümkün. Bunun yapay olarak pompalanan değil, gerçek bir kaygı olduğunu kabul etmemiz lazım. Şüphesiz şehrin özellikle elitizmin ideolojik etkisi altındaki kesimleri örnek olsun; Canan Arıtman'ı, Onur Öymen'i kendilerine Kemal Kılıçdaroğlu'ndan kültürel olarak daha yakın bulabilirler, ama bir siyasetçi olarak Kemal Kılıçdaroğlu'nu tercih edeceklerdir, çünkü Kemal Kılıçdaroğlu ne kadar "avam" olursa olsun AKP'ye karşı hissettikleri yeniklik hissinin sona erme umudu olabilir onlar için. Varsayalım ki, Kılıçdaroğlu'nun Baykal'a göre Kemalist elitizmden ve orduculuktan uzak durmasını yadırgayanlar çıktı bu insanlar arasından; bunların halihazırda CHP dışında alternatifi yok siyasette. Mustafa Sarıgül'ün savruk pragmatizmi onlara güven vermeyeceği gibi MHP'nin kaba milliyetçiliği ve muhafazakârlığı hislerine tercüman olmayacaktır.
Kılıçdaroğlu'nun Kürt ve Alevi olması İzmir'de orta sınıflar arasındaki "tanıyarak dışlama" olarak nitelediğiniz eğilimin varlığında CHP'den bir uzaklaşma yaratabilir mi?
Kültürel ırkçı bir ideoloji olarak tanıyarak dışlama sadece şehirdeki CHP sempatizanı orta sınıflarda görülen bir şey değil. CHP'ye oy verip de Kürt karşıtı bir algılamayı taşıyanların da siyasi tercihlerini sadece bu karşıtlık belirlemiyor. Bunların siyasi tercihleri pek çok toplumsal kaygının ve ideolojik etkinin karmaşık ilişkileri tarafından belirleniyor. Tanıyarak Dışlama şeklinde kendisini gösteren negatif Kürt algısı şimdilik gündelik hayatta kendisini daha çok sistemli bir politik düşünce olarak değil, reaksiyonlar ve algılar şeklinde gösteriyor. Elbette belirli tarihsel koşullarda ve politik bağlamlarda bu algı bütünlüklü bir siyasi pozisyonun ve hareketin, ya da kitlesel kalkışmanın birincil öğesi olarak ortaya çıkabilir. Türkiye'de böyle bir ortamın oluşması da şu son yaşadığımız gelişmeler düşünüldüğünde ihtimal dışı değil; ama hala o noktada değiliz. Kılıçdaroğlu'nun Kürtlüğü meselesine gelince; Kemal Kılıçdaroğlu bu kimliğini özellikle vurgulamadıkça - ki vurgulamayacağı aşikar - onun "tanıyarak dışlama" söyleminin taşıyıcısı kesimler tarafından bir "Kürt" olarak algılanacağını sanmıyorum. Tanıyarak dışlama, yazılarımda bahsettiğim gibi şehrin yoksul Kürt göçmenlerine atfedilen kimi stereotipler üzerinden başlı başına bir Kürtlük kategorisi oluşturuyor. Bu söylemde Kürtlük sadece etnik ve yöresel bir farklılığı işaret etmiyor, şehir hayatındaki belirli bir sosyo-ekonomik ve mekânsal konumu ifade ediyor. Bu söyleme göre Kürtler "Türk" olmamaları üzerinden değil, gecekondularda ve enformel sektörlerde yoğunlaşmaları açısından "haksız kazanç sağlama", eğitimden ve kültürel sermayeden yoksun bırakılmışlıkları açısından "cahillik", şehir hayatında marjinalleşmeleri açısından "şehir hayatını bozma", kitleler halinde göç edip kentin belirli yerlerinde yoğunlaşmaları açısından "işgalci", beraber hareket etmeleri ve Kürt hareketine kitlesel destek vermeleri açısından da "bölücü" gibi klişeler üzerinden tanımlanıyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu ise her özelliğiyle bu şekilde kurgulanan Kürtlük tanımının dışında olduğundan orta sınıflar için onun tanımlayıcı kimliği Kürtlük olmayacaktır. Tam tersine Kılıçdaroğlu'nun dürüstlük, eğitimlilik, uyumluluk gibi imajların taşıyıcısı olması "tanıyarak dışlama" söylemini benimseyen orta sınıfın kendisini idealize etmesine sebep olabilir. Ama "Kemal Kılıçdaroğlu" olarak idealize edilecektir; bir Kürt olarak değil.
Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlık adaylığının kimi sol-sosyalist çevrelerde büyük heyecanla karşılanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kılıçdaroğlu'ndan heyecanlanmakla, onu siyasi bir kurtarıcı olarak görmek arasında bir ayrım yapmak lazım. Böyle birinin pek çok özelliğiyle halkın önemli bir kesiminin teveccühünü kazanması önemsenecek bir şey. Bunun nedenlerine değineceğim. Ama Kılıçdaroğlu'nun da radikal bir programı hayata geçireceğini ummak safdillik olur. Konuşmalarına baktığınızda Kılıçdaroğlu'nun halkçı söyleminin programatik bir çerçeveyle ilişkisi kurulmamış, birbirinden kopuk sosyal politikaların art arda sıralanmasından ibaret olduğunu görürsünüz. Bir de buna "yolsuzlukları önlemenin", her türlü ekonomik sorunu çözmenin sihirli formülü olduğunu ekler. Yoksulluktan şikâyet eder ama Türkiye'de servetin kimlerin elinde yoğunlaştığını sorgulamaz. Özellikle merkez medyadaki konuşmalarında halkçı söylemindeki sol unsurların iyice ayıklandığını ve dilinin de yumuşadığını görürsünüz.
Öte yandan içinde bulunduğumuz koşullar itibarıyla Kemal Kılıçdaroğlu'nun halkın geniş kesimlerinin sempatisini kazanmasının umut veren bir anlamı var. Türkiye, ezilenlerin alenen horlandığı ve azarlandığı, hakkı gasp edilenlerin günlerce çadırlarda süründürüldüğü ve madenlerde can verenlerin anısına, yasına bile saygı duyulmadığı bir ülke haline geldi. Eğer bir ülkede vicdan ve adalet duyguları aşındıysa orada sol siyaseti ve değerleri iletmenin zemini kaymış demektir. O yüzden, her şeyi geçtim, Türkiye'de geniş bir kesimin ülkenin hiddet, ihtiras ve otorite ile yönetilmesinden dehşete düşüp, Kılıçdaroğlu'nun mülayimliğinde "huzur" aramasında bile bir anlam, bir mesaj vardır diye düşünüyorum. (CS/EK)